Bu kitap yıllar önce satın alıp okumadığım kitaplardan biriydi. Canım sıkkın olduğunda kitap alır başlar ve yarıda bırakırdım, benim için önemli olan kitaba sahip olmaktı. Bu huyumdan evdeki kitaplarımı bitirmeden kendime hiçbir yeni kitap almayacağıma dair söz vererek kurtuldum. Elimdeki kitabı okuduktan sonra da iyi ki bu kararı almışım dedim. Roger von Oech de keşke benim arkadaşım olsa dediğim yazarlardan biri oldu bu sayede.
Yazar hakkında bilgi vermem gerekirse; kendisine danışanlar arasında IBM, Apple, Disney, Coca-Cola, NASA ve Sony var. Bunları duyduktan sonra aklınıza; "Nasıl bir insan?" ya da "Nasıl bir zekaya sahip?" tarzında soruların geldiğinin farkındayım, çünkü bende aynılarını kendime sormuştum. :) Hayat felsefesi olarak Heraklit'in öğretilerinden yararlanmaktadır. Aşağıda kitaptan yaptığım alıntılar da da bunu görebilirsiniz. Kendisi 1977 yılında Yaratıcı Düşün isimli danışmanlık firmasını kurmuştur. 1977 yılından önce de IBM'de çalışmıştır. En sevdiği şeyleri sayarsam;
* En sevdiği müzik: http://www.youtube.com/watch?v=N2YMSt3yfko ve http://www.youtube.com/watch?v=vTc-SwPteVs
* En sevdiği modern yazar: Paul Auster.
* En beğendiği tablo: http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyevi_Zevkler_Bah%C3%A7esi
* En sevdiği film yönetmenleri; Akira Kurosawa, Ingmar Bergman ve Stanley Kubrick
Yazar hakkında edindiğim bilgileri sizinle paylaştıktan sonra kitaptan yaptığım alıntılara geçiyorum. Uzun bir yazı oldu, neredeyse kitabın hepsini yazacaktım. Çok farklı, geçmişe ve şimdiye dair bilgilerin dayalı olduğu bir kitap, kitaplarım arasındaki en iyi yerini alacak bu yazımdan sonra, iyi okumalar ve bol kamçılar. :)
- "Yaratıcı insan her şeyi bilen olmak ister. Sayısız şeyden haberdar olmayı arzular: Eski çağ tarihi, 19. yy matematiği, mevcut imalat teknikleri, çiçek aranjmanı ve daha sayısız bilgiye aç gözlü bir şekilde saldırır. Bu bilgilerin ne zaman yeni bir fikir oluşturmak için bir araya geleceğini kendi de bilmez. 6 dakika sonra olabileceği gibi 6 yıl da sürebilir bunun olması. Ancak yaratıcı bir insanın bunun bir gün olacağına inancı tamdır." bir reklamcılık efsanesi olan Carl Ally
- 15. yy Alman mucidi Johannes Gutenberg, Gutenberg'in yaptığı, önceden birbirleriyle alakalı görülmeyen iki fikri birleştirmek olmuştur: Üzüm cenderesi ve baskı kalıbı. Baskı kalıbının amacı küçük bir yüzey üzerinde istenilen bir şeklin izini çıkarmaktır. Üzüm cenderesi ise geniş bir alana güç uygulayıp üzümlerin suyunu sıkmaya yarar. Bir gün, Gutenberg, büyük ihtimalle birkaç kadeh şarap içtikten sonra, kendi kendine şunu sordu: "Acaba ben bu baskı kalıplarını alıp cenderenin altına koysam kağıdın üzerine istediğim şekilleri basmazlar mı?" Böylece matbaayı icat etti.
- M.Ö. 12. yy'da genç bir Yunanlı kütüphanecinin elindeki binlerce el yazısını düzenlemenin daha etkili bir yolunu bulması gerekiyordu. "Bunları nasıl düzenlesem?" diye, sordu kendisine. "Konularına göre mi? Yazarlarına göre mi? Yoksa renklerine göre mi?" Birden aklına alfabe geldi. Çağdaşları alfabeyi sadece bir araya gelip kelimeleri oluşturan bir dizi fonetik semboller topluluğu olarak görüyordu. - alfa, beta, gama, delta, epsilon. Kütüphaneci alfabenin dilbilimsel niteliklerini bir kenara bırakıp harflerin kendi aralarındaki sıralamalarını kullanmaya karar verdi. Beta'yla başlayan bütün dökümanlardan sonra gama'yla başlayanları koydu ve tabii ki ilk sırayı da delta'yla başlayanlar aldı. Böylece alfabetikleştirmeyi, yani bilgiyi sıralayıp saklamanın ve düzenlemenin ilk uygulamasını bulmuş oldu.
- 1792'de Fransız Joseph Haydn orkestrasının saraylı müzisyenleri son derece öfkeliydiler çünkü Dük onlara bir tatil sözü vermesinin hemen ardından bu tatili ertelemişti. Haydn'dan, gidip Dükle izinleri konusunda konuşmasını istediler. Haydn bir süre düşündükten sonra konuşmayı müziğin kendisinin yapmasına karar verdi ve böylece ortaya "Veda Senfonisi" çıktı. Çalışma bütün orkestrayla başlamasına rağmen sonlara doğru giderek daha az enstrümanla çalınıyordu. Kendi bölümü biten her müzisyen elindeki mumu söndürüp sahneyi terk ediyordu. Sahne de artık kimse kalmayana kadar bunu yaptılar. Dük de gerekli mesajı alıp onlara tatil izni verdi.
- Buluş dediğimiz şey herkesle aynı yere bakıp farklı bir şeyler düşünebilmektir.
- IX sayısını tek bir eklemeyle 6'ya dönüştürelim: IX rakamının önüne bir "S" koyabilir ve böylece "SIX" rakamını elde edebilirsiniz. Bazılarını bunu yapabilmekten alıkoyan bu örnekte Romen rakamları bağlamına takılı kalmalarıdır. IX rakamının sonuna "6" ekleyerek de bu sonuca varabiliriz. Böylece 1X6 yanı bir çarpı altı sonucuna ulaşırız ki bu da 6 etmektedir. Herkesin bir sürü bilgi birikimi var, içinde bulunduğumuz bağlamı terk ettiğimizde yeni fikirleri keşfetme şansını da elde etmiş oluyoruz.
- Daha önceden hiç aklımıza gelmemiş olan sorular;
* Tuş takımlı telefonlar 'numarayı çevirmek' kelimesinin ölümüne mi yol açmıştır?
* Senkronize yüzücülerden biri boğulsa diğeri de mi boğulmak zorundadır?
* Develer 'çölüm gemileri' şeklinde anılırken neden römorkörlere 'denizin develeri' denmemektedir?
* Buzdolabının içine bir orkide bıraksanız ve bir gün sonra salam gibi koksa acaba salam da orkide gibi kokmaya başlayacak mıdır?
* Dijital saatlerde saat yönü hangi taraftır?
* Kahverengi dediğimiz halde neden 'sarı' yerine muzrengi ve 'kırmızı' yerine elmarengi demiyoruz?
- Keşiflerin ve buluşların tarihine bakıldığında hepsinin rutinleri bozulan veya alternatif çözümler üretmek zorunda kalan insanlar tarafından yapıldığını görürüz. Karabiberin keşfi gibi. 1500'lü yıllardan itibaren Avrupalıların dünyaya açılmasının karabiber talebine katkısı olmuştur. Ortaçağ'da karabiber Uzakdoğu ve Avrupa arasında ticareti en fazla yapılan baharatların başında geliyordu. Bunun sebebi ise karabiber haricinde hiçbir baharatın fazla tuzlu eti yenilebilir hale getirememesi ve bu dönemde Avrupa'da yiyecekleri saklamak için genelde tuzlamanın dışında başka bir yöntemin kullanılamamasıydı. Etçil Avrupalılarla açlık arasında sadece tuz ve karabiber duruyordu anlayacağınız. 1453'te İstanbul'un fethinden ve özellikle de 1470'den sonra Türkler doğuyla Akdeniz arasındaki kara ticaret rotalarını kesmeye başladılar. Bunun sonucu olarak da kara biber stokları azaldı ve karabiberin fiyatı tavan yaptı. Bunun üzerine Avrupalı kaşifler gemileriyle batıya ve güneye açılıp Doğu'ya ulaşmanın alternatif yollarını aramaya başladılar. Tarihçi Henry Hobson'un da altını çizdiği gibi "Amerika, karabiber arayışının bir yan ürünü olarak keşfedilmiştir."
- Amerikalı mucit Thomas Edison zihni kamçılamanın en güzel örneklerinden birini vermiştir. Genç bir adamken en büyük arzusu telgraf sistemini geliştirmekti. Çoklu telgrafı, şerit kağıtlı makineyi (telgrafın başka bir varyasyonu) ve telgraf benzeri daha birçok cihazı kendisi keşfetmiştir. Derken, 1870'lerin başında, finansçı Jay Gould Western Union telgraf sistemini satın alınca sektör üzerinde bir tekel durumuna geldi. Edison Gould'un bu sistemi tek başına elinde tutmayı sürdürdükçe yeniliğe olan ihtiyacın da azaldığını gördü. Bu da onun telgrafla ilgili rutin düşüncelerinden sıyrılıp yeteneğini kullanabileceği başka yollar bulması için zihnini kamçıladı. Birkaç yıl içinde ampulü, jeneratörü, gramofonu, film projektörünü ve daha bir sürü şeyi icat etti. Bunları mutlaka başka yollarla da keşfedebilirdi ama Gould'un yaptıkları hiç kuşkusuz başka fırsatların peşinden gitmesi konusunda onu kamçılamıştır.
- Ne zaman yeni bir kelime öğrensek sonraki üç gün onu sekiz defa duyarız. Moda için durum aynı, siz de fark etmiş olmalısınız ki yeni bir araba aldıktan sonra, arabanızın aynısından her yerde gözünüze ilişir. İnsanlar aradıkları şeyleri bulurlar, işte sebebi bu. Güzellik ararsak güzellik buluruz. Aradığımız şey komploysa hiç şüphesiz onu buluruz. Her şey zihinsel frekansımızı ayarlamakla ilgili.
- "Hiçbir şey sadece tek bir fikre sahip olmaktan daha tehlikeli değildir." Fransız filozof Emile Chartier
- Sokrat, insan beynini "içinde tayfaların ayaklanıp kaptanı ambara hapsettikleri bir gemiye" benzetir.
- Finansçılar yaptıkları işten tesisatçılık olarak bahsederler. İşlerini anlatmak için "Finansın Su Modeli"ni kullanırlar:
- Hayatın anlamı;
* Hayat bir simit gibidir. Taze ve sıcakken çok lezzetlidir ama kimi zaman da çok serttir. Ortasındaki boşluk en büyük gizemlerinden biridir ama yine de o olmadan bir simit düşünülemez.
* Hayat, greyfurt gibidir. Önce kabuklarını soymanız ve ardından da tadına alışmak için birkaç ısırık gerekir. Tam da sevmeye başlamışsınızdır ki gözünüze suyu fışkırır.
* Hayat bir muz gibidir. Başta yeşilsinizdir ama zaman ilerledikçe yumuşayıp lapa gibi bir hal alırsınız. Bazıları salkımda diğerleriyle birlikte olmak isterken bazıları da tek başına olmayı yeğler. Kabuklarına basıp kaymamak için dikkat etmeniz gerekir. Son olarak da, meyveye ulaşmak için kabuğunu soymanız şarttır.
* Hayat, yemek yapmak gibidir. Tamamen içine neler koyup onları nasıl karıştırdığınıza bağlıdır. Bazen tarife uyarken bazen yaratıcılığınızı konuşturursunuz.
* Hayat bir yap-boz gibidir ama elinizde bitince neye benzeyeceğini gösteren yap-bozun kutusunun kapağı yoktur. Hatta bazen elinizdeki parçaların tam olduğundan bile emin olamazsınız.
* Hayat, asansöre binmek gibidir. Bir aşağı bir yukarı gidip durur ve birileri de sürekli tuşlarınıza basar. Bazen asansör boşluğuna düşersiniz ama sizi asıl endişelendiren sarsıntılardır.
* Hayat bir poker oyunu gibidir. Ya kartları dağıtırsınız ya da birileri sizin yerinize bunu yapar. Biraz yetenek ve biraz da şans işidir. Bahsi görür, rest çeker, blöf yapar ya da arttırırsınız. Birlikte oynadıklarınızdan sürekli bir şeyler öğrenirsiniz. Bazen kötü bir elle kazanır bazen de mükemmel bir ele rağmen kaybedersiniz. Ancak her ne olursa olsun en iyisi kartları karmaya devam etmektir.
- Rorschach mürekkep lekesi testi.
- Yaratıcı her hareket öncelikle yıkıcı bir harekettir.
- M.Ö. 333 kışında, Makedon general İskender ve ordusu kışı geçirmek için bir Asya şehri olan Gordion'a gelirler. Oradayken, İskender, kentin "Gordion Düğümü" adındaki efsanevi düğümünü işitir. Kehanete göre bu düğümü kim açmayı başarırsa bütün Asya'nın hakimi olacaktır. Bu hikaye İskender'in ilgisini çeker ve sonunda şansını denemek için düğümün olduğu yere götürülmesini ister. Düğümün yanına gidince bir süre onu inceler, ancak, ipin ucunu bulmak için birkaç başarısız denemeden sonra pes eder. "Düğümü nasıl çözebilirim?" diye kendi kendine sorar ve ardından aklına bir fikir gelir: "Kendi kuralımı kendim koyacağım." Bunu düşündükten sonra kılıcını çeker ve düğümü ikiye böler. Asya'yı fethetmek onun kaderinde vardır.
- Dünya'nın güneş etrafında döndüğünü ortaya çıkarmasıyla Polonyalı astronom Kopernik evrenin merkezinin Dünya olduğu kuralını yıkmıştır. Kışkırtıcı lirik aşk şiirleriyle Yunan şairi Safo kadının lirik şiirde yeri olmadığı kuralını yıkmıştır. Beethoven da birbirini izleyen finalleri ve çifte orkestra elemanlarıyla bir senfoninin nasıl olması gerektiğine dair kuralları yıkmıştır. Yıldırım atakları ve mekanize ekipmanlarıyla, Alman General Erwin Rommel, savaşın kurallarını değiştirmiştir. Kütle ve enerjiyi aynı olgunun farklı formları olarak birbirine eşitleyen Einstein, Newton fiziğinin kurallarını yıkmıştır.
- Geçtiğimiz 1.500 yılın iletişim alanında en önemli gelişmelerden biri kelimelerin arasında boşluk bırakılmasıdır. Buna sebep olan şey ise birkaç rahibin kurallara meydan okuması olmuştur....Eski zamanlarda Latince ve Yunanca yazılar neredeyse hep yüksek sesle okunurdu. (bu yöntem 'kulaktan dolma' olarak bilinir.) O zamanlarda kendi dillerine yeteri kadar hakim olan dinleyiciler kelimeleri görerek değilde seslerinden tanıdıkları için bu şekilde okunanı anlamada bir zorluk yaşamazlardı. Bu yüzden kelimelerin arasına boşluk konması gereksiz görünürdü. M.S. 8. yy'da Eski Roma İmparatorluğu sınırlarında yaşayan Katolik rahipleri Latinceye eskiler kadar hakim olmadıklarından yazıları okurken bir kelimenin nerede bitip nerede başladığından emin olamıyorlardı. Rahipler bu sorunu kutsal metinlerdeki kelimelerin arasına onları tanımalarına yardımcı olan boşluklar yerleştirerek çözdüler.
- Kısa bir süre önce, Yılbaşı Arifesi'ni 30 Aralık öğleden sonra kutlamak gibi bir gelenekleri olan bir grup Rus göçmeni duydum. Los Angeles Times'dan bir gazeteci bunu öğrenip buradan bir haber çıkacağını düşünerek onlarla röportaj yapmaya gitmiş. Onlara, "Neden yeni yılı herkesten 36 saat önce kutluyorsunuz?" diye sorduğunda içlerinden yaşı 60'ın üzerinde yaşlı bir adam şöyle cevap vermiş, "40 yıl önce Sovyetler Birliği'nde yaşarken çok fakirdik ve masraflar daha ucuza geldiği için yeni yılı 30 Aralık'ta kutluyorduk. Bu gelenek oradan gelir." İşin ilginç tarafı bu insanların çoğunun durumunun gayet iyi olması. İsteseler Yılbaşı Arifesi'ni gayet iyi bir şekilde kutlayabilirler ama yine de bir önceki gün kutlamayı tercih ediyorlar. Bu güne kadar çalıştığım birçok kuruluşun da artık anlamını yitirmiş nedenlerden dolayı Yılbaşı Arifesi'ni erken kutlamak gibi bir zihniyeti vardı.
- Şimdiki "Kutup Yıldızı" Polaris'tir. Diğer yıldızlar onun yörüngesinde dönerler. Ancak gökyüzünün merkezi olmak Polaris için kalıcı bir durum değildir. Çünkü dünya ekseninde dönmeye devam ettikçe, tıpkı seken bir top gibi aşağı yukarı hareket eder. 26000 yıllık döngüler halinde dünyanın ekseni kuzey yarım küre gökyüzünün üzerinde bir halka çizer ve o halkanın içinde kalan herhangi bir yıldız da "Kutup Yıldızı" olur. Polaris'in "Kutup Yıldızı" görevindeki haleflerinden biri de Ejderha Takımyıldızı (Draco)'ndan Thuban'dır. Kabaca İsa'dan önce 4000'den 1800'e kadar, Thuban atalarımızın kuzeyi bulmak için kullandıkları "klavuz ışık"tı. Hem de nasıl bir "yıldız"dı ama! Mısırlılar Thuban'dan Büyük Giza Piramitleri'ni yaparken faydalandılar; neolitik devir İngiliz kabileleri Stonehenge'i ona göre düzenlediler ve Babilli astronotlar Thuban merkezli gökyüzüne bakarak tuttukları kayıtlardan bugün kullandığımıza oldukça yakın bir takvim yapmayı başardılar. Ancak hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Dünya'nın döngüsünden dolayı, M.S. 10000 yılında Thuban kuzeyden yaklaşık 47 derece saptı. Thuban bir kez daha kuzey gökyüzünde yerini alacak ve M.S. 20300 yılında bir kez daha "gökyüzünün merkezi" olarak geri döndüğünde ne ilginç şeyler olacağını merak ediyorum.
- a: alfa,
e: epsilon,
h: eta,
i: yota,
o: omikron,
n: upsilon,
w: omega. (İlk fonetik alfabedeki 7 sesli harf)
- Tanınmış bir bilim adamı bir keresinde kendine şunu sormuş; "Farz edelim ki uzay boşluğunda ışık hızıyla aşağıya inmekte olan bir asansör olsun. Asansörün yan tarafında da bir delik olsa. Bu delikten de içeri bir ışık huzmesi giriyor olsa. Bu durumda ne olurdu? Işık nasıl hareket ederdi?" Böyle bir olasılıktan yola çıkan Albert Einstein, izafiyet teorisini ( güzel bir kızla bir saat kadar zaman geçirip, bir dakikaymış gibi gelmesi ) geliştirmiştir.
- Filozof Heraklit çoğumuzun yeni fikirlerle karşılaştığında sergilediği negatif eğilimi şu sözle başarılı bir şekilde ortaya koyar: "Köpekler anlamadıkları şeylere havlarlar."
- "Her çocuk bir sanatçı olarak doğar. Esas sorun büyüdüklerinde de öyle kalmalarını sağlayabilmektir." Picasso
- "Hayata bir çocuk oyunu gibi yaklaşıp sürekli parçaların yerini değiştirenler, kralların gücüne sahiptirler." Heraklit
- "Oyun oyna!" yaklaşımı 1960'larda Charles Piccirillo tarafından National Library Week için hazırlanan reklam metninde en iyi şekilde yansıtılmıştır. Başlık yazısı alfabenin küçük harflerinden oluşan bu metin aşağıdaki gibidir:
a b c d e f g h i j k l m n o p q r s t u v w x y z
Ardından da şu yazı gelir: "Yerel kütüphanemizde bu harfler sizi ağlatacak, gülümsetecek, aşık edecek, nefret ettirecek, meraklandıracak, kafanızı kurcalayacak ve anlamanızı sağlayacak şekilde dizilmişlerdir. Bu hayret verici 26 harfin neler yapabildiği sizi çok şaşırtacak. Shakespeare'in ellerinde bunlar Hamlet'e dönüşürler. Mark Twain onlardan Huckleberry Finn'i yaratmıştır. James Joyce onlarla oynayarak Ulysses'i yazmıştır. Gibbon onları Roma İmparatorluğu'nun Yükselişi ve Çöküşü'nü yazacak şekilde dizmiştir. John Milton onlara şekil vererek ortaya Kayıp Cennet'i çıkarmıştır." ( merak edip bu reklamın orjinalini araştırdım ve buldum; http://www.tantujin.com/wp-content/uploads/2011/09/charles-piccirillo-national-library-week-ad.jpg )
- "İşimde aradığım 3 şey var: Bir şeyler öğrenmeyi umut ederim. Biraz para kazanmak isterim ve biraz da eğlenmek. Eğer bir proje bunlardan en az ikisini karşılamıyorsa o projenin içinde yer almam." ünlü sandalye tasarımcısı Bill Stumpf
- http://creativethink.com/
- Altın Oran: Pisagor tarafından bulunmuştur. Bir çizgiyi öyle bir şekilde parçalara bölersiniz ki uzun tarafın kısa tarafa oranı bütün çizginin uzun tarafa oranına eşit olur. Bu oranın sayısal karşılığı yaklaşık olarak 1.618033988'dir. [ İşin garibi altın oranın tersi (1/altınoran) 0.618033988'e veya (altınoran-1)'e eşittir. Daha da etkileyici olan, altın oranın karesi, 2.618033988'e veya (altınoran+1)'e eşittir. Alman matemetikçi Johannes Kepler altın oranı överek, "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır: Biri Pisagor Teorisi ve diğeri de bir doğrunun en uç noktalara bölünmesi ve ortalama oran (altın oran). İlkini altınla kıyaslayabiliriz ama ikincisi tıpkı bir paha biçilmez bir mücevher gibidir. ] Altın oran matematiğin hiç beklenmedik alanlarında karşımıza çıkar. Örneğin, ardıl Fibonacci numaraları (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144... her sayı kendisinden önceki iki sayının toplamıdır.) sıra ilerledikçe altın orana ulaşır. Bu sayı dizilimi ardışık bir tavşan jenerasyonunun üyelerinin sayısı, dallanan bitkilerdeki filizlenme noktaları, ayçiçeğindeki tohumların dizilimi ve bir okyanus dalgasının sarmalı gibi şeylerde mevcuttur. Yıllar boyunca sanatçılar da altın oranı işlerinde kullanmışlardır. Eski Yunanlılar altın dikdörtgenin neredeyse mükemmele yakın bir biçim olduğuna inanırlardı ve bunu mimarilerine de yansıtırlardı. (örneğin, Parthenon http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/79/Parthenon,_Nashville.JPG ) Boticelli, Leonardo dav Vinci, Marcel Duchamp, Georges Braque ve pek çoklarının bazı resimleri altın oran-dan esinlenir. Mimar Le Corbusier her zaman kullanımının en büyük savunucularından olmuştur ve Frank Lloyd Wright, New York'taki Guggenheim Müzesi'nde sergilenen spirallerden oluşan deniz kabuğu şeklindeki eserinde altın oran'dan esinlenmiştir. ( http://www.guggenheim.org/new-york/about/guggenheim-images )
- Burada çalışmak koyu renk bir elbisenin içine tuvaletinizi yapmak gibi. Sıcak ve iyi hissettiriyor ve dışarıdan belli olmuyor.
- Veritabanı geliştiricisi Erik Lumer, karıncaların yuvalarını temizlerken ölülerini nasıl kümelediklerini gözlemleyerek bankacılık sektörü için daha esnek bir müşteri profili yaratma sistemi ortaya çıkarmıştır. Ve Birinci Dünya Savaşı'nda askeri tasarımcılar daha etkili kamuflaj modelleri yapabilmek için Picasso ve Braque'in kübist sanatından faydalanmışlardır.
- Mao'nun yürüttüğü gerilla savaşı tıpkı bir reklam kampanyasını andırır. Napolyon'un Moskova'ya ilerleyişi proje yönetimine iyi bir örnektir.
- "Beklenmeyeni bekleyin yoksa onu hiç bulamazsınız." Heraklit
- "Elde ettiğim bilgilerin çoğunu başka bir şey arayıp da bambaşka şeylere ulaşmam sayesinde kavuşmuşumdur." Franklin Adams
- Zincirle bağlantısı olmadığından hızlı gitmesi için yapılan ön tekerinin çapı yaklaşık 1.5 metre olan bisikletler3 "penny-farthing"- ön tekeri İngiliz bozuk parası penny'ye arka tekeri de yine bir İngiliz bozuk parası olan farthing'e benzetildiği için bu isim verilmiştir. http://www.qtpi1969.net/wp-content/uploads/2008/01/pennyfarthingy.jpg
- Bazen en önemli ve bariz şeyler gözümüzün önünde olanlar değil de olmayanlardır. Benzer bir ana fikir Sherlock Holmes'un kısa öykülerinden biri olan kaybolan bir şampiyon yarış atıyla ilgili "Gümüş Alev" isimli öyküde de vardır. Soruşturma sırasında bir dedektif Sherlock Holmes'a: "Dikkatimi çekmek istediğiniz bir nokta var mı?" diye sorar ve Holmes da bu soruyu şöyle yanıtlar: "Köpeğin gecenin bir yarısı yaptığı şey dikkat çekici." "Köpek gece bir şey yapmadı ki" der dedektif. "Zaten dikkat çekici olan da bu" diye karşılık verir Holmes. Bazen en önemli şeyler aslında hiç olmayanlardır. Bu hikayede havlamayan köpek hırsızın köpeğin tanıdığı biri olduğuna işaret ediyor ve böylece şüpheli listesini daraltıyor.
- General Motors'un efsanevi başkanı Alfred Sloan da grup düşüncesinin tehlikelerini iyi bilen biriydi. 1930'ların sonlarına doğru, kendisinin başkanlık ettiği bir toplantı esnasında ortaya bir fikir sunulur ve herkes buna bayılır. "Bu sayede büyük paralar kazanabiliriz." ve "Hemen bunu hayata geçirelim." gibi laflar havada uçuşmaktadır. Bir süre tartışıldıktan sonra Sloan şöyle der, "Bu fikri oylamaya açalım." Masada oturanlar arasında oylama yapılır ve herkes "Evet!" der. Oy sırası Sloan'a geldiğinde, "Ben de 'Evet' diye oyluyorum ve böylece yönerge oy birliğiyle kabul edilmiş oluyor. Yine bu sebepten ötürü, bu önergeyi gelecek aya erteliyorum. Düşünce şeklimizin bu hale gelmesi hiç hoşuma gitmiyor. Bu fikre sadece tek bir açıdan bakıyoruz ve bu karar almak için çok tehlikeli bir yöntem. Herkes aynı şeklide düşündüğünde aslında kimse bir şey düşünmüyor demektir. Önümüzdeki ayı herkesin bu önergeyi farklı bir perspektiften bakıp inceleyerek geçirmesini istiyorum." der. 30 gün sonra, önerge tekrar masaya yatırılır. Ancak bu defa kabul edilmez. Yönetim kurulu üyeleri bu sayede grup düşüncesinin etkilerini yıkmak için bir fırsat yakalamışlardır.
- Soytarı, alışılagelmiş yöntemlerin karşısındadır. Sıradan algı, anlayış ve işleyişler ona göre değildir. O, önemsiz olanı yüceltir, yücelteni önemsemez ve bir durum hakkındaki genel kabul görmüş olan düşünceyle dalgasını geçer. Aşağıda soytarının yaklaşımına ilişkin bazı örnekler bulunmaktadır:
*Soytarı bizim sıradan varsayımlarımızı değiştirir. "Bir adam atın üzerinde geriye dönük olarak oturuyorsa neden hemen adamın ters oturduğunu varsayarız da atın ters olabileceğini hiç düşünmeyiz?" diyendir o.
* Saygısızdır. "Zengin adamın cebine koyup da fakirin fırlatıp attığı nedir?" diye sorup cevap olarak da, "Sümük" deyip bizleri en basit gündelik ritüellerimizin kutsallığını düşünmeye iter.
* Bir problemin varlığını bile inkar ederek durumun çerçevesini yeniden çizer. Birçok insan ekonomik krizlerin kötü olduğunu düşünür. Soytarı hariç. Soytarı, "Ekonomik krizler iyidir. İnsanların daha etkili çalışmalarını sağlar. İnsanlar gelecekleri ve işleri hakkında endişeli olduklarında daha çok çalışırlar. Bunun yanı sıra birçok firma ihtiyacından fazla eleman çalıştırıyor. Ekonomik krizler onların fazla kilolarından kurtulup daha agresif olmalarını sağlar." der.
* Saçmalayabilir. Eşeğini kaybeden bir soytarı, diz çöküp Tanrı'ya şükretmeye başlar. Oradan geçmekte olan biri bunu görünce, "Eşeğin kayıp, ne diye Tanrı'ya şükrediyorsun?" diye sorunca soytarı ona şöyle cevap verir: "Şükrediyorum çünkü o sırada eşeğin üzerinde değildim. Aksi takdirde ben de kaybolacaktım şimdi."
* Başkalarının göz ardı ettiklerini o görür. "Neden insanlar önce kremayı koyup sonra üzerine kahve eklemek yerine önce kahveyi koyup sonra krema ekleyerek bir de kendilerini onu karıştırma zahmetine sokarlar?" diye sorandır o.
* Soytarı metaforiktir. Bir zeka testindeki, "Aşağıdakilerden hangisi doğrudur: A) Kuşlar tohum yer. B) Tohumlar kuş yer." şeklindeki soruya hem A hem de B diye cevap verebilir çünkü ölü kuşların çürüyerek toprağa karıştıklarını ve tohumların yeşermesine katkıda bulunduklarını bilir.
- "Bir soru benim için hala gizemini koruyor: Ben mi deliyim yoksa çevremdeki diğer herkes mi?" Albert Einstein
- "Aralarında görünür hiçbir bağlantı olmayan şeyleri birleştirdiğimizde mükemmel uyumu yakalamış oluruz." Heraklit
- Girişimciler farklı alanlardan topladıkları kaynaklarla yeni işler kurarlar: Joseph Pulitzer, yüksek tirajlı bir gazete yaratabilmek için büyük ölçekli reklamları basım işine dahil etmiştir. Mühendisler yeni materyaller elde edebilmek için farklı materyalleri birbirleriyle karıştırırlar: Yunan maden bilimciler yumuşak bakırı ondan daha da yumuşak olan kalay ile alaşımlayarak bronzu elde etmişlerdir. Bilim adamları yeni modellemeler bulmak için kavramları çeşitlendirirler: J.B.S. Haldane (ve diğerleri) Gregor Mendel'in genetik mutasyon çalışmasıyla Charles Darwin'in doğal seleksiyon fikrini birleştirerek Evrimin Standart Modeli'ni ortaya çıkarmışlardır.
- Neden herkes muhteşem gün batımını izlerken, siz arkanızı dönüp mavi ve morun dansını izlemiyorsunuz?
- 1950'lerde doğum kontrol hapını geliştiren kişilerden biri olan Carl Djerassi, böcek ilacı üreticisi bir firmanın yöneticisiydi. İşinden dolayı belli başlı böceklerin toplum sağlığı ve ekonomisi üzerindeki negatif etkileriyle yakından ilgileniyordu. Diğer birçok bilim adamı gibi böcek ilaçlarının çevre üzerindeki zararlı yan etkileri de onu endişelendiren başka bir konuydu. Kendine şöyle sordu, "Çevreye zarar vermeden zararlı böcekleri nasıl yok edebilirim?" Bu konu üzerinde çalışırken ölüm yerine doğum kısmı üzerinde yoğunlaşmaya karar verdi: "Onları öldürmek yerine en baştan doğmalarını engellesek nasıl olur? Cinsel organlarının olgunlaşmasını engelleyen birtakım özel hormonlar verebilirsek üremelerini de engellemiş oluruz." Ardından bunu denedi ve başarılı oldu.
- Hayat zor. Bütün zamanını ve bütün hafta sonlarını veriyorsun da ne geçiyor eline? Ölüm, ne ödül ama. Yaşam döngüsü tamamen tersine. Önce ölmeli ve bunu aradan çıkartmalıyız. Sonra bir yirmi sene yaşlı olarak evimizde yaşamalı ve gençleşince evden kovulmalıyız. Önce bir altın saat edinip sonra çalışmaya başlamalıyız. Kırk yıl çalıştıktan sonra da yeterince gençleşince işten ayrılıp emekliliğimizin tadını çıkarırız. Lise için hazır olana kadar üniversiteye ve partilere gideriz. Sonra da ilkokula gidip çocuk olur, oyunlar oynar, sorumluluklardan uzak oluruz. Ardından küçük bir bebek olur, ana rahmine geri döner, son dokuz ayımızı bir sıvının içinde yüzerek geçirir ve sonunda da birilerinin en değerli varlığı olarak hayatımızı bitiririz.
- Olaylara tersten bakmanın zorlukları da yok değil. Anlatıldığına göre, William Spooner (19. y.y. sonunda yaşamış art arda gelen kelimelerdeki hecelerin yerlerini değiştirme alışkanlığıyla tanınmış. Spoonerism ( örneğin "votka vişne" yerine "voşka vitne" demek :) ) teriminin yaratıcısı olan eğitimcidir. Davetli olduğu bir yemekte tuzluğu halıya döker. Hiç bozuntuya vermeden Spooner hemen ardından şarabını da yerdeki tuzun üzerine döker.
- Montaigne: "Acı çekmekten korkan insan zaten şimdiden korktuğu şeyden acı çekiyor demektir."
- N.F. Simpson: "Tesadüfü şansa bırakamayız."
- "Yesterday" şarkısını besteleyen Beatle Paul McCartney bunu rüyasında görmüştür. İspanyol ressam Francisco Goya çalışmalarına temel olarak gördüğü kabusları kullanmıştır. Muhammed, insanları İslam'a çağırması için gelen vahiyi rüyasında görmüştür. Dünyanın en ünlü rüyalarından birinde, Cebrail, Muhammed'in yanına gelip onu gümüş bir atın üzerinde önce Kudüs'e ve sonra da Tanrı'nın kendisinden emirlerini alması için cennete götürür.
- Heraklit'in yaratıcı görüşleri;
* Beklenmeyeni bekleyin yoksa onu hiç bulamazsınız.
* Her şey değişir.
* Aynı nehirde iki defa yıkanamazsınız.
* Zıtlıktan fayda doğar.
* Birbiriyle bağlantısız gözüken şeyleri birleştirdiğimizde mükemmel uyumu bulmuş oluruz.
* Pek çokları ellerinin arasında olanı görmekten acizdirler.
* Güneş olmadığında yıldızları görebiliriz.
* Her şey gerçek doğasını gizlemeyi tercih eder.
* Hayata bir çocuk oyunu gibi yaklaşıp sürekli parçaların yerini değiştirenler kralların gücüne sahiptir.
* Deniz suyu hem saf hem de kirlidir: balık için içilebilir bir yaşam kaynağıdır, insanlar içinse içilemez ve öldürücüdür.
* Bir çemberde, bitiş noktası aynı zamanda başlangıç noktası da olabilir.
* Sağlığı güzel yapan hastalık, tokluğu istenir kılan açlık ve dinlenmeyi özlenir yapan da yorgunluktur.
* Yukarı ve aşağı giden yolların hepsi birdir.
* Her şey değişerek dinlenir.
* Uyanıkken aynı evreni paylaşırız ancak uyurken hepimiz kendimize ait dünyalara gideriz.
* Köpekler anlamadıkları şeylere havlarlar.
* Eşek, çöpü altına tercih eder.
* Yürüyen her hayvan belli bir amaca kamçıyla yönlendirilir.
* Yangından önce bile söndürülmesi gereken bir şey vardır o da kibirdir.
* Karakteriniz kaderinizdir.
* Her gün yeni bir güneş doğar.
- "Bir adamın hataları, onun keşfe açılan kapılarıdır." James Joyce
- 20. y.y.'ın en yaratıcı zekalarından biri olan otomobil üreticisi Charles Kettering, hata yapmanın değerini öğrenmekle ilgili şunu söyler: "Mucit dediğin insan eğitimi fazla ciddiye almayan kişi demektir. Gördüğünüz gibi, bir insan altı yaşından üniversiteden mezun olduğu güne kadar yılda üç ile dört sınava giriyor. Bir kez bile başarısız olursa da her şey bitiyor. Ancak mucit dediğimiz kişi hemen hemen her seferinde başarısız oluyor. Belki de binlerce kez deneyip de başaramıyor. Ancak bir kez bile başarılı olursa tarihe geçiyor. Burada iki şey taban tabana zıt. Genelde, yapılacak en büyük iş yeni gelen birine nasıl zeki bir şekilde başarısız olunacağını öğretmektir deriz. Ona defalarca kez deneyip yanılmaya devam etmesi gerektiğini öğretmemiz gerekir.
- Süper tanker Exxon Valdez, 1989 baharında Alaska'da karaya oturduğunda, kıyıları milyonlarca galon benzinle kirletti. Bunun sonucu olarak da petrol endüstrisi petrol transferi güvenlik standartlarını tekrar gözden geçirip sıkılaştırmak zorunda kaldı. Challenger (1986) ve Columbia (2003) uzay mekiği kazaları da aynı şekilde NASA'nın benzer önlemler almasını sağladı. 1912 yılında Titanik'in batması da Uluslararası Buz Devriyesi'nin kurulmasını ve aysberglerin raporlanmasını zorunlu hale gelmesini sağlamıştır. 11 Eylül'de Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan terörist saldırı mimarları gökdelen inşaatlarında kullanılan yangın sistemlerinin standartlarını yükseltmeye itmiştir. 2004 yılında meydana gelen Tsunami faciası sistemik hareketleri takip edenleri halkın bilgilendirilmesi ve uyarılması konusunda uyguladıkları protokolleri değiştirmek zorunda bırakmıştır. Hatalarımızdan bir şeyler öğreniriz. Hatalarımız bizi "farklı bir şeyler düşünmeye" iten darbelerdir.
- Antik Yunan'da kibir için kullanılan kelime "hubris"tir ve kişinin çöküşünün habercisi sayılır. Tanrılarına meydan okuyacak kadar kendine güvenen kişi onlar tarafından yakılır. Günün ardından gecenin gelmesi kadar kesin bir şekilde kibrin arkasından yıkım gelir. Yaşadığı şehir Efes'in kibirli yöneticiler yüzünden çektiği sıkıntıları gören Heraklit onları şöyle uyarmıştır: "Yangından önce bile söndürülmesi gereken bir şey varsa o da kibirdir."
- Yönetmen Woody Allen'ın da belirttiği gibi, "Hiçbir zaman hata yapmıyorsanız, o zaman yenilikçi bir şey denemiyorsunuz demektir."
- "Beni endişelendiren, bir şeylerin oluş şekli değil de insanların onları değerlendiriş şekli." Epiktet
- Birkaç y.y. önce, ünlü tv siması Johnny Carson şovunda ülkede tuvalet kağıdı sıkıntısı yaşanacağına dair bir espri yapmıştı. Ardından bu tür bir sıkıntının getirebileceği sonuçlardan bahsetmişti. Esprinin verdiği mesaj programı izleyenlerin hemen çıkıp tuvalet kağıdı stoklaması gerektiği yoksa bu sonuçlara katlanacaklarıydı. Gerçekte böyle bir sıkıntı olmadığı için bu espri oldukça alkış aldı. Ancak bu programdan birkaç gün sonra gerçekten de böyle bir sıkıntı baş gösterdi. Bunun sebebi, insanların gerçekten de böyle bir şeyin olabileceğini düşünerek piyasadaki bütün tuvalet kağıtlarını satın almalarıydı. Sonuç olarak bir şaka normal tuvalet kağıdı piyasasını etkilemişti. İşte bu durum kendini gerçekleştiren kehanetlere güzel bir örnek. Kendini gerçekleştiren kehanet, düşünceler dünyasının gerçekler dünyasının üzerine çıkması durumudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder