21 Ağustos 2016 Pazar

Simyacı * Paulo Coelho

   


     - Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor.


     - Bir hafta önce, bir maden arayıcısına bir taş biçiminde görünmek zorunda kaldığını anlattı.  Zümrüt aramak için her şeyini terk etmişti bu adam. Beş yıl boyunca bir ırmağın kıyısında çalışmış, dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz taş kırmıştı, bir zümrüt parçası ararken. İşte o anda vazgeçmeyi düşünmüş, oysa zümrüdünü bulması için bir taş, bir tek taş kalmıştı. Madenci Kişisel Menkıbe'si üzerine bahse girmiş bir insan olduğu için madenci, yaşlı adam işe karışmaya karar vermiş. Bir taşa dönüşüp madencinin ayaklarına yuvarlanmış. Başarısız geçen beş yıl yüzünden eziklik duyan madenci taşı öfkeyle alıp uzaklara fırlatmış. Taşı öylesine bir hızla fırlatmış ki, başka bir taşa çarpan taş parçalanmış ve ortaya dünyanın en güzel zümrüdü çıkmış.
     "İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar," dedi yaşlı adam, gözlerinde beliren acıyla. "Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar. Ama, dünyanın hali böyle işte."


     - Karar vermek, alıştığı şey ile sahip olmayı çok istediği şey arasında bir seçim yapmak zorundaydı.


     - Sonra gözlerini gökyüzüne kaldırdı, düşündüklerinden utanmıştı. "Biliyorum: Her şey boş, bomboş, bomboş!"


     - "Bütün bunlar aynı güneşin doğup batışı arasında oldu," diye düşündü. Daha duruma alışmadan göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda, hayatta kimi zaman koşulların değiştiğini düşünerek kendisine acıdı.


     - Ağladı. Tanrı adil olmadığı için, kendi düşlerine inanan insanları bu şekilde ödüllendirdiği için ağladı.


     - Şimdi kederli ve mutsuzum. Ne yapacağım? Daha katı olacağım ve bir insan bana ihanet ettiği için de artık kimseye güvenmeyeceğim.


     - "Bir şeyi gerçekten istersen," demişti yaşlı adam ona, "onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar."


     - Koyunlarını aranarak çevresine bakındı ve o zaman artık başka bir dünyada olduğunu anladı. Bundan hüzün duyacağına, tam tersine kendini mutlu hissetti. Su ve yiyecek peşine düşmek zorunda değildi artık ve şimdi bir hazine aramaya başlayabilirdi.


     - Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir.


     - Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bu gün gelmiş vız gelir tırıs gider. Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun.


     - O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki Evrenin Ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk'tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi, tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu her yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı. Dudaklar sonunda gülümsemeye karar verdi, ve bir işaretti bu, bütün ömrü boyunca bilmeden beklediği, kitaplarda, koyunların yanında, kristallerde ve çölün sessizliğinde aramış olduğu işaretti.
     Evrenin saf diliydi bu, herhangi bir açıklamaya gereksinimi yoktu, çünkü Evren'in sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu. Delikanlı o anda, hayatının kadınının karşısında olduğunu ve kızın da hiçbir söze gereksinim duymadan bunu bildiğini biliyordu. Anababası, anababasının anababası, biriyle evlenmeden önce ona kur yapmak, nişanlanmak, onu tanımak ve para sahibi olmak gerektiğini söyleseler de, delikanlı dünyada en çok bundan emindi. Bunun tersini söyleyenler, evrensel dilden habersiz kimselerdi. Çünkü bu dili bilen biri, ister çölün ortasında ya da ister büyük kentlerin göbeğinde olsun, dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir. Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve bütün gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an, ve gökkubbe altında her şeyin aynı El tarafından yazıldığı gerçekliği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk'ı yaratan ve çalışan, dinlenen ve güneş ışığı akında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan El. Çünkü, böyle olmasaydı, insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı.


     - İngiliz ayrıldıktan az sonra, Fatima su doldurmak için kuyuya geldi.
     "Sana tek bir şey söylemek için geldim" dedi delikanlı, genç kıza. "Benim karım olmanı istiyorum. Seni seviyorum."
     Genç kız testiyi taşırdı.
     "Seni her gün burada bekleyeceğim," diye konuşmasını sürdürdü delikanlı. "Piramitlerin yakınında bulunan bir hazineyi aramak için bütün çölü geçtim. Savaş benim için tam bir talihsizlikti. Aynı savaş şimdi benim için bir talih, çünkü burada senin yanında kalıyorum."
     "Savaş bir gün bitecek," dedi genç kız.


     - "Bana düşlerini, yaşlı kralı ve hazîneyi anlattın. Bana işaretlerden söz ettin. İşte bu yüzden hiçbir şeyden korkmuyorum, çünkü seni bana bu işaretler getirdiler. Senin de sık sık tekrarladığın gibi, ben senin düşlerinin ve Kişisel Menkıbe'nin bir parçasıyım. Aynı sebepten dolayı, senin, aramaya geldiğin şeyin doğrultusunda yolunu sürdürmeni istiyorum. Savaşın bitmesini beklemen gerekiyorsa çok iyi. Ama daha erken gitmek zorundaysan, öyleyse Menkıbe'nin yoluna git. Kumullar rüzgârın etkisiyle değişirler, ama çöl hep aynı kalır. Aşkımız da böyle olacak."
     "Mektup," dedi genç kız bir kez daha. "Ben, senin Menkıbe'nin bir parçasıysam bir gün geri döneceksin."


     - Geleceği nasıl seziyorum? Şimdinin işaretleri sayesinde. Gizin kökü şimdidedir; şimdiye dikkat edecek olursan, onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen, daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır.


     -Simyacı bir şişe açıp konuğunun bardağına kırmızı renkli bir sıvı koydu. Şaraptı ve ömrü boyunca hiç içmediği en güzel şaraplardan biri. Ama şarabı Şeriat yasaklamıştı.
     "Kötülük," dedi Simyacı, "İnsanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır."


     - Ulaşmaya lâyık olmadıklarını ya'da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek, ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken, ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz.


     - Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her ânı, Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma ânıdır.


     - Delikanlı o gün yüreğini dinledi. Ondan, kendisini asla terk etmemesini istedi. Ondan, düşlerinden uzaklaşacak olursa göğsünde sıkışmasını ve kendisini uyarmasını, uyarı işareti vermesini istedi. Ve bu işareti ne zaman duyarsa ona dikkat edeceğine yemin etti.


     - En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.


     - "Umutsuzluğa teslim olma," dedi Simyacı alabildiğine tuhaf, yumuşak bir sesle. "Yoksa, yüreğinle konuşmana engel olur."
     "Ama nasıl rüzgâra dönüşebilirim bilmiyorum."
     "Kendi Kişisel Menkıbe'sini yaşayan kimse neye ihtiyacı varsa hepsini bilir. Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu."



     - Simyacı atını sürdü.
     "Kim ve ne olursa olsun," dedi, "yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu."
     Delikanlı gülümsedi. Hayatın, bir çoban için bu kadar önemli olabileceğini hiç düşünmemişti.
     "Elveda," dedi Simyacı.
     "Elveda," diye yanıtladı delikanlı.


18 Ağustos 2016 Perşembe

Portobello Cadısı * Paulo Coelho

 

     - Çok sevdiğimiz birini yitirdiğimiz zaman duyduğumuz derin acının biricik avuntusu, en iyisinin bu olduğunu umut etmek belki de.



     - Peki o zaman hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız? Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum. Bir gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda yitirmeye yazgılıyız. Bedenimiz sağ kalır ama ruhumuz er geç ölümcül darbeyi yer. En kusursuz cinayet budur; yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz.
     O adsız sansız suçlular yaptıklarının farkında mıdırlar acaba? Kuşkuluyum, çünkü onlar da mutsuz, kibirli, düşkün ve güçlü olanlar kendi yarattıkları gerçekliğin kurbanıdırlar.
     Athena'nın dünyasını anlamazlar, anlayabilecek yetide değildirler. Evet, Athena'nın dünyası, en iyisi bunu böyle düşünmek. Ben gelip geçici biriydim o dünyada, orada bulunmak, bana tanınmış bir ayrıcalıktı; hani kendini olağanüstü güzellikte bir konakta bulursun, orada nefis yemekler yersin, ama bu öylesine bir şölendir, konak bir başkasınındır, yiyecekler bir başkası tarafından satın alınmıştır, en sonunda ışıklar söndürülecek, konağın sahipleri yatıp uyuyacak, uşaklar odalarına dönecekler; sen de kendini yeniden sokakta bulacak, bir taksi ya da otobüse atlayıp gündelik hayatının sıradanlığına geri döneceksindir, bunun farkındasındır; ben de böyle bir konumdaydım işte. Artık yavaş yavaş bunu böyle kabul ediyorum.
     Yalnızca görebildiğimiz, dokunabildiğimiz ve açıklayabildiğimiz şeylerin bir anlam taşıdığı o dünyaya artık geri dönüyorum; belki de bir parçam geri dönüyor demek daha doğru. Aşırı hız yüzünden kesilen trafik cezalarının, banka veznelerinde tartışan, durmadan havaların ısınmasından ya da soğumasından yakınan insanların dünyasına, korku filmlerine, Formula I yarışlarına geri dönmek istiyorum. Ömrümün geri kalan günlerinde yaşamak zorunda kalacağım evren bu işte.


     - Nasıl bu kadar kör olabildim? Nasıl bu kadar saf olabildim?
     Yine biliyorum ki, geceleri bir başka yanım, şimdi önümde duran sigara paketi ve cin kadehi kadar gerçek şeylerle bağlantı halinde boşlukta geziniyor olacak. Ruhum, Athena nın ruhuyla dans edecek; uyurken onunla olacağım; kan ter içinde uyanarak mutfağa gidip bir bardak su içeceğim. Hayaletlerle savaşmak için gerçeklikle en küçük bir ilgisi olmayan silahlar kullanmak gerektiğini anlayacağım. İşte o zaman, ninemin öğüdüne uyarak rüyanın sonunu kesip atmak için başucumdaki konsola açık bir makas bırakacağım.
     Ertesi gün, makasa belki de pişmanlıkla bakacağım; ama ya bu dünyada yaşamaya yeniden ayak uyduracağım ya da çıldırmayı göze alacağım.


     - Sonuç? Yalnız başıma kaldım. Gel gör ki, işi yarım bırakamam; zaman zaman kendimi çok güçsüz, çoğu zaman da çok kötü hissetsem de sonuna kadar sürdürmek zorundayım.


     - Onun en büyük sorunu, yirmi birinci yüzyılda yaşayan bir yirmi ikinci yüzyıl kadını olması ve bu gerçeği hiç gizlememesiydi. Bir bedel ödedi mi? Kuşkusuz, ödedi. Ama coşkuyla taşan gerçek benliğini bastırmaya kalksaydı, çok daha büyük bir bedel ödeyecekti. Durmadan, Başkaları ne der, diye kaygılanan, sürekli olarak, Şu işleri bir halledeyim, ondan sonra kendimi bütünüyle hayallerime adayacağım, deyip duran, ama bir yandan da, Koşullar bir türlü elvermiyor, diye yakınan kırgın ve mutsuz biri olacaktı.


     - Her zaman kıskanılacak, üzülecek, içine kapanacak, düşünmeden ani kararlar verecek. Aşırı hırs, hoşgörüsüzlük, gücünü kötüye kullanma, aşırılık gibi olumsuz titreşimlerden etkilenmemeye bakmalı.
     Bu çatışmadan dolayı, insanlarla duygusal bağlar kurmayı gerektirmeyen, bilgisayar uzmanlığı ya da mühendislik gibi bir meslek seçmesini öneririm.


     - Birçokları bir kadının tek hayalinin evlenmek ve çoluk çocuğa karışmak olduğunu sanırlar. Sana anlattıklarına bakarak belki de hayatta çok acı çektiğimi düşünüyorsundur, ama öyle değil. Kaldı ki ben oradaydım. Ben bütün o yıkımlara karşı 'korumak' isteyen bir sürü erkek tanıdım. Unuttukları bir şey vardı: Eski Yunan'dan bu yana, savaşlara katılan insanlar çarpışarak ölmüşler ya da belki yaraları sayesinde güçlenerek geri dönmüşlerdir. Böylesi daha iyi: Doğdum doğalı bir savaş alanında yaşadım ve hala hayattayım, kimsenin beni korumasına ihtiyacım yok.


     - "Ormanda iki yol belirdi önümde ve ben
     Daha az yürünmüş olanı seçtim,
     Bütün fark buradaydı işte." Robert Frost


     - Mutluymuşum gibi yapıyorum; beni sevenleri, bana önem verenleri üzmemek için mutsuzluğumu gizliyorum. Geçenlerde intihar etmeyi bile düşündüm. Geceleri, yatmadan önce, kendimle uzun uzun konuşuyorum, intihar düşüncesi kafamdan çıkıp gitsin diye dua ediyorum; canıma kıyarsam, nankörlük etmiş, bir kaçışa sığınmış, dünyaya hüzün ve acı saçmış olurum. Sabahları buraya gelip Aziza Therese'le konuşuyor, geceleri konuştuğum şeytanlardan beni kurtarmasını istiyorum. Bugüne kadar işe yaradı, ama gittikçe zayıf düşüyorum.


     - Hikayemi bitirdiğimde, durumumu daha açık seçik görebiliyordum artık: iki gönül bir olunca samanlık seyran olur diye düşünerek seçtiğim bir hayat. Ne gezer! Aşk bazen insanı uçuruma sürükler; işin kötüsü, sevdiklerimizi de yıkıma götürür.


     - Ama tüm yaraları iyileştiren zaman, bana tuhaf bir şey de öğretti: hayatta birden fazla insanı sevmenin mümkün olduğunu.


     - "Çünkü hayatım boyunca sessizce acı çekmeyi öğrendim."


     - Ben de, ne yapayım, yalnızlığımı kabullenmeyi tercih ediyorum. Şimdi yalnızlığımdan kaçmaya kalkarsam, bir daha asla birlikte olacak birini bulamam. Yalnızlığımla savaşacağıma onu kabullenirsem durum değişir belki. Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu fark ettim.


     - Hayatta da böyledir: Tüm fazlalıklardan kurtulduğumuz zaman yalınlığı ve konsantrasyonu keşfederiz.


     - Sakin sakin oturup televizyon seyretmeyi ben de isterdim, ama yapamıyorum. Beynimi durduramıyorum. Bazen çıldıracak gibi oluyorum.


     - Her şey hem çok basittir, hem de çok karmaşık! Basittir, çünkü tek gereken bir tutum değişikliğidir: Artık mutluluğu aramazsın. O andan başlayarak bağımsızsındır; hayatı başkalarının gözleriyle değil, kendi gözlerinle görürsün. Yaşıyor olmanın serüvenini aramaya çıkarsın.
     Aynı zamanda karmaşıktır da. Herkes bana mutluluğun ulaşılmaya değer tek hedef olduğunu öğrettiği halde neden mutluluğu aramıyorum? Neden hiç kimsenin gitmediği bir yoldan gitmenin riskini göze alıyorum?
     Kaldı ki, mutluluk nedir?
     Mutluluğun aşk olduğunu söylüyorlar. Oysa aşk mutluluk getirmez, hiçbir zaman da getirmemiştir. Tam tersine, sürekli bir kaygı durumudur aşk, bir savaş meydanıdır; kendi kendimize sürekli olarak acaba doğru mu yapıyorum diye sorduğumuz uykusuz gecelerdir. Gerçek aşk, vecd ile ıstıraptan oluşur.


     - Hayatımın büyük bir bölümünü mutluluğu arayarak geçirdim; oysa şimdi zevkin peşindeyim. Zevk sevişmeye benzer, başlar ve biter. Haz almak istiyorum. Hoşnut olmak istiyorum, ama mutluluk başka. Artık o tuzağa düşmüyorum.


     - Kendini dünyanın en değersiz yaratığı gibi hissettiğin zaman bile kendini iyi hissetmeye çalış
     Hiç kimseyi hiçbir şeye ikna etmeye çalışma. Bir şeyi bilmediğinde ya sor ya da git öğren. Ama bir şey yaparken sessiz akan ırmak gibi ol ve kendini daha büyük güce aç.
     İlk başta kafan karışacak ve kendini güvensiz hissedeceksin. Sonra yavaş yavaş herkesin aldatıldığını sandığına inanmaya başlayacaksın. Bu doğru değil. Bilgin var, bütün iş bunun ayırdında olmakta. Bu gezegendeki bütün insanlar çok kolay hüzne kapılırlar, hastalıktan, istiladan, saldırıdan, ölümden korkarlar. Yitirdikleri yaşama sevincine yeniden kavuşmalarını sağlamaya çalış.
     Açık ol.
     Gününün her dakikasında seni geliştiren düşüncelerle kendini yeniden programla. Kendini tedirgin hissettiğin ya da kafanın karışık olduğunu sandığın zaman kendine gülmeye çalış. Kuşkular ve kaygılar içinde kıvranan, dünyada kendi sorunlarının başka bir sorun olmadığını sanan o kadına kahkahalarla gül.
     Zihnini yoğunlaştır.
     Eğer zihnini odaklandıracak hiçbir şey bulamıyorsan, nefes alıp verişine odaklan. Yüreğinin atışını dinle, denetleyemediğin düşünceleri izle, birden yerinden kalkıp "yararlı" bir şey yapma isteğini denetim altına al. Her gün bir kaç dakika hiçbir şey yapmadan otur ve bu süreden mümkün olduğunca çok şey edinmeye çalış.
     Bulaşık yıkarken dua et. Yıkanacak tabaklar olduğu için şükret; çünkü bu, yiyecek bir şeyler olduğunu, birilerini doyurduğunu, birileriyle ilgilendiğini, yemek yapıp sofra kurduğunu gösterir. O anda yıkayacak tek bir tabağı olmayan, sofra kuracağı hiç kimsesi olmayan milyonlarca insanı düşün.


     - Seni öğrendiğin şeyler üstüne ders verirken görmeyi çok isterdim. Hayatın ana amacı budur: aydınlatma! Kendini bir konuya yönlendirirsin, şöyle bir durup kendine bakarsın ve ne kadar becerikli olduğuna şaşıp kalırsın.


     - Halil Cibran şöyle der: 'İstendiği zaman vermek iyi bir şeydir, ama istenmeden vermek daha iyi bir şeydir.'


     - Her şeyi yapabiliyorsam, doğru yaptığımı da biliyorsam, nasıl oluyor da şu kadarcık sevilmiyorum, azıcık hayranlık uyandırmıyorum?


     - Değişiklikler ancak yapmaya alıştığımız her şeyin tam tersini yaptığımız zaman gerçekleşir.


     - Geleceği o kadar bilemezsiniz, çünkü geleceğe şimdi alınan kararlar yön verir. Bisikleti sürmeye devam edin, çünkü pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz.


     - Başarısız olduğuna inanan herkes her zaman başarısız olacaktır. Farklı davranamayacağına karar veren herkes alışılmış olan tarafından yok edilecektir.


     - Daha önce kapıların kapalı olmasının tek nedeni, o kapıları bir tek benim açabileceğimin farkına varmamış olmamdı.


     - Yalnızca kendimi hayalime teslim etmem ve acı çektiğimi görsem bile dişimi sıkmam gerekiyor, çünkü acı geçer gider.