28 Ekim 2013 Pazartesi

Olmayalı * Oruç Aruoba

     Merhabalar sayın izleyiciler and the strangers or the others. (Bu şekilde diğerlerini de saydım çünkü, blog anahtar kelimelerimde "orospu foto blogsports" yazdığını gördü bu gözler bugün! Adam Google'da orospu fotosu araştırıp hem de blogspoRts! olarak benim bloguma ulaşmış.  Her türlü kesime mi hitap ediyorum acaba? :)


     Bugün Oruç Aruoba'nın Olmayalı isimli kitabını okudum. Daha önceden yazarın Oruç Aruoba - İle isimli kitabını okumuştum. İki kitabı karşılaştıracak olursam İle kitabı çok daha iyi, lakin Oruç okumaya devam edeceğim, tarzını seviyorum. Gelelim kitapta altını çizdiğim yerlere.


     Ne kadar oldu
     Olmayalı?



     
Güneş bilmiyordu evi neresi,
     ay bilmiyordu nasıl bir gücü var,
     yıldızlar bilmiyordu yerleri nerede.
         
          Edda (Snorri Sturluson) (J.I. Young, 1966)



     Hiçbirşey o zaman, ölmüyor mu hiç içimizde?
     Hiçbirşey ölemez mi, biz yaşadığımız sürece?

          Nikos Kazantzakis, The Fratricides (A.G. Dallas, 1967)



     Katıp birleştirmişsem ruhumu, ya da tümüyle
     Çözülüp kuşatılmışsam birşeyce burada, yeryüzünde,
     Orada bulabilirsin beni, sen Ey endişeli sen,
     Kapılarımın önünde yitik bir ben'e seslenen;
     Derim, akıp geldi ruhum geri, parıldatıcı oldu.
     Arama dudaklarımı, Ey sevgili, bırak ellerimi,
     Bir insan gibi devinen bu şey artık ölümlü değil.
     Görmüşsen yansıyan gölgemi, kişilik yoksunu,
     Görmüşsen o bütün anların aynasını,
     O üzerine gölgesi düşen bütün şeylerin yansıtıcısını,
     Seslenme o aynaya ben'dir diye, çünkü kayıp gittim
     Senin elinden, yanıltıp kaçtım.

          Ezra Pound "Und Drang" VII, "The Flame" (Canzoni 1911)



     OL
     uşmam. Olmam. Olmazdım. Olamazdım. Olmadım.
     Hiç. Olmadı. Olmadı
     lar.
     Hiç. Ola
     maz
     lar
     mıy
     dı
     ?



     YOK
     lama. Yokla
     r.
     ART
     ık.


     NIEDERGANG
     Düş
     ersin - ama gitmez
     sin - zaten hiç
     er
     me
     miş
     sin
     dir.



     KO
     ku
     nu
     ko
     ru
     yo
     ru
     m.



     Kişinin yaşamının anlamı herzaman 'yanında' değildir - 'uzaklaşır' bazen...
     Yaşamının anlamı 'uzağında'yken, kişi, bunu kendine unutturacak 'meşgaleler' bulur: çünkü yaşamının anlamının 'uzak' olduğu bilincini sürekli canlı tutmak, dayanılmazdır.
     Dayanamadığı birşey de olabilir, anlamı, yaşamının, kişinin --
     Dayan
     ama
     dığı
     birşey...



     Kişinin yaşamının anlamı hep parçalanmalar ile bütünlenmeler arasında oluşur - bazen, dağılmış ve dağınıklaşmış yaşamına bakınca, kişiye öyle gelir ki, ne yaparsa yapsın, birtürlü bağdaştıramayacaktır onun anlamının farklı - kopuki kopmuş, koparılmış - parçalarını; bir türlü bağlantılaştıramayacaktır, apayrı duran öğelerini -
     -sonra, gün gelir, öyle anlar olur ki, birdenbire, hiç beklemezken- kendi de şaşarak- bağdaşmış ve bağlantılaşmamış buluverir onların hepsini-
     - ancak hep, beklemediğinde, bütünlenir parçaları ile öğeleri, anlamının, yaşamının, kişinin...



     Kişinin yaşamının anlamında yenilenme isteği yatar, en temelinde bir yerde: kişi hep önceki yaşadıklarında eksikliklerini, hataları, yanılgıları bulunan noktalarda, tamamlanmak, doğru olmak, gerekli olanı bulmak ister -
     - ama, hep de, orada peşindedir, yapamadıkları, eksik kaldıkları, yanlışları, anlamında, yaşamının, kişinin...



     Hep yorgunluk bekler yaşamının anlamını arayan kişiyi - gidip arayınca bitkinlik; durup bekleyince bezginlik...
     - Ne de güzeldir ama, aramak - acılı; ama, nasıl da yüce, beklemek...


     Yavaş yavaş - yıllar boyu -, ve, birdenbire - tek bir günde -, değişir, anlamı, yaşamının, kişinin.


     - yitik - önceden varken sonradan yokolan-



     Kişinin yaşamının anlamı hiç olmayabilir de: kişi vardır; yaşıyordur, ama yaşamının anlamı yoktur - bu da olabilir...
     Olmayabilir, anlamı, yaşamının, kişinin.



     Şimdi, öylesine, dışarı çıkar, biryerlere gider, tanımadığın biriyle buluşur, tanışır, konuşursun - dışarıdan bakanlar, amaçlı, 'emin' adımlarla, çok iyi bildiğin birşeyler yapmağa gittiğini sanırlar-
     - oysa, yalnızca, içindeki o boş yerini taşıyorsundur, öylesine, biryerlerine, anlamının, yaşamının...



     Güney'den Batı'ya döner rüzgar: sen de durup düşünüp sorarsın: "Neler oldu, neler kaldı, neler var?" diye...
     - Birşey kesin: hiçbirşey kalmadı...
     - Ama, yok mu hiç, olanlardan; varolmadı mı hiçbirşey?...
     Ürker kişi, soruyu sorunca: "Neler yok?" diye sorsaydı, kolaydı - şimdiyse, zor:-
     "Neler var?" - daha doğrusu, "Neler vardı da, olmayalı, artık yok?"...
     Saymağa çalışırsın:-
     Bir çekinden gülüş:
     Bir ürkek adım:
     Bir gizlenen sevinç -
    - Başka?...
          - Peki:-
     Bir incecik, kızıl pırıltılı saç teli -
     - anlamı, yaşamının, kişinin...

   
     
   
       

10 Ekim 2013 Perşembe

#AklımdakiAtlıKarınca #2



      Sevgili izleyiciler;

     Okuduğum, sevdiğim, beğendiğim şeyleri bir yerde toparlamak istedim. İyi okumalar, dinlemeler, yudumlamalar, tüttürmeler, bu postumu incelerken; her ne boklar yapıyorsanız onların iyilerinden olsun işte.


                               


     İstanbul Modern'deki Göğe Bakma Durağı'nı ziyarete gitmek gibi bir isteğim vardı, sanırım olmayacak. İstanbul'da olup vakti olanlar varsa bir gidip görsün derim. Bir de Turgut Uyar'ın şiirinin adı koyulmuş fakat o niyetle yapılmış bir çalışma değil. İlk başta böyle bir çalışma yapılmış ve daha sonra adı "Göğe bakma durağı" olsun denilmiştir. Bilgi edinmek isteyenler için; istanbul modern , sky spotting stop . Yine bir isteğimi gerçekleştiremeyecek olmanın hüznü... nerede bu lanet olası çakmak!


     "Hata kaçınılmazdır, yeni bir şey yapmak için." TURGUT UYAR

                               

     Bu aralar Birsen Tezer şarkılarına takmış durumdayım, "kusura bakma" da o şarkılardan biri.

" ...hiç kusura bakmasın yarın... Gözünü kapatıp içini duyma zamanı"


     
19 - 24 Kasım tarihleri arasında 14. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali var, program henüz açıklanmadı ama ona gideceğim, bir aksilik olmazsa.



     " Birilerinin kafama çivi çakmasından uzaklaşma hakkımı kullanmak istemiştim sadece.

     Birilerinin zavallı hayatıma bakarak kendini tatmin etmesinden,

     boktan hikayelerini parlak destanlar gibi görmek için karanlığıma bakmasından,

     beni ben yapan şeyleri pandiklemesinden uzaklaşmak,

     ruhumu özgür bırakmak istemiştim."
YEKTA KOPAN


     "Ruhumun bendenimden ayrılıp gün batımına gitmesine izin verdim.
     Uzandım.
     Gözlerimi kapadım.
     Artık tanımadığım bir sesle mırıldandım:
     "Seni senden başka kim özgürleştirebilir ki?" YEKTA KOPAN
                         


     " Severdim.
     Seviyordum çünkü
     hayatım boktan müzikler çalan,
     kimselerin dinlemediği yerel bir radyo istasyonuydu
     ve o,
     bir gece yarısı can sıkıntısından radyo kanallarını dolaşırken sevdiği bir parçaya denk gelmiş
     ve kalmıştı bu radyo istasyonunda."
BATUHAN DEDDE


     "Sanki bir piçin elindeki kibrit çöpüydüm ve yanmamı izliyordum, günden güne nasıl karardığımı...
     Hayatım içinden çıkılmayan bir soru haline gelmişti.
     Boktan havuz problemleri,
     Ali'nin yaşı ve babasının yaşlarının toplamı kadar boktan ve bayağı...
     Bayat bir bisküvi gibi hissediyordum kendimi,
     çaya batırıldıkça parçaları bardağın içinde kalan.
     Varlığı her gün beni bir bardak çaya batırıyor;
     büyük büyük parçalarım kalıyordu bardağın içinde.
     Eksiliyordum.
     "Ali'nin de mına koyarım şimdi babasının da, yeter lan!" diye bağırdım.
     Patlamıştım çünkü bir "soru" daha geliyordu.
     Sorulardan nefret ediyordum."  
BATUHAN DEDDE



     
Ve son olarak şarkımı paylaşır da giderim.
          hadi iyakşanlar.
                arrivederci
                         


   

   


     

9 Ekim 2013 Çarşamba

Kafka İle Söyleşiler * Gustav Janouch

     Bu kitapta Gustav Janouch'un; babasının yakın iş arkadaşı olan Kafka ile genç yaştayken yaptığı söyleşiler bulunmaktadır. Gustav Janouch'un yazı yazmaya olan merakını gören babası; Kafka'ya bu yazılardan bahsedip oğlunu kendisiyle tanıştırır. (Ne baba ama! Kafka'nın babanızın arkadaşı olduğunu bir düşünsenize... çılgınlık)  Kafka o sıralarda, İşçileri Kazalara Karşı Koruma Kurumu'nda çalışmaktadır. Eserlerinin çoğu öldükten sonra yayınlanmış, adı ve eserleri ölümünden sonra tüm dünyada yankılanmıştır

     Kafka hakkında daha fazla bilgi edinmek adına okunması gereken bir kitap, sizi 1920'lere hatta aynı zamanda daha önceki yıllarda yazılan eserlere de götürüyor. İyi okumalar.

     Şimdi gelelim o yıllarda Kafka'nın söylediklerine;



     Belirgin olan tek şey acı çekmektir.


     İnsanın gücünü arttırdığında aydınlık iyidir. Şu korkunç uykusuz geceler olmasaydı hiç mi hiç yazamayacaktım. Ama hep benim kendi karanlık yalnızlığımı anımsatıyorlar bana.
                             
               
     İnsan bazı şeyleri aklından çıkarıp atmak için onların resimlerini çeker. Benim öykülerim, insanın bir tür gözlerini kapayışıdır.


     Bir insan yaşamdan bir yığın kitap ortaya koyabilir, ama kitaplardan az, çok az yaşam ortaya koyabilir.


     Eskiler yaşamın en derin anlamını koyuyor - sürekliliği. Yeni olan şeyler, en gelip geçici olan şeylerdir. Bugün güzeldir, yarınsa gelip geçici ve gülünçtür.


     Benim kuşkuculuğum, bu savaşımın genelde bir gölge boksu olduğu gerçeğini değiştirmez.


     Yaşlılık, er geç ulaşılması zorunlu olan, gençliğin geleceğidir. Savaşım niye öyleyse? Daha çabuk yaşlanmak için mi? Daha çabuk değişmek için mi?


     Yazar ile Kafka arasında geçen diyalog;

     G.J.: "Çok mu yalnızsın?"
     Franz Kafka başını sallar.
     G.J: "Kaspar Hauser gibi mi?"
     Franz Kafka gülerek: "Kaspar Hauser'den daha beter. Ben Franz Kafka kadar yalnızım."


     Bir düş içinden yürürdük gözlerimiz açık: kaybolmuş bir çağın bir hayaletiydik bizler yalnızca.


     Ama bu yalnızca kişisel bir fikir şu anda, daha derinliğine incelersem vazgeçerim sonra belki de.


     Hepimizin elinden geldiğince çabucak uykuya dalarak kaçmaya çalıştığı kötü bir vicdanı vardır.


     Yaşayanları kimse bilemez. Günümüz değişim ve dönüşümdür.


     Her zaman değil. Ama böylesine Tanrısız bir zamanda insanın şen olması gerekiyor. Bir görevdir bu. Geminin orkestrası Titanic batıncaya kadar çalmıştı. İnsan umutsuzluğun temellerini ancak böyle zayıflatıyor.


     Yalnızca an geçerlidir. Yaşamı belirler.


     İnsanlar söylediklerinin ve yaptıklarının sonuçlarını önceden göremedikleri için kötü ve suçlu olurlar.


     İnsanın tüm yaşamı ölüme doğru bir yolculuk yalnızca.


     Bilirsin - yuva yuvadır. Başka yerlerde her şey çok değişik.


     İnsan yalnızca bağırıyor, çağırıyor, pepeliyor, yutkunuyor. Yaşamın taşıma bandı insanı bir yerlere götürüyor -ama kimselerin bilmediği bir yerlere. İnsan, yaşayan bir canlıdan çok, bir şey, bir nesnedir.


     Yaşama sıkı sıkıya sarılmış birisi korkmaz ölmekten. Ölüm korkusu, yaşanmamış yaşamın sonucudur yalnızca. Aldatılmış olmanın bir belirtisidir.


     Kafka'nın basın ve siyaset hakkındaki söyledikleri;
     "Bu büyük politik toplantıların anlaksal düzeyi, sıradan kahvehane konuşmalarınınki gibidir. Olabildiğince az şey söylemek için, insanlar bağıra çağıra ve uzun uzun konuşurlar. Gerçekten de doğru ve ilginç olan şeyler, üzerine hiçbir sözün edilmemiş olduğu, arka düzeyde dönen dolaplardır."

    Janouc sorar; "Yani sence basın doğruya hizmet etmiyor mu?"

     "Yaşamın gerçekten birkaç yüce ve değerli şeylerinden bir tanesi olan doğruluk satın alınamaz. Sevgi veya güzellik gibi, bir armağan olarak alır insan onu. Ama bir gazete, satılıp alınabilen bir üründür."

     Yazar; "Yani basın insanın aptallığını kötülüğe mi teşvik ediyor yalnızca?"

     "Hayır, hayır! Her şey, yalanlar bile doğrudan yana çıkar. Gölgeler güneşi karartmazlar."



     Kafka'nın Birleşmiş Milletler için söyledikleri;
     "Birlik, savaşın yerini belirleyen bir çarktır. Savaş devam ediyor, şimdi yalnızca başka silahlarla. Tümenlerin yerini bankalar alıyor: paranın savaş gücü savaş sanayisinin yerini alıyor. Birlik, bir uluslar birliği değil; çeşitli çıkar grupları için bir menkul kıymetler borsası."



     Dağların dorukları birbirlerini görürler. Genellikle aynı çevrede bulunmalarına karşın, eteklerinde yatan çukurluklar ve küçük vadiler birbirlerinden habersizdirler.


     Gülme! Güzel olana karşı gözlerini kapamak istiyormuş gibi davranma. Gururunu gizliyorsun yalnızca. Gülümsemelerin? Dökülmemiş gözyaşları onlar.


     Mutlu anılar kederle karıştıklarında daha tatlı oluyor. Dolayısıyla, üzgün değilim aslında, ama zevk için açgözlüyüm yalnızca.


     Bir rüzgar esintisi, bir ölüm havasıdır bu yalnızca. Bir an içinde kaybolur gider. Bana en yakın olanlardan bile ne kadar sonsuz bir biçimde uzaklarda olduğumu anlamamı sağlıyor bu yine de ve bu yüzden de yüzümde kötü bir bakış beliriyor, bunun için beni bağışlaman gerekiyor.


     En kolay çözüm, kusurun birlikte paylaşılması olacaktır. Hastalık aşılayacağım sana.


     Uykusuzluğum yalnızca büyük bir ölüm korkusunu gizliyor belki de. Uykudayken benden ayrılıp giden canın bir daha asla geri dönmeyeceğinden korkuyorum belki de. Ani bir karar olasılığından korkan, kesin bir günah anlayışıdır uykusuzluk belki de. Uykusuzluğun kendisi bir günahtır belki de. Doğal olanın bir dışlanışıdır belki de.


     Tüm hastalıkların kökeni günahtır. Ölümlülüğün nedeni budur.


     İnsan yaşlandıkça genişliyor ufku. Ama yaşam olanakları ise küçüldükçe küçülüyor. Sonunda insan yukarıya doğru bir bakış bakıyor ve dışarıya doğru bir soluk veriyor yalnızca. Bir insan işte o anda tüm yaşamını gözden geçirir belki. İlk kez - ve son kez olarak.


     İnsan yalnızca amacına ulaştığı zaman yolunun doğru mu yoksa yanlış mı, olduğunu anlayabilir. Biz en azından yola koyulduk şimdi. Hareket halindeyiz ve dolayısıyla da yaşıyoruz.


     İnsan kendisinden kaçamaz. Kader böyle. Seyretmek ve bizle bir oyunun oynandığını unutmaktan başka yapacak bir şey yok.


     Sakin ve sabırlı ol yalnızca. İçinde bulunduğun kötü durum ve hoşnutsuzluk sessizcene terk edecek seni. Bunlardan kaçınmaya çalışma. Tam tersine, dikkatlice incele bunları. Tepkisel sinirliliğinin yerini etkin anlayış alsın ve göreceksin ki dertlerinden kurtulacaksın. İnsanlar büyüklüğe kendi küçüklüklerinin üstesinden gelerek ulaşırlar yalnızca.



     1924 yılı 3 Haziran gününde Franz Kafka Viyana yakınlarında özel bir sağlıkyurdunda ölmüştür.

     Yazarın babası ise 14 Mayıs 1924'te intihar etmiştir.

     Aralarında sadece 21 gündür vardır.

     Babası ve en çok sevdiği kişi Kafka öldüğünde yazar 21 yaşındadır.


   





     

8 Ekim 2013 Salı

#AklımdakiAtlıKarınca

     An itibariyle; kendi kendime konuşmayı bırakıp, bloga içimi dökmeye niyetlenmiş durumdayım sevgili izleyiciler.

     Kitaplığımda okumaya vakit bulamadığım bir sürü kitap var, indirimden  veya adını beğenerek alıp bir köşede beklettiklerim. (biliyorum siz de yapıyorsunuz) Onların içinden ne okusam diye bakarken, yazın bir arkadaşımla yaptığım sohbet aklıma geldi. Çok uzatmadan konuşmaya geçiyorum;

     Ben bir elimde nescafem, diğer elimde kindle ım kitap okuyorum, yanımda da arkadaşlar var havadan sudan konuşuyorlar. Onlardan biri kalktı, gelip yanıma oturdu ve;

     -Yasemin ne okuyorsun?

     - Ahmet Hamdi Tanpınar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

     - Hmmmm... Ne anlatıyor?

     - Kitap okumayı seviyorsan vereyim bir kaç gün sende kalsın oku kendin öğren?

     - Ben bir kitap almıştım en son Cehennem diye.

     - Dan Brown ? Serinin diğer kitaplarını da okudun o zaman?

     - Hııı onun kitabı. Aldım 25 sayfa falan okudum çok da kalınmış. Bilmem diğer kitaplarını. Arkadaşlar söyledi, bu kitap dikkat çekiyormuş, al yanında taşı kızların dikkatini çeker dedi. Ben de aldım azıcık okudum, hatta arabada duruyor şu an.

     - İyi de serideki diğer kitapları okumamışsın. Kız bir şey sorsa bilemeyeceksin. Olumm sen manyak mısın?

     - Tamam sus bee! Al arabanın anahtarını kitap senin olsun diyecektim ya gitmeye üşendim şimdi, madem okuyorsun bir işe yarasın bari.

     (ben koşa koşa gidip kitabı aldım ve yüzümde gülücükler tabii)

     - Bir kitapla mutlu olacaksan, bulalım sana bir kitapçı; evlendirelim.

     Ben de kindle ımı gösterek;

     - Ben bununla evliyim zaten.

 dedim ve gülüştük.


     Şimdi anlıyorum da, kitaplar bazıları için insan, arkadaş, sevgili, dost gibi; birer mutluluk, huzur kaynağı iken, bazıları için bir süs, aksesuar, kız tavlama aracı...

     Kitapların kıymetini en çok kimsesi olmayanlar anlar sanıyorum. Ki ben onca kalabalığın içinde bile bir köşeye çekilip kitap okumaktan hoşlanırım.


İnsanlar bir bir bırakıp gidiyor
yalnız kendinle kalıyorsun
belki biraz kahve ve sigara
                   yanında bir de kitap
acını dindiriyor
a c ı n ı   ç o ğ a l t ı y o r

güldürüyor
a ğ l a t ı
-yor

yetiyor
y e t m i y o r
...
kahvem soğuyor
 - gitmem gerek.

4 Ekim 2013 Cuma

İki Gözüm Ayşe * Sabahattin Ali


     Sabahattin Ali'nin bu kitabında, duygusal bağlarla tutulduğu Ayşe Sıtkı'ya 1933- 1934 yıllarında cezaevinden yazdığı mektuplar bulunmaktadır.

     Kitap Sabahattin Ali'nin ölümünden sonra; Ayşe Sıtkı ve Doğan Akın tarafından yayına hazırlanmıştır.


     İnsan, ne olursa olsun, mutlak surette yalnız olduğunu asla kabul etmek istemiyor. Yalnızlığın insana verdiği gurur bile ilk fırsatta mevkiini bir aldanışa terk ediyor. Sonra insana (tamamen değilse bile) kısmen yakın olanlar bulunabilir, mesela (bunu iltifat kabul edebilirsin) aramızda kilometreler bulunmasına rağmen seni bazen pek yakınımda hissettiğim oluyor ve ara sıra: "Belki, diyorum, belki o bunu anlayabilirdi."

     Bazı felsefelerin bana pamuk ipliğiyle bağlandığını söylüyorsun, öyle olabilir Ayşe, bir fikrin kıymeti sabit oluşunda değil, samimi oluşundadır. Ben onları yazarken samimi idim ama onlar bana uymazlarmış da ben yarın değişebilirmişim, bu da olabilir ve gayet tabiidir, kör değneğini beller gibi bir fikre saplanacak değilim ya. Dediğim gibi insan bir fikre samimiyetle sarılmalı ve onun için ölebilmelidir, fakat bu yarın o fikre hücum için mani teşkil etmemelidir. Dedim ya, hiçbir şeyi ciddiye almamalı, hatta ölümü bile.


                                


     İzzeti nefis falanca kıza: Beni sevmez veya sevmediğini ilan edersen izzeti nefsim kırılır! demek değildir. Bunun aksi, yani seven kıza: Hayır, istemiyorum! demek de değildir. Bilakis hiç kimseden hiçbir şey istememek ve verildiği zaman da teşekkürsüz ve sessiz kabul etmektir. Ben .....'ya aşık bulunduğum dört sene zarfında, bütün bilenlerin tasdik edeceği veçhile, ondan hiçbir şey, ama mutlak surette hiçbir şey, hatta tatlı bir bakış veya yumuşak bir kelime bile talep etmemiş, bütün aşkı, aşkın asaletini ve gururunu yalnız vermekte hiçbir şey düşünmeden vermekte bulmuştum.


     Zorla sevilmek isteyenler ihtiyarlar, sevildikleri zaman naza çekenler de muallim mektepleri talebeleridir. Ne yarı küstah bir talepkarlık, ne de cıvık bir gurur... Aşk böyle soğukluklardan tamamen uzak, saf aşk halinde içimizde yaşamalıdır.


     "Venüs'e hakaret etmekten çekinmelidir, çünkü intikamı dehşetli olur..." Tais - Anatole France

     Mamafih ben, kendileriyle ilgiyi kestiğim zaman ıstırap duyacağımı zannettiğim herkese aşık olduğumu farzederim, şu halde sana aşıkım demektir.


     Size yeni sevgilimi nasıl tarif edeyim? Güzel mi, bilmem, bence dünyada sevilmeye layık olan mahlukların yeganesi. O kendisini ne kadar sevdiğimi, hatta yalnız sevdiğimi bile bilmediği halde ben onun için her şeyimi, herhangi bir uzvumu feda edebilirim.


     Bu akşam bana acaip ve hazin şeyler düşündüren sebep, biraz evvel yaptığım uzun bir mehtap gezintisidir. Bu akşam ayla uzun zamanların hesabını gördük. Ne zamandan beri kaçmak istediğim bu an nihayet geldi, beni yakaladı. Kurnaz ay benim ihtiyatsız yalnızlığımdan istifade etti.


     Ben ne zaman mehtapta dolaşmaya çıksam yanımda birisini, ses çıkarmadan veya konuşarak yanımda yürüyecek birisini ararım. Mutlak surette yalnızlığa alışmış olan dimağım yalnız o zaman bir arkadaş ister ve ben yalnız o zaman bir yoldaşa olan ihtiyacı duyarım, ben ay ışığı altında yürürken kolumda vücudunu bana yükleyerek giden birisini istiyorum. Ve ay beni yalnız gördükçe: "Nerde arkadaşın?" diye soruyor zannediyorum. İlk zamanlarda daha çocuk sayılırdım ve aya, "Daha dur bakalım!.." diyebiliyordum, fakat zaman durmuyor ki... Nitekim bu cevabı veremeyeceğim demler geldi... Fakat başka bir cevap, onun istediği cevabı vermek hiç mümkün değil... Ve galiba mümkün olmayacak da...


     Her insanın içinde sonsuz teller var, ve herkeste başka başka. Bazen iki kişide aynı sesi veren bazı teller bulunuyor, o zaman: "Birbirimizi bulduk" diyorlar. Fakat yalnız bu teller çalındığı müddetçe... Diğer tellere geçildiği zaman arada ne dehşetli bir ayrılık olduğu meydana çıkıyor. Yanımda götüreceğim kimsenin benden ayrı telleri olmasına tahammül edemem. Her teli bana uyan birisini bulamam, şu halde yalnız kalmakta kabahatli ben miyim?


     Ben tahammüllü adamımdır. Hele çaresi olmayan şeylere pek tahammül ederim. Yalnız sizin gibi pek beğendiğim birkaç kişi en lazım olan zamanda beni yalnız bırakmasalar... Ne yazayım, sen sorsan ben cevap verirdim, fakat şimdi kendiliğimden yazacağım şeylerin hepsi soğuk ve manasız olacak. Bilhassa benim içim bugünlerde sizlerin pek de aşina olmadığınız birtakım hislerle dolu... Günlerce ölüm düşüncesiyle başbaşa oturmak nedir bilir misin... Kader, tereddüt, imkansızlık karşısında gebermeyi nasıl istediğimi tasavvur edebilir misin? Düşün ki burada geçen 24 saatin hepsi uyku saatleri de dahil, envai türlü azap ve dargınlıkla, yaşama küskünlükle doludur.


     Hayatın bazen çok tatlı olduğunu itiraf ederim. Fakat herkes için değil. Mesela ben hayatımın bir bilançosunu yapsam, bütün ömrümdeki zevkli anlar ihtimal bir hafta bile tutmazlar.


     yar-ı garim: ayrılmaz yarim


     Öyle anlarım olur ki, bir saniyede bazen başkalarının bir ayda yapamayacakları düşünce aşamalarını katederim ve bu kadar çok ve çeşitli düşünmek beni mütemadiyen hakikatten uzaklaştırır.


     Ölerek beni sevenleri hayal kırıklığına düşürmek istemiyorum. İsteyerek ölmek bir hayli hodbince (bencilce) bir şeydir.


     Yani kimisinin yazgı, kimisinin talih dediği o garip kuvvet bundan sonra belki döner ve benimle böyle fasılasız uğraşmaktan vazgeçer...


     Benim şikayetim bugünkü felaketlerim değildir, ben ileride bu felaketleri zevkle anımsayacak mesut günlere erişemeyeceğimi bildiğim için bu kadar müteesirim.

     Uzun müddet diş ağrısı çekmek, insanın buna alışarak kayıtsız kalmasını icap ettirmez...


     Bir gün kendi isteğimle bu hayattan çekildiğimi duyarsanız sakın hakkımda yanlış düşünceler peyda etmeyiniz. Biliniz ki ben bunu yalnız başka çare kalmadığı için yapmışımdır. Avusturya İmparatorluğu bir zamanlar Karadağ isyanını bastırmaya gönderdiği zabitlere ufak birer şişe de kuvvetli zehir verirdi. Karadağlılar esir ettikleri zabitlerin, burunlarını, kulaklarını kestikleri için, zabitler bunların eline geçer geçmez zehri içer ve işkenceden kendilerini kurtarırlarmış. Bu hareketten daha tabii bir şey galiba yeryüzünde yoktur ve bu zabitlere kendilerini öldürdüler diye atıp tutmak kimsenin aklına gelmez... Hayat benim burnumu kulağımı kesmekte devam ederse benim de aynı şekilde makul bir çareye girişmem neden fena görülsün?


   



     Yalnız yaşamak, nasıl olursa olsun yaşamak istiyorum. Yalnız hayatta olmak bana diğer bütün felaketleri silip süpürecek bir bahtiyarlık gibi geliyor. İhtimal bir müddet evvel şiddetle tesiri altında bulunduğum düşüncelerin reaksiyonu...


     İyiler ancak fenalığa, imkan ve vesile bulamayanlar.


     "Saatte 60 dakika gibi dehşetli bir süratle ölüme doğru koşuyoruz." Bernard Shaw


     Çok çeşitli yaşamaktan bir şey çıkmaz, çok ve çeşitli düşünmeli...


                             


   
     Yazıların ve kitapların aleminin beni saran alemden daha hakiki buluyorum...


                             


     Hiçbir şey yapmak istemiyorum, yegane arzum kendi alemimde yaşamak, ve bana benzeyenleri benim alemimde olsun yaşatmaya vesile olacak şeyler yazmaktır. Hayatta daha bir çok arzum olabilir, fakat bu arzuya feda etmeyeceğim bir şey yoktur.



                             


     Bir frene muhtacım, sana vapurdan yazdığım mektupta yazdığım şekilde bir arkadaşa muhtacım. Yarım taraflarımı örtecek veya tamamlayacak birisine muhtacım. Doğal olarak böyle bir şey bulamayacağım... Her şey şimdiye kadar olduğu gibi devam edecek. Belki seneler bu arkadaşın vazifesini yapacaklar...



                          


     Değiştirilmesi artık elimizde olmayan şeylere yanıp yakılmakta, bunları sayıp dökmekte bir fayda yoktur...



                        


     Dikenlerimi ayıkladıktan, fazla uzun ve lüzumsuz taraflarımı kestikten sonra kuşa benzeyeceğime eminim.


                      


     Bence bir kızla ahbaplık eder etmez aklına evlenmek getirmek bir kuzuyu okşarken "kaç okka eti çıkar, pirzolası nasıl olur?" diye düşünmeye benziyor.


                     


     Ben de oturup düşündüm...
     Elinden bir şey gelmeyen budalalar işte benim gibi oturup düşünürler... Ve sonra mektup yazarlar...
     Şimdilik bu kadar iki gözümün bebeği...


     Suzan Bizimer - Koymaz mısın şu kalbime elini ah


     Bari yarın çıkınca tekrar kavuşacağım şeyler bana bugünlerin azabını tazmin edecek kadar zevk verebilse... Ne gezer, yarın bu özlediğim şeylere kavuşunca tamamen soğuk ve lakayıt kalacağım. Ancak benden uzak olan şeyler benim için şayanı arzudur.


                    


     Teşrin-i evvel: Ekim ayı


     Sen İstanbul'da olursan ne ala, başka bir yere gidersen muhakkak oraya da gelirim. Çünkü seni görmek elimde olduğu halde görememek benim yapamayacağım bir şeydir.

    Etrafımdaki insanlara ve hatta eşyaya fena halde sinirleniyorum. Okuduğum kitaplardaki kişilere ve bunların yazarlarına bile sinirleniyorum. Dedim ya, pek kötüledim.


     Bazen çok şiddetli bir yalnızlık hissiyle içimin ezildiği oluyor. Eskide yalnızlık bana bir nevi gurur verirdi, bir sürü insanın arasında yalnız olduğumu bilmek onlardan başka yaradılmış olduğumun kanıtı idi. Fakat şimdi yalnız adamın ne kadar zavallı ve aciz olduğunu anlıyorum.  Bir sürü insanı lüzumu yok, fakat hayatta hakiki birkaç dostu olmaya adam pek bedbahttır.


     Ben bütün romantikler gibi daima içinde bulunduğum alemden başka bir aleme gitmeye hasret çeken, fakat bunu imkansız zanneden bir adamım. Şiddetli arzu ile özlediğim dünyalar o kadar çok, fakat bunlar benden o kadar uzak ve ben bu uzaklığa o kadar alışkınım ki, hakikatte benden pek de uzak olmayan dışarısını bu kafamda yaşayan diyarlardan biri olarak kabul ediyor ve ona bir ütopi imiş gibi bakıyorum.


     Yalnız benim harekatıma mana veremeyenler, nereye ve niçin koştuğumu tayin edemeyenler bunları manasız bulup küçümsemek ile gülecekleri yerde çenelerini kapasalar, yahut "herhalde bir şey arıyordu ki bu kadar koştu" deseler daha insanca bir şey yapmış olurlar.


     Ah çatacak, kavga edecek bir adam olsa... Sevdiğim bir adam... Yani naz edecek bir adam... Sevdiğim bir adamla karşı karşıya bir pencerede oturarak dışarıdaki yağmuru ve yağmur altındaki denizi seyretsem.


     Birçok hareketlerimin saiklerini anlamıyorlar, anlayamıyorlar, ve sırf anlamadıkları için, eşekçe bir bencillikle, beni haksız ve manasız buluyorlar. Bunu gözlerinden ve tavırlarından anlıyorum, çünkü bu hislerine bana karşı ifade edemeyecek kadar ayrılmışız.


     Burada yapayalnızım... Tabiatle baş başa kalındığı zaman yalnızlık insana bir huşu verir, insanlardan kaçıp bir yere kapanıldığı ve insanlarla her türlü rabıtalar kesildiği zaman yalnızlık insana bir gurur verir.


     Yine bir sürü dert, yine bir sürü ukalalık... Sen benden ne zaman kurtulacaksın bilmem ki?... Belki geberdiğim zaman... Mamafih ben senden hiçbir zaman kurtulmak istemiyorum. Hele bugünlerde... Seni bu kadar aradığım günler nadirdir.


     O zaman etrafıma avazım çıktığı kadar bağırarak diyebileceğim ki: "İşte size benzemeyen bir insan. Siz böyle bir insan olacağına artık inanamıyorsunuz, fakat işte bana benzeyen bir insan..." 

     Eskiden sahiden güler, neşeli olur ve buna kendim de inanırdım? Bugün belki yine eskisi gibi olduğum günler var, fakat hepsi mekanik ve asıl mühim nokta: Kendi neşeme ve gülüşüme kendim de inanmıyorum, ve inandığım anda suni olduğumu da sezinliyorum. Zannediyorum ki başkaları da yavaş yavaş bunun farkında oluyorlar... Cehennemin dibine...


     Rüzgar şiiri - Sabahattin Ali


     Sabahattin Ali - Kırlangıçlar öyküsü


     Her zaman akıllıyımdır zaten ve hiçbir şeyi delice yapıvermem, yalnız kötü bir talih beni yapıyor, hareketlerimi delice yapıyor.


     Sabahattin Ali - Son Mektup şiiri


     Zaten kafam trenlerin bekleme salonlarındaki kanepelere döndü bu gelip gidenlerle.


     İnsan bu sonsuz manasızlıklar arasında, insanlığını unutmamak için okumaktan, etrafından bu şekilde bir müddet ayrılmaktan başka ne yapabilir?...


     İnsan yanında kafa dengi bir kişi bile olmadan kafasının istediği istikameti bulup yürüyebilir. Ve bu kafanın istediği doğruluğa gitmek bir hayli mühim zevktir. Tabii duyabilene...


     "Böyle çaresiz, boynu eğik, gözlerimiz kapalı ölüme koşmak için mi geldik dünyaya? Ne yaparsak yapalım, bu zaafımızla pek ağlanacak haldeyiz."  Ayşe Sıtkı


     "Üç yol var; ya deli olacağım, ya intihar edeceğim yahut da bu dert geçecek..." Ayşe Sıtkı


     Göğsümüzü açıp baksalar bastırılmış hisleri görerek gümrük antreposu zannederler.

     Sana son nasihatim: Senin için güzel, derin ve zevk verici bir şey olduğu, sana bir şeyler ilave ettiği müddetçe alabildiğine aşık ol! Hiç kimseyi dinleme, hiçbir akıllıca fikre kulak asma, kendini aşka tamamen ver. Fakat aşıklık sana üzüntü vermeye, seni şevkli çalışmaktan uzaklaştırmaya, hayatı sana manasız göstermeye başlarsa derhal vazgeç.


     Ne olacak, yalnız olduktan ve beş on kitaba sarıldıktan sonra...


     Sabahattin Ali - Şaka isimli hikayesi


     Evlenen delikanlıların bu halini görünce bekar kaldığıma şükrediyorum. İhtimal bu şükrün sebeplerinden biri de, nasıl olsa evlenemeyeceğimi bilmekten doğan bir hüznü örtmek ihtiyacıdır.


     Seni hep eskisi gibi, hatta eskisinden daha çok sevdiğim halde yavaş yavaş kafamda reel tarafların azalıyor. Adeta çok sevdiğim bir romanın çok sevdiğim bir şahsı gibi düşünüyorum seni... Ve bunun için muhakkak görme arzusu duyuyorum. Seni yakından gördüğüm elini sıktığım zaman, yan yana oturup konuştuğumuz zaman mevcudiyetinin hakikatini tam olarak anlayabileceğim.


     Senden cevap alıncaya kadar yazmamak niyetinde idim. Fakat dayanamadım. Mühim bir havadisim var: Evleniyorum. Hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal.


     Seninle kafalarımızın her şeye rağmen birbirinden ayrılmaz bir tarafı var...


     Bilirsin ki; ne olursa olsun; kafam kendisine senin kafandan daha yakın olanını bulamayacaktır.


     Herhalde vaktini boş geçirme, boş zamanlarında tek başına deniz kenarına, hatta şehir dışına bir yere git, arkası üstü yat, gökyüzüne baka baka düşün... Dünyada bu kadar enfes şey yoktur. İnsan uyusa bile bir başka türlü uyuyor ve uykusunda bile kafası şuurlu işliyor...