29 Şubat 2016 Pazartesi

Dava * Franz Kafka


     - "Beni engelleyenin olgular olduğu pek söylenemez, bir korku, aşılabilmesi olanaksız bir korku var; mutlu olmaktan korkmak, daha yüce bir amaç için kendime acı verme tutkusu ve buyruğu." Felice'ye yazdığı 8 Temmuz 1913 tarihli mektup


     - "Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin..."

     - "İnsan bu dünyada otuz yıl yaşamışsa eğer ve benim gibi hep yalnız başına savaşmak zorunda kalmışsa, o zaman beklenmeyen olaylara karşı bağışıklık kazanıyor ve bunlar yüzünden çok sarsılmıyor; özellikle bugünkü gibi olaylar yüzünden."

     - "Artık burada işlerin nasıl yürüdüğünü gördüm, şimdi gitmek istiyorum."
     "Henüz hiçbir şey görmediniz,"
dedi faka basmayan mübaşir. Kendini üstelik gerçekten yorgun hisseden K. "her şeyi görmek istediğim yok," dedi, "gitmek istiyorum, çıkışa nasıl varılır?"


     - Aslında gitmesine yetecek ölçüde güçlenene kadar burada sessizce oturmayı yeğlerdi, ama çevresindekilerin gösterdikleri ilgi, bunun olmasını geciktiriyordu.


     - "Önce gitmek istiyor, ama sonra kapının burası olduğunu istersen yüz kez söyle, yerinden kımıldamıyor."

     - "Başta size ne tür bir kurtuluş istediğinizi sormayı unuttum. Üç olasılık vardır, yani gerçek anlamda aklanma, görünüşte aklanma ve sürüncemede bırakma."


     - Somut ilerlemeler görmek istiyordum, her şey bir bütün olarak sona doğru yaklaşmalı ya da en azından doğru bir yükseliş çizgisini izlemeliydi.


     - "Şimdi yapabileceğim tek şey, ayırt edebilen aklımı sonuna kadar koruyabilmek. Hep dünyaya yirmi elle birden atılmak istedim ve üstelik amacım da onaylanabilir gibi değildi. Bu yanlıştı; şimdi bir yıllık davanın bile bana bir şey öğretemediğini mi göstermeliyim? Bu dünyadan kafası ağır çalışan bir insan olarak mı ayrılayım? Arkamdan davanın başlangıcında ona som vermek ve şimdi, sonunda ona yeniden başlamak istediğimi mi söyleteyim? Bunu söylemelerini istemiyorum. Bu yolda yanıma bu yarı dilsiz ve anlayışsız beyleri verdikleri, gerekli olanı kendime söylemeyi bana bıraktıkları için şükran duyuyorum."

15 Şubat 2016 Pazartesi

Kalfa ile Kıralıça * İlhami Algör

     - "meğer ki mutluluk varılan yerde değil yolda imiş."


     - İnsan "bulunduğu" yere nasıl "döner" kalfa?
     - Hatıralara dalmış sonra bulunduğu an'a uyanmış kıralıçam.
     - Hakikaten serbestmiş eseriniz.
     - Benim değil kıralıçam.
     - Yolda mı buldunuz?
     - Bu bir sır kıralıçam.
     - Peki.


     - "Bütün sevdiklerim beni yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden. Ben böyle olsun istemezdim."


     
- "Yorgunuz Beyim," dediler savaş beyleri, "asker, 'kim bilir bu gidişin, dönüşü olacak mı?' diye soruyor."


     
- "Geri dönelim," dedi farklı gelecek tasavvurları olan bir general, "dönelim, sac'da oruk yeriz Antakya'da."
     "Dönemeyiz," dedi Bey, "yeni bir dünya yaratmaya karar verdim."
     "Biz eskisinden memnunuz," dediler dönmek isteyenler homurdanarak.
     Homurtuları duıymazdan geldi Bey. Atından indi.
     Ufku gören bir tepeye çıktı. Elleri kıçında, boynunu omzu üzerine devirip ufka bakarken mırıldandı: "Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak."


     
- Son zamanlarda su kaynatmış, balataları sıyırmış, eli kalem tutar, ne görse çizer biri vardı. Zararsızdı. Fakat günün gereklerine de faydasızdı. Kafasına göre olur olmaz, hayata zorlasan uymaz işler yapardı.


     - Çizimleri, Zakias adında, bülbül sesli bir şarkıcı gördü ve "Ay!" dedi, "Bunu bana sat!"
     "Ne vereceksin?" dedi Tarsuslu.
     "Her şeyimi al," dedi Zakias, "ömrüm senin olsun."


     
- Savaş beyleri, "Acaba baktığı yönde gördüğü bir şey mi var?" diye ellerini siper edip ufka baktılar. Görünürde bir şey yoktu. "Bir görünmeze mi bakıyor?" diye düşündüler. Görünmeze kafa yormaktansa gördüklerine ad koydular,"Heyvah!" dediler hep bir ağızdan; belli ki Bey yine kilitli kalacaktı. Çekilip Bey'i ve kilidini tepenin ucunda pelerinine bürünmüş, dünyanın öte ucuna bükülmüş bakar halde bıraktılar.


     - Kalfa efendi?
     - Kıralıçam?
     - Nedir alıp veremediğiniz bu Bey ile?
     - Aldığı abdest ile ürküttüğü kurbaa oranı üzerine çalışıyorum kıralıçam.
     - Abdest ile kurbaa mukayese götürür mü kalfa?
     - Ben kurbaa yanlısıyım kıralıçam.


     -Broşür bahsine dönseniz kalfa.
     - Ne broşürü kıralıçam?
     - "Anlamı derinde kadınlar" broşürü.
     - Dönemem kıralıçam.
     - Bencil ve sığsınız.
     - Genetik nedenlerim var kıralıçam.
     - Sizin durumunuz daha ağır.


     -İlgisiz birine benziyor.
     - Acil bir meseleye çare bulmakla meşgulmüş kıralıçam.


     - Kuşlar, "Haydi Abbas," dediler, "vakit tamam."

     - Mutluluğun kökü acıdır.


     - "Bir iç sesim var, fakat benim değil, sadece bende tecelli ediyor."

     - Neden "hele hele?" Onların şeyi boncuklu mu? Neciyseler?
     - Magular kıralıçam, .......ler
     - Ne olursa olsun, yani diğerlerinden fazlaları ne?
     - Haklısınız kıralıçam.
     - Kafanıza göre abartıyorsunuz.
     - Öyle yapıyoruz kıralıçam.
     - Yapmayın.


     -"Gülüm," dedi Çandra ata, "kader mi buluşturdu bizi?"
     Atın hoşuna gitti Çandra'nın dilleri. "Ne tarafa gidelim?" dedi.
     "Canın ne tarafa isterse," dedi Çandra.
     Bastı binek taşına, zıpladı atın sırtına, "Deh gülüm," dedi. At, başına buyruk, coşkusu taşkın, bir nevi dengesiz bir at idi. Zaten o yüzden ahırda yalavuz kalmış idi. Çandra, "Canın ne tarafa isterse," deyince, "sen misin öyle diyen," bokunu çıkarıp dere tepe düz gitti.


     - Sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin.
     Rüzgarların önünde kuru bir yaprak gibi sürükleneceksin.


     - "Yazık," dedi Bey "cihane bir daha gelmez böyle bir civan."

     - Bir "belki"ye güvenerek "hiç" önünde ömür boyu beklemenin kaderden ağır olduğunu, bir kaderin içinde başka kaderlerin de olabileceğini, belki "kader" denilen şeyin zaten bu kıvraklık hali olduğunu düşündü.
     "Ne yapabilirim?" dedi Çandra ayışığına, "Bunu kabul etmek dışında ne yapabilirim?" "Reddedebilirsin," dedi ayışığı. "Hayır," dedi Çandra, "ömrümün tek hayali, reddedemem."
     "Taşıyabilecek misin?" dedi ayışığı. "Her iki halde de yoksunum zaten," dedi Çandra. "Hayatın kayacak," dedi ayışığı, "bence takılma."
     "Abartmayalım," dedi Çandra. "Abartan sensin," dedi ayışığı.
     "Bu hadiseyi sır kılıyorum ve bir tüy olarak saçlarımın arasında taşımak istiyorum," dedi Çandra.


     -Akışta değişiklik seziyorum kalfa, araya parça mı aldınız?
     - Orcinali bu kıralıçam.
     - O halde kendinden desenli...
     - Denilebilir kıralıçam.
     - Bir adı var mı bu desenin?
     - "Amaçsızakan" derler kıralıçam.


     - Tenlerine yapışan, kendilerini koruyamadıkları, orada bulunmayı reddettikleri için alışma yollarını da tıkadıkları bir iklimde ruhlarını tüketiyor, her an her şeyi, her zamankinden çok daha fazla özlüyorlardı.


     - "Kesmek kolay," dedi Çinçinbağlı bir kurbaa, "sıkıyorsa yeniden bağla."


     
- Sürekli bir şeyler eksik duygusu ile yaşamış, o duygu neyin nesi ise tamam etmek için dünyanın iki yakasını bir araya getirmek gerektiğine inanmıştı.


     - Nedir bu, Hind fakirinden Cuma namazına geçiş?
     - Aynı anda birden fazla yerde bulunmak arzusu kıralıçam.
     - Zorunuz ne?
     - Huyum bozuk kıralıçam.


     - 'Daha daha' takıntısı. Sürekli başka yerde olma isteği. O 'başka' yere varınca, orayı da aldığı için, bu kez yeni bir 'başka' aramak zorundalığı. Kendisinin olmayan şeyleri kendisinin kılma hastalığı...


     - Tarih ve kudsiyet, bir öpücüğe mani midir kıralıçam?
     - Bilmem. Her boku bilen sizsiniz.
     - !
     - N'oldu kalfa? Nedir bu prenzezini arayan kurbaa bakışı?


     -  Maşallah kalfa, derin daldınız. Kim bilir nerelerden geçip nerelere vardınız? Evvel yakın idiniz, ırak oldunuz. Eh! Artık bana müsaade.
     - Gidiyor musunuz kıralıçam?
     - Vakit geldi kalfa.
     - Ne vakti kıralıçam.
     - Gitmek vakti kalfa.
     - Gitmeseniz o vakit gelmese.
     - Gitmesem? Gelmese o vakit?
     - Siz söyleyince farklı oluyor kıralıçam.
     - Sağlıcakla kalın kalfa.


     - Kırmızımsı kıvamlı kadın, kalkar avlunun diğer kapısına yürür ve hatta çıkar gider. Kuşlar, "Haydi Abbas," derler "kim tutar seni?"


     
- "Kimse yok," dedi Albay, "hep yalnızız."
     "Ben yalnızken de kalabalığımdır," dedi Bey.


     - "Kim bilir bu gidişin, dönüşü olacak mı?"


     
- "Sen misin Müzeyyen?" der penceresi bahçeye açık odadan bir kadın sesi.
     "Benim."
     "Neredeydin kız sürtük?"
     "Hava aldım geldim abla."





     

13 Şubat 2016 Cumartesi

Gezgin * Halil Cibran

     Bir gün Güzellik ve Çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar. Ve dediler, "Haydi, denize girelim."
     Ve giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler. Ve bir süre sonra, Çirkinlik kıyıya dönüp Güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti.
     Ve Güzellik de denizden çıktı; ve kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu; çaresiz Çirkinliğin giysilerine büründü. Ve yoluna devam etti Güzellik.
     O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır.
     Ancak içlerinden Güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine Çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, giysi onu gözlerinden gizleyemez. (Giysiler isimli öykü)


     
Bir istiridye komşu istiridyeye dedi, "İçimde büyük bir sancı var. Ağır ve yuvarlak; ve bana çok ıstırap veriyor."
     Ve öbür istiridye tepeden bakar bir hoşnutlukla yanıtladı, "Göğe ve denizlere şükürler olsun ki benim içimde hiç bir sancı yok. İçimde ve dışımda herşey iyi ve tamam."
     O sırada oradan geçmekte olan bir yengeç iki istiridyenin konuşmasını duydu ve içinde ve dışında her şey iyi ve tamam olan istiridyeye dedi, "Evet, iyi ve tamamsın; ama komşunun taşıdığı sancı gerçekte son derece güzel bir inci." (İnci isimli öykü)


     

7 Şubat 2016 Pazar

Ceza Kolonisinde (Anlatılar 1) * Franz Kafka

                                                         


      Sonra biri pencerenin eşiğinden atlayıp ötekilerin evin önünde olduğunu mu haber veriyordu, o zaman tabii iç çekerek kalkıyordum.
     "Yok, ne diye böyle iç çekiyorsun? Ne oldu ki? Olağanüstü, asla düzeltilemez bir bela mı? Bir daha hiç altından kalkamaz mıyız? Sahi, her şey elden gitti mi?"
     Hiçbir şey yoktu elden giden.



     "Nasıl insanlar oradakiler! Bir düşünün,
                                               uyumuyorlar!"
     "Peki niçin uyumuyorlar?"
     "Uykuları gelmiyor da ondan."
     "Peki niçin gelmiyor?"
     "Deliler de ondan."
     "Delilerin uykusu gelmez mi yani?"
     "Delilerin uykusu nasıl gelsin ki!"


     
Geçmişimi geleceğime karşı tutup değerini biçiyorum, ama ikisini de fevkalade buluyorum, ikisinden hiçbirini tercih edemiyorum ve elimden beni böylesine imtiyazlı kılan kaderin adaletsizliğini kınamaktan başka bir şey gelmiyor. Sadece, odama girdiğimde biraz düşünceye kapılıyorum, fakat merdiveni çıkarken düşünmeye değer bir şey bulmuş olmaktan değil. Pek faydası olmuyor bana, pencereyi tamamen açmamın ve bir bahçede hala müzik çalınıyor olmasının.


     En iyi dostlar ise hiç bizim ata oynamamıştır, kaybedecek olurlarsa bize kızmak durumunda kalmasınlar diye, ama şimdi bizim at birinci olduğuna ve onlar da hiçbir şey kazanmadığına göre, biz önlerinden geçerken sırtlarını çevirip bakışlarını tribünlerde gezdirmeyi tercih ederler.


     "Kapıyı çoktan kapattım ben, kapıları sadece siz mi kapatabilirsiniz sanıyorsunuz? Üstelik anahtarla kilitledim."
     "Öyleyse iyi. Fazlasını istediğim de yok. Anahtarla kilitlemeniz hiç gerekmezdi. Şimdi de haydi rahatınıza bakın, mademki geldiniz. Misafirimsiniz. Bana hepten güvenin. Hiç korkmadan iyice bir yerleşin. Sizi ne burada kalmaya zorlarım ne gitmeye. Bunu da söylemem mi gerekir? Beni o kadar az mı tanıyorsunuz?"


     "Bu af dileyişle yetineyim mi yani? Ah, başka çare yok galiba. Hep yetinmem gerekir. Güzel bir yarayla geldim dünyaya, varım yoğum buydu."


     "Bırakalım mesleklerini icra etsinler, zaten yola çıkma zamanı. Gördün onları. Harika hayvanlar, değil mi? Hele bizden nefret edişleri!"


     
Bugün bakınca bana öyle geliyor ki, yaşamak istiyorsam bir çıkış yolu bulmak zorunda olduğumu, fakat bu çıkış yoluna kaçışla ulaşılamayacağını en azından sezmiştim.


     Ve öğrendim, beyler. Ah, mecbur kalınınca öğreniliyor; çıkış yolu istenince öğreniliyor; hiçbir şeye aldırmaksızın öğreniliyor.


     "Sizi bırakmam! Tam da böyle hikayelerdir benim hoşuma giden. Siz benim talihli avımsınız. Kendimi tebrik ederim."

     Buzdan dağların yüce katlarına çıkıyor ve bir daha görülmemecesine kayboluyorum.