17 Eylül 2012 Pazartesi

Tehlikeli Oyunlar * Oğuz Atay

    - “Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur, sana çay pişirmek gibi. Ayaklarımın ucuna basarak yürürüm sabah kalkınca. Tahtalar gıcırdar. Hayır, zamanla öğrenirim hangi tahtaların ses vermediğini. Sonra ne yaparım? Uyanmadı, çayın hazırlandığından haberi yok diye sevinirim. Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun istiyorum.


     -  Hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı.


     - Sen meramını bize teslim et. Bu ruh, bu tende oldukça, serüvenine uygun bir kıssa yakıştırırız elbette. Nerede olursa olsun, bir insanın üstüne bu kadar yaşantı yığılsın da, bir başkası onlardan bir şey çıkarmasın, mümkün mü?


     - Mavi dumanlar eşyayı inceltti, şimdiki zamanın katı görüntülerini dağıttı; geçmiş zamana gidildi.


     - Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiç bir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için. Yeni yaşantılar için. Bunu önceden bilseydim, yaşam milyoneri olmuştum. Ha-ha.


     - Beklenen geç geliyor; geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor. (Manevi bakımdan, demek istiyorum.)


     - Önce Kelime vardı, biliyorsunuz. Bütün bu virgüller, ünlemler sonradan gelmedir. Ha-ha.


     - Kimseden karşılık beklemiyorum. Ben monologtan yanayım. Sevgisiz acımaya karşıyım.


     - Önce şekerleri koyalım. (Herkesin ne kadar şeker aldığını gördük çünkü.) Şeker bardağın dibine doğru kayarken, bir kısmı ıslak yüzeye yapıştı. Zarar yok; çay, onu dibe indirir. Küçük hesaplar! Çaydanlığı hırsla, çinko tezgahın üstüne vurdu. Sıcak su damlaları elinin üstüne sıçradı: Küçük iğneler. Öfkelenirken gülünç olmamalı Gülünçlüğün ölçüsü nedir? Ben! Ben bir şey yaparsam gülünç olur. O halde gülelim. Ha-ha. Bir bu 'ha-ha' ile iyi geçiniyoruz, o kadar. Çünkü içimden söylüyorum onu. Ulan ha-ha! Herkesi gülünç duruma düşür, olur mu? Demlikte su kalmadı; çaydanlıktan su koy ve çalkala. Küçük hesaplarmış. Siz sanki farklı mısınız? Ulan hepinizin ciğerini biliyorum! Öyle değil mi? Ha-ha? Değil. Herkes böyle alçaltıcı ve küçük düşüncelere kapılmaz mı yani çay koyarken? Kapılmaz. Neyse, biz de durumumuzu dışarıya belli etmiyoruz hiç olmazsa. Büyük adamlar ne yapar peki bu durumda? Onların uşakları vardır. İçlerinde fakir olanı yok mu? Uzatma.


     - İnsan bazı güçlüklerden, ancak onları unutmak suretiyle kurtulabiliyor albayım.


     - Ve ben senin bilgisizliğinin artmasına izin verdim. Fakat hiç bir şeyi unutmadım. Ve hepsini aklıma yazdım. Ve sana izin verdim ki, bilmeden yaptığın eziyet artsın. Ve sonunda artık dayanamıyorum diyebilmek için ben de bilmeden bu oyunu oynadım sana. Ve bulaşıkları yıkadım. Ve bütün sözlerimi yarıda kesmene izin verdim. Ben ki, bu konuda kimseye yetki vermemişimdir. Oysa, elimin tersiyle seni yıkabilirdim. Bıraktım ki, sen kendi sonunu hazırla. Ve bana bütün yaptıklarını bir bir aklımda tuttum. Derler ki tarla kışu bütün gece öttüğü zaman, tarla faresi bütün ihtiyatı elden bırakır ve yuvasından çıkarmış. Ve beni deliğimden sen çıkarmıştın. Ve sonra bütün hayallerimi yıktın. Yönetimi eline aldın. Ve sonra birlikte sokakta yürürken, istediğin yerden karşı kaldırıma geçmeğe cesaret ettin. Ve önce kelime vardı; sen, önce vitrin vardı dedin. Ben konuşurken vitrini seyretme cüretini gösterdin.


     - Güneş artık gözleri acıtmıyordu. Bazı zamanlar insana hiç bir şey kötü gelmez; şu acıklı plak bile. İnsan, ayaklarını havuzun kenarına dayar; bulutları, ağaçları ve yaratıkları, tembel bir hoşgörüyle yaşar.


     - Sizin birbiriniz var: Nazminiz var, Bilgeniz var. Bizim ancak benimiz var. Ha-ha. Siz birbirinizi renksizkokusuztatsıztuzsuzlaştırırsınız.


     - Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.


     - Dayanamazdım; başkalarını yargılama derdim. Sen de aynı ölçülerle yargılanacaksın.


     - Gerçek başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür. "Birimi var mı Hikmet amca?" Birimi insandır.


     - Artık her şeyden kuşku duyuyordu. Çünkü bu işin de sonunu getirememişti. İşte gene son anda kuruntular içindeydi. Oyunun sonunu merak edecek gücü kalmamıştı, her zaman olduğu gibi. Bir merak etseydi, sonumuz böyle olmazdı.


     - Cogitosuz ergo sum.


     - Demek aslında sekiz numara kaybediyor; demek yarattığı heyecan, sadece üçe benzediği içinmiş. Şimdi kim bilir kimlerle dolaşıyorsun üç numara?


     - Gerçekten yaşamadığımı söylemiştim. (Ukala!) Acı bir yaşantıdan sonra insan, ancak bedenine eziyet ederek günlerini sürdürebiliyor.


     -  Bir türlü sonuna gidemiyorduk rüyalarımızın. Korkuyorduk. Korkuyordum. Hayallerinde bile korkar mı insan? Hayallerinde bile kadınlar, insanı azarlar mı? Hayallerine bile hükmedemez mi insan? Böyle yerleri atlıyordum neyse; bazı ayrıntılara girmiyordum. Oysa, ayrıntılara inilmezse sonuca nasıl ulaşılabilir? Hiç bir yere ulaşamıyordum. Başarısızlığın yarattığı öfke yüzünden hayallerimin düzeni bozuluyordu: Pusuda bekleyen kötü hayaller, eziyet eden görüntüler birden saldırıyordu üstüme. Yarım kalmış işkenceler, artık sıralarının geldiğini düşünerek ortaya çıkıyordu.


     - Ağzının, güzel dudaklarının kenarında bir gülümseme yaratmak için, ne uzun yollardan geçiyorsun. Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar, oldukları gibi kalarak elde ederler istediklerini.


     - Sıkıntım da benimle birlikte ihtiyarlıyorlar. Eskiden oldukça canlı ve neşeli bir sıkıntıydı; şimdi, benim gibi aksi, çekilmez ve gittikçe hiç bir şeyi beğenmez oldu.


     - Şişmanlığından, boğazına düşkünlüğünden, dökülmeye başlayan beyaz saçlarından belli olmuyordu değil mi onun da bir zamanlar sevdiği?


     - Bazı insanların, bazı şeylere hiç hakları yoktu: ne var ki, insanlar da en çok, bu hiç hakları olmayan şeyleri yapıyorlardı.


     - Üçle beşle değil x ve y ile çözüme gidilebilirdi ancak. Ve x ya da y değilseniz, kimse yanınıza bile uğramazdı.


     - Muhayyilesi kuvvetli bazı insanlar, sevdikleri ölülerin uzun bir yolculuğa çıktıklarını düşünmüşlerdir; bense bütün yolculuğa çıkanların ölmüş olduğunu düşünüyordum. Ne büyük bir günah, değil mi?


     - Ne var ki, dünyada 'sizi anlıyorum' gözlerinin sahteleri türemişti; gerçeği sahteden ayırmak çok zordu. 'Sizi -anlıyorum konuşmanıza- ihtiyaç yok' ya da 'siz-onlara-bakmayın-yalnız-gözlerime inanın' bakışlarının çoğu aslında 'bugünü- geçirmek-için-birine-ihtiyacım-var' kalıbından ibaretti.


     - Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler, uzun süre, 'Yahu insanlık öldü mü?' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde, 'İnsanlık öldü mü?' ya da 'İnsanlık ölür mü?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok.


     - Siz bilmezsiniz albayım: İnsanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.


     - İhtiyar damarlarımdaki yorgun kan, bu aşka isyan ediyor albayım, her an nefes nefese yaşamaya bünyem  dayanmıyor.


     - Sevgilisi olan bir arkadaş kadar çekilmez yaratık yoktur. Hep bir esrar havası yaratırlar, değil mi? 'Senden çok bahsediyoruz,' derler. Allah belamı versin benim! 'İlerde inşallah tanıştırırım ikinizi. Seni çok merak ediyor.' Ben belamı buldum albayım! İnsan bir de, sevgilisi yüzünden kendini bir şey sanıyor.


     - Üzülüyorum albayım. Sonra gidip ne diller döküyorum bilseniz. 'Neyin var canım?' filan diyorum. Daha neler söylüyorum. Gözlerine filan bakıyorum. Siz gerçekten doğru söylüyorsunuz albayım: Ben adam olmam. Ben tek başıma yaşamalıyım; başkalarını zehirlememeliyim. Dama çıkıp ulumalıyım kurtlar gibi.


     - Ne yapalım? Şehir kurtları da yer darlığı dolayısıyla dama çıkıyor. Kendime engel olamıyorum: Yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. İnsan, sevdiğini üzmek pahasına ondan yararlanmağa çalışıyor. Bu arada benim gibi, aşağılık durumlara düşüyor. Çünkü neden? Çünkü yalnızlık ve karanlık onu vahşileştiriyor. Gün ışığına ve insana alışamıyor. Derler ki kurt köpeklerini karanlık bir yere kapatırlarmış hırsızlara karşı yetiştirmek için; hayvan takımı bile başka türlü ısırmayı öğrenemezmiş.


     - Fakat Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım. ''Canım, bugün üzgün görünüyorsun.'' demek istemiyorum. ''İstemiyorsan buluşmayalım.''dedi geçen gün. Buyrun bakalım. Ben de çekilmez huysuzluklar etmiştim; bu sonuca katlanmalıydım. Ben ne yaptım? Neyse, geçelim albayım. Fakat beni anlıyor. Bütün geçmişimi anlattım ona, hep haklı çıktım. işte; böyle anlarda çileden çıkıyorum albayım: kendimi unutup zafer sarhoşluğuna kapılıyorum. Oysa bütün bu ilişki bir can sıkıntısı yüzünden başlamıştı.


     - İnsanlık öldü. Belki de hiç yaşamamıştı. Belki de benim insanlığım diye bir şey yoktu. Ben hücremde yanlış hayallere sürüklenmiştim. Korkaklığımı insanlık saymıştım.Yalnızlığı insanlık saymıştım. Batıda böyle şeylere önem vermiyorlar albayım. Biliyorlar bütün bunları: İnsanın ruhunu okuyorlar. Fakat onlar da mutlu değil albayım. Ne var ki, boş hayallere kapılmamayı biliyorlar. Kaç asrın tecrübesi, kolay mı?


     - Belki de bu rüyayı hiç görmedim albayım. Belki de, hiç bir şeyin sonuna katlanamadığım gibi, bu rüyanın sonuna da katlanamadım ve seyretmedim sonunu. Küçükken korku filmlerinin de yarısında çıkardım. Belki de bu rüyanın tam burasında uyandım.


     - Benim öfkem bir efsane, albayım. Tiyatro seyreder gibi bakıyorlar benim öfkeme. Biraz fazla kaçtı mı, oyunun yarısında bırakıp çıkıyorlar. Sizin gibi seyirci nerede albayım?


     - Ortaya atılan her esere hürmetim vardır benim. Bir insanın, iyi kötü, ortaya bir eser koyması ne kadar zor, ne kadar takdire şayan bir gayrettir bilemezsin.


     - Nev-i beşerdeki fertler, bütün günah ve sevaplarıyla tekmil ruhlarını cemiyete arzettikleri nisbette,  ondan hisselerine isabet eden gam ve süruru istismara, gayri kabili içtinap müstühak olurlar.


     - Hemen anlaşılmak da iyi değildir, ileriye matuf bir yatırım her zaman faydalıdır.


     - Çünkü susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick'i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerilime daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filan ölürdü; ben buna benzer bir film görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick'in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım? Hüsamettin Bey elini tahtaya vurdu: 'Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet.' Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar.


     - Anlatması çok güç. Size bazı kitaplar vermem gerek, bazılarını da ayrıca tartışmak. Hayır, özür dilerim vaktim yok.


     - Her geçen gün yeni suçlar öğreniyor insan. Okudukça, düşündükçe, yeni insanlar tanıdıkça sadece günahlarının arttığını hissediyor. Albay kızdı: 'Ben de günaha mı sokuyorum seni?' Hikmet başını salladı: Hayata bu gecekondu da başlasaydım bile, eski günahlarımın altından kalkmış olsaydım bile, gene hiç bir şey değişmezdi. Oysa kendi kendime söz vermiştim; bu sefer başka olacak demiştim. Ne talimler yapmıştım: Kendini unutma, kendini unutma, düşün, karşındakine kapılma, önce duymamış gibi yap, acelesi yok, bazı şeyler de bırak kaçsın, yeni bir ülkedesin fırsatı kaçırma. Hayat, talimlere benzemiyor albayım. Gerçek mermiler, insanı yaralıyor. Ha-ha. Bütün cephelerde yenilgiye uğrasaydım kolaydı albayım. Beklemediğim yardımlar aldım albayım, yani ihanete uğradım.


     - Saçmalama Hikmet. Harp ilminin kaidelerini hiçe sayıyorsun oğlum. İnsan hayatı, tek bir muharebenin neticelerine göre kıymetlendirilemez.


     - Nev-i beşer bütün hayatınca mücerret kalamaz, diyen Mütercim Arif ne kadar haklıydı.


     - Senden de bir şey saklanmıyor. Ruhumu okuyor albayım. Yüz kırk ikinci sayfaya kadar geldi. Yalnız hafızası zayıf olduğu için, baş tarafını unuttu. Ha-ha.


     - Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh'un resmi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız, beni tanımalısınız.


     -  Bizi iyi yetiştirmediler, hep ukalalık öğrettiler, öğretenleri bir elime geçirebilsem.


     - Mütercim Arifin dediği gibi, 'Nev-i beşer maişetini merak ve tecessüsle temin eder.'


     - Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım.


     - Biliyorum doktor, en çok merak ettiğin organdır kalbim. Onun bana ait olduğunu söylüyor doktor. İşte buna dayanamıyorum. Ayrıca, bu kadar çok parça içinde artık 'Ben' diye bir şey söz konusu olabilir mi? Hepsi dışarıdan alınmadı mı bunların? Peki o halde ben kimim? Hangi parçamın esiriyim? Kal-Tsfanin esiri. Ha-ha.


     - Düşüncelerimin acısına bazen ben de dayanamıyorum doktor. Öyle yoğun geliyorlar ki, bir aralık durmazsam, bu şiddete katlanamam.


     - Ben ve benim gibi, kabuslarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan ruh proleteryası, bu dünyadaki yerini ancak büyük oyunun içinde bulabilir.


     - Rüyalarımızı gerçekleştirmeğe çalışmamalıyız. Gerçekleri rüya yapmalıyız.


     - Fakat ne yazık ki, insan hayatında trajedi daha çok albayım. İnsan, çarkları tersine çeviremiyor. Ah, ne olurdu bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım! Seni, bütün kötülüklerinle birlikte seviyoruz, diyorlar ya, ondan istemiyorum işte. Sevseler de neden hiç unutamıyorlar? Genel af ne zaman çıkacak albayım? Hani bütün sonuçlarıyla suçları affeder ya, ne zaman kavuşacağız ona? Gözlerini kapadı: "Genel affı görür gibi oluyorum albayım" Gülümsedi: "Delileri de affederler mi acaba?" "Kendini deli zannedenleri affederler belki," dedi Hüsamettin bey. "Başkalarına zararları dokunan delileri de affederler mi?" "Genel bir afsa, onları da suçsuz saymaları gerekir." " Bencillik yüzünden başkalarına bilmeden eziyet edenleri?" " Hepsi affedilecek herhalde. Genel affı senin çıkaracağın anlaşılıyor: sen de istediğini yaparsın." Kolay mı albayım? Akıl insanın yakasını bırakıyor mu? Fakat, afla birlikte şartları da düzeltmek gerekiyor albayım. Yoksa serbest bırakılanlar ümitsizlikten, yapacak başka bir şey olmamasından, bir şey yapmak gerektiği için, bir şey yapmadan yaşanamayacağı için, iyi bir şey yapmasını öğrenemedikleri için ve kötü bir şey yapmaktan başka çareleri olmadığı için aynı suçları tekrar işlerler. Başka çare yoktur albayım. Genel af, aslında değişik bir işkence yoludur. Yoksa affederler miydi? Dünyada bedava hiç bir şey yoktur albayım.


     - Bu kadar heyecanlanacak ne vardı? Sonunda sadece hatıralar kalmayacak mıydı? Yoksa her şey unutulacak mıydı? Öyleyse bu işkencelere katlanmanın ne gereği vardı? Ah ah ah ahtı.


     - Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım.


     - Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, Sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim.


     - Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor.


     - Siz de hep bulunuyorsunuz albayım. İşte bu kolaylık beni çıldırtıyor.


     - 'Oyunlar' dedi, 'Oğlum Hikmet, gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.'


     - 'Oğlumu nasıl buldunuz' diye sordu. Ben çocukları sevmiyordum; onları çok aptal buluyordum. Allahtan ben hiç çocuk olmamıştım. Bir yıl sonra Nazmi'nin oğlu üç heceyi bir arada çıkaracaktı; bu, ömür törpüleyici bir işti. İnsan da çocuklarla birlikte aptallaşıyordu zaman geçtikçe. İşte Nazmi de başını çocuğun karnına dayıyor ve 'Ulu-dulu' gibi sesler çıkarıyordu; çocuk gibi anlamsızlaşıyordu.


     - Çünkü ben geçmiş, modası geçmiş biriyim. Burada kendimi temsilen bulunuyorum.


     - Bu kadar haklı olduğu halde, böylesine haksız görünmeğe dayanamamıştır. Kaçmakla, bir bakıma bütün dünyayı suçlamaktadır belki de. Böyle bir topluluğun içinde yaşayamayacağını anladığı için kaçmaktan başka çare bulamamıştır.


     - Ne yapsa boştu. Bence akıllılık etti: Durumundan en büyük yararı sağladı. Yalnızlığının üstüne bir de korkaklık mı eklenseydi? Belki korkuyordu; fakat hiç olmazsa, yalnız olduğu için, onu kimse göremeyeceği için, karşısına ilk çıkana başvurup içini dökmekten kendini alıkoyabildiği için, belki de korkaklığını itiraf etmeyi çok istediği halde bunu kendine yakıştıramadığı için, olduğu yerde kaldı ve bekledi. Bu karışık düzende yaşamayı bilemediği için ölmeyi bilmek istedi. Yapabileceği tek kahramanlık buydu.


     - Değerlendirmek! Ne kadar boş bir söz. Değerlendirmek, kaçmaktır; değerlendirmek yalnız bırakmaktır; yaşantısının ağırlığına dayanamayan birini, yaşarken öldürmektir.


     - Mesele çıkmasın diye elinizden geleni yapıyorsunuz. Saçma sapan toplantılar için de hiç bir fırsatı kaçırmıyorsunuz. Bütün yüzlerde sahte gülümsemeler vardı. İşte bu ikiyüzlülüğünüze dayanamıyorum.


     - Küçük zamanlar birikti, büyük şeyleri ezip geçti. Bu baskılara, bu sertliğe dayanamam, diyordum; zamanla her şey yumuşadı. Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. Şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor.


     - Fakat oyunları unutacak albayım, yaşamak istiyorsa unutacak. Sadece ağladığını ve bir zamanlar çok mutsuz olduğunu hatırlayacak.