28 Ekim 2015 Çarşamba

Savaş Sanatı * Sun Tzu

     - Bütün savaşlar hileye dayanır. Bu nedenle, saldırabileceğimiz halde öyle değilmiş gibi davranmalıyız; güçlerimizi kullanacağımızda etkin değilmiş gibi görünmeliyiz; yakın olduğumuzda düşmanı onlardan uzakta olduğumuza inandırmalıyız; uzakta olduğumuzda da yakında olduğumuzu düşünmeliler.


     - Düşmanı kandırmak için yemini at. Düzensiz ve karmaşada olduğun numarası yap, onu ez.


     - Eğer düşmanı ve kendini biliyorsan, yüz savaşın sonucunda bile korkmana gerek yok. Eğer kendini biliyor ama düşmanı bilmiyorsan, kazandığın her zafer için bir de yenilginin acısını tadacaksın. Eğer ne kendini ne de düşmanını biliyorsan, her savaşta yenik düşeceksin.


     - Kuvvet, bir tatar yayını bükmeye benzetilebilir; karar da yayı bırakmaya.


     - Taklit karmaşa mükemmel disiplin, taklit korku mükemmel cesaret, taklit zayıflık mükemmel gücü meydana getirir.


     - Sheridan, Grant'ın zaferlerinin sebebini şöyle açıkladı: "Rakipleri onun ne yapacağını düşünmekle meşgulken o, kendinin ne yapacağını düşünürdü."


     
- Bir generali etkileyebilecek beş tehlikeli hata vardır: Yıkıma götüren dikkatsizlik, mahkumiyete götüren korkaklık, aşağılanmayla çabucak kışkırtılan asabi hal, utanca duyarlı gurur, askerlerde endişe ve sorun ortaya çıkaran fazla kaygı. Bunlar, savaşın iradesi için yıkıcı olan, bir generalin yakasını bırakmayan günahlardır.

11 Ekim 2015 Pazar

Böyle Buyurdu Zerdüşt * Friedrich Wilhelm Nietzsche

     - Günahlarınız değil, azla yetinirliğiniz haykırıyor göklere, günahlarınızdaki alçalış!


     - "İp cambazını dinlemeye doyduk; bir de kendisini görsek!"


     
- Sözlerini bitiren Zerdüşt, kalabalığa bakıp sustu. "Oradalar," dedi kalbine. "Gülüyor ve beni anlamıyorlar. Bu kulaklara uygun ağız değilim ben."


     
- İnsanın kendine bir amaç seçme zamanı geldi. En yüce umudunun tohumunu toprağa bırakma zamanı geldi.


     - "Söylediklerimi anlamıyorlar: bu kulaklara uyan ağız yok bende. Her halde dağlarda hayli zaman kalmışım, dereleri dinlemişim uzun zaman, ağaçları dinlemişim."


     
- Fakat onlara uzağım hala, düşüncelerim onlar için bir şey ifade etmiyor. Onların gözünde ben, yarı deli yarı ölüyüm.


     - Sen, ilk yoldaşım, yolun açık olsun! Seni ağacın kovuğuna sağlamca gömüp, kurtlardan sakındım.
     Fakat ayrılık vakti gelip dayandı: iki şafak arası yeni bir gerçek göründü gözüme.
     Çoban da olmayacağım ben; mezarcı da. Kalabalıkla konuşmayacağım artık: son kez konuştum bir ölüyle.


     - Kendi yolumu yürüyüp gerçekleştireceğim amacımı; geride kalanın, bocalayanın üstünden aşacağım, ilerleyişim batışları olacak böylece.


     - Fakat ben olmazı istiyorum: bu yüzden her zaman bilgeliğimle yürümesini isteyeyim gururumdan!
     Bilgeliğim eğer beni öylece terk edecek olursa(kaçmaktan hoşlanır o), gururum deliliğimi yanına alıp kaçsın öyleyse!


     - Uykunun karşısında saygı, utanç duymalı kişi! işin özü bu! Yine de uyuyamayanların ve geceleri uyanık olanların önünden çekilin!


     - Günde on sefer yenmelisin kendini; güzel bir yorgunluk verir bu; bedeni yatıştırır.


     - İnsan her değime sahip olsa da, bir şey unutmamalı: değimleri de tam saatinde uykuya yollamak.


     - Tanrınla ve komşuyla barış yap: deliksiz bir uyku için. Komşunun şeytanıyla bile barış! Barışmazsan geceleri bela kesilir başına.
     Yetkiliye saygı ile itaat et, kusurlu yetkiliye bile! Bunu ister deliksiz uyku. Güç eğreti bacaklarla ilerlemek istiyorsa, ne gelir ki elinden?


     - Yendim kendimi, acı çekeni; dağa taşıdım külümü, daha kor alevler elde ettim.


     - Bedenden umut kesen bedenin kendisidir.


     - Kıskançlık aleviyle çevrilen kişi, sonunda akrep gibi, iğneyi kendine batırır.


     - Nehrin kenarında ben bir parmaklığım: isteyen tutunsun bana! Ama koltuk değneğiniz olmayacağım.


     - Henüz özgür değilsin; onu arıyorsun. Çok uykusuz kalmışsın bu yüzden, çok uyanık.


     - Kalbi ölü olanlar örneğin: yaşamadan ölmeye başlarlar, yorgunluk, el çekme öğretilerini özlerler. Ölmek için can atarlar. Onların bu isteğini uygun bulmalıyız. Bu ölüleri uayndırmaktan, bu canlı tabutlara hasar vermekten uzak duralım!


     - "Sıkıntıdır doğurmak" der birileri, "niye doğurmalı ki? Doğanların hepsi mutsuz!"


     
- Taş kalpli diyorlar size: fakat kalbiniz sadedir. İçtenliğinizdeki utangaçlığı seviyorum ben. Sizler yükselişinizden, diğerleri alçalışlarından utanıyorlar.


     - Yalnızlığına kaç, dostum! Görüyorum. Büyüklerin gürültüsüyle sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle kevgire dönmüşsün.


     - Yalnızlığın bittiği yerde başlar pazaryeri; orada başlar büyük oyuncuların gürültüsü, zehirli sinek vızıltısı.


     - Kaç yalnızlığına dostum: her yerini zehirli sinekler ısırmış. Havanın sert, sağlam olduğu bir yer bul kendine!
     Yalnızlığına kaç. Küçük, zavallı kişilerle yaşadın. Onların görünmez intikamlarından kaç! Onlar için bir intikamdan başka bir şey değilsin.
     Kovmak üzere elini kaldırma artık! Sayıları bilinmez. Senin kaderin, sinek kovalamak değil.
     Sayısı oldukça fazla küçük zavallılar, kaç mağrur yapıya yıkım getirmiştir yağmur damlacıkları, ayrık-otları.
     Taş değilsin. Damlacıklar çoktan oyup bitirmiş seni; delik deşik gövdenden kanlar sızıyor. Gövdenin deşildiğini görüyorum. Gururun öfkelenmek bile istemiyor.


     - Fazla düşünülen her şeyde kuşku barınır.


     - Ah, dostum, insan aşılması gereken bir şeydir.


     - Sizin dostunuza verdiğinizi, düşmanıma verir, bununla züğürtleşmem bile.


     - Düşüncelerimde, nesnelere, hortlaklara duyulan sevgi insan sevgisinden üstündür.


     - Kendinizi iyi sevmemeniz, zindana dönüştürür yalnızlığınızı.


     - Bayramlanızdan da hoşlanmam sizin: oyuncudan geçilmez orada, izleyiciler bile oyuncu gibi davranır.


     - Yine de karşına çıkacak en zorlu düşman, kendindir hep; mağaralarda, ormanlarda pusu kurarsın kendi kendine.
     Ey yalnız, kendine giden yolu yürü! Kendine, yedi şeytana uğrar yolunu inkarcı ol kendine karşı, kahin ya da büyücü ol; kuşkucu, tekinsiz, alçak.
     Kendini kendi ateşinle yakmaya  hazır ol; yenilenmek için önce kül olmalısın!


     - "Çok tatlı meyvelerden hoşlanmaz savaşçı. Kadını sevmesi bundan: en tatlı kadın bile acıdır."

     - "Kadınların yanına giderken, kırbacını almayı unutma!"

     - Şunu da unutmayın, kardeşlerim: uzak durun yalnıza haksızlık etmekten. Nasıl unutur yalnız olan! Nasıl çıkarır acısını!
     Dipsiz bir kuyuya benzer yalnız. Taş atılabilir içine: fakat deyin bana, dibe varırsa bu taş, onu kim çıkarabilir oradan?
     Sakının yalnızı incitmekten! Fakat eğer incittiyseniz, beklemeyin, öldürün!


     - Sana bir soru soracağım, kardeşim: derinliğini ölçmek için, bir sonda atıyorum gönlüne.
     Gençsin, çocuklar istiyorsun, evlenmek... Fakat sorarım sana: çocuk isteyecek kadar olgun biri misin?
     Sen galiplerden misin? Kendini dize getiren, duygularına söz geçiren, değimine egemen biri misin sen? Sorarım sana.


     - Kendinden ötesini kurmalısın. Fakat önce kendini kurman gerekir, bedenle can dimdik.


     - Zamanında yaşamayan, zamanında nasıl ölür? Hiç doğmasaydı keşke! derim gereksizlere.
     Fakat gereksizler bile hala ölümü önemsiyorlar. İçi boş ceviz bile kırılmak istiyor.


     - Delicedir mutluluğum benim, delice sözler edecektir: fakat henüz acemi, ona karşı sabırlı davranın!
     Mutluluğum yaraladı beni: acı çekenlerin hepsi doktorum olsun!


     - Yürünmemiş yollarda yürüyorum, yeni sözler geliyor bana, bıktım her yaratıcı gibi, aşınmış dillerden. Ruhum, eskimiş tabanların üstünde yürüyemez artık.


     - Sahilde oynarken, gelen bir dalga alıp götürdü ellerinden oyuncaklarını: ağlıyorlar şimdi.
     Fakat aynı dalga, başka oyuncaklar getirecek onlara, rengarenk deniz kabukları serilecek önlerine!
     Böylece teselli bulacaklar; siz de, dostlarım, onlar gibi bulacaksınız teselliyi, rengarenk deniz kabuklarını!


     - Bir gün rüzgar olup eseceğim aralarında, ruhum kesecek soluğunu ruhlarının: bunu ister geleceğim.
     Zorlu bir rüzgardır Zerdüşt ovalar için, şunu önerir düşmanlarına, tükürüp kusanlara: "Sakının rüzgara tükürmekten!"

     - Geceler ne acı, ışık olmak zorundayım! Gecelere ve yalnızlığa susamak!
     Geceler bir pınar gibi kaynar içimde, konuşmaya duyduğum özlem.
     Geceler gürüldeyen pınardır. Gönlüm fışkıran bir pınar.
     Gecedir: uyanır şimdi bütün sevenlerin şarkıları. Gönlüm şarkısıdır seven birinin.


     - Dostlarım, ah, akşamdır içimi böyle sorgulayıp duran. Kederimi bağışlayın!


     - Susmak kötü; gizlenen gerçek, zehirlidir.
     Gerçeklerimizle parçalanan her şey, parçalansın varsın! Nice evler var kurulacak!


     - Geleceğe fazla uçmuşum, korkunun elindeyim.


     - Bir hal oldu bana. Çok korktuğum için, gülmeye zorunluydum. Böyle karışık bir şey görmedim ömrüm boyunca.


     - Kendi yüzünüzden daha iyi maske takamazdınız, bugünün kişileri ey! Bir tanıyan çıkar mı sizi!


     - Size ne giyinikken, ne de çıplakken katlanabiliyorum, bugünün kişileri ey! Bu benim yüreğimi yakar.


     - Ne yapsın yalınlığım onların karmaşıklığı yanında?


     - Eşit değildir insanlar. Bunu buyurur doğruluk. Benim istediğimi isteyemez onlar!


     - "Gövdeyi yalandan tanıyalı" dedi Zerdüşt bir öğrencisine, "ruh artık sözde ruhtur bence, 'kalımlı' bulunan şeylerin tümü benzetmedir."

     - Dünkü yaşanmışlık mı bendeki? Düşündüklerimin nedenlerini yaşayalı hayli zaman oluyor.
     Nedenleri de beraberimde taşımak isteseydim, anılarla dolmuş bir fıçı olmaz mıydım?
     Düşündüklerimi alıkoymak fazla geliyor bana; nice kuşlar uçar sürülerle.


     - "Bugündenim ve dündenim ben," dedi, "ama içimde yarından, öbür günden, gelecekten bir şeyler var."

     -'Özgürlük' diye böğürmektir sevdiğinin: ama ben, etrafında fazlaca böğürme, duman bulunan 'büyük olaylara' inanmayı unuttum.


     - "Kilise mi? O da ne?"
     "Bir tür devlettir, büyük bir yalancıdır. Fakat sen sus, ikiyüzlü köpek! Kendi türünü iyi tanırsın sen!
     Devlet de senin gibi ikiyüzlü köpeğin tekidir; o da senin gibi, bağırarak konuşmaktan, dumanlardan hoşlanır; senin gibi, gerçeğin karnından konuştuğuna inandırmak için.
     Çünkü yeryüzünün en önemli varlığı olmak ister devlet mutlaka; buna inanılır da."


     - Tamam! Bu da devrini tamamladı; iyi bir yemek hazırlayın! Böyle ödemek isterim kötü rüyaları!


     - Geçmişi kurtarmak, her "öyleydi"yi "böyle istedim" haline getirmek, budur benim kurtarmak dediğim!


     - Korkunç olan yükseklik değil, yokuştur!
     Yokuştur bakışın aşağı döndüğü yer, elin yukarı uzandığı, çift iradeyle serseme döner böylece yürek.
     Ah, dostlar, anlayabilir misiniz yüreğimin çifte iradesini?
     Gözlerim çevrilir doruklara, elim kavramak ister derinliği, tutunmak derinliğe, yokuşum budur benim, tehlikem bu!


     - Budur insanca ilk öngörüm, yalancılara karşı önlem almayayım diye, göz yumarım beni aldatmalarına.


     - Avunayım diye sık sık şunu derim kendime: "Söyle deli gönül! Bir mutsuzluğun sana zararı dokunmadı; öyleyse mutluluğunmuş gibi tadını çıkar bunun!"


     
- "En bağışlanmaz yanın: güçlüsün ama istemiyorsun hükümdarlığı."
     Yanıtladım: "Buyruk verecek sesim yok benim."
     Sonra bir daha: "Fırtınayı bildiren sözlerin en sessizleridir. Dünyayı, güvercin ayaklarıyla gelen fikirler yönetirler."


     
- Merdivenin olmasa da, kendi başının üzerine tırmanmayı öğrenmelisin: başka türlü nasıl tırmanırsın yukarılara?
     Kendi başının üstünde, kendi kalbinden ileriye! En yumuşak yanın, en katı yanın olmalı.


     - Kendimi yıldızlarımın da altında görmek: işte benim doruğum!


     - Tanıdım yazgımı, dedi sonunda kederle. Evet, hazırım: başladı son yalnızlığım.
     Ah, ne kara, ne üzgün bir deniz altındaki! Ah, bu gebe gecenin bezginliği! Yazgıma inmeliyim, yazgıma, denizime!
     En yüce dağımın önündeyim: bu yüzden, şimdiye kadar yükseldiğimden de çok, derinlerime inmeliyim:
     Yükseldiğimden daha fazla, inmeliyim acının en karanlık seline! Bunu emreder benim kaderim. Peki! Buradayım.


     - Tırmandım tırmandıkça, tırmandıkça düşledim, düşündüm, beni sıkıyordu her şey. Ağır işkenceden yorgun düşmüş, beter bir düşle uykusundan uyandırılmış birine benziyordum.


     - Çek git, mutlu saat! İstenmeyen bir mutluluk geldi bana seninle! En derin acıya durmuştum burada: zamansız geldin!


     - Bir başına gezerdim; gönlüm neye acılardı geceleri yanlış yollarda? Dağlara tırmanırdım; sen değilsen kimdi, dağ başında aradığım?
     Gezmelerim, dağlara tırmanışlarım: gereksinmeydi, çıkmazdakinin çıkarıydı: kanatlanmak isterdi olanca iradem sadece, sana uçmak isterdi!


     - Ey üzerimdeki utangaç! Ey ışıyan! Sen ey gün doğumu öncesi mutluluğum benim! Yaklaşıyor gündüz: Ayrılmalıyız!


     - Altın yutmuşcasına kendimi saklamam gerekmez mi, açmasınlar gönlümü diye?


     - Hastaların kaçışıdır bazılarına göre yalnızlık; hastalardan kaçıştır bazılarına göre de.


     - Yaşamayı insanların arasında, hayvanların arasında yaşamaktan daha belalı buldum: buydu işte, kimsesizlik!


     - Evim olan yalnızlık! Ne mutlu, ne tatlı geliyor bana sesin!


     - Issız bir evde kendi başıma olsam da, söylesem şarkımı kendi kulaklarıma.


     - Fakat bütün tükürük yalayanlar iğrençtir. Gördüğüm en iğrenç insanı da "parazit" olarak adlandırdım; sevmek istemeyen ama geçinen sevgiden.


     - Yolda buldum insanın aşılması gereken bir şey olduğunu, insanın amaç değil köprü olduğunu.


     - Senin yaptığını kimse yapamaz sana. Bak, yok karşılık verme.
     Kendine buyruk veremeyen, söz dinleyecektir. Buyruk verebilir kendine niceleri, fakat buyruklarına uymakta ağırdırlar.


     - Ne kadar zarar verirse versinler kötüler, iyilerin verdiği zarar daha da büyük bir zarardır!


     - Yeni bir çocuk: ah, ne çok kir demektir dünya için!


     - "Güzel şarkılar, güzel yankı isterler; güzel şarkıların ardından, susmalı bir süre."


4 Ekim 2015 Pazar

İkircikli Biricik * İlhami Algör

     - Ben
     Adım lazım değil. Çok gerekli ise "beyhude işlerin pir'i" diyelim. Geceleri ruh çağırır, sabahları geç kalkarım.


     - Gece çalışırım. Kafam gece çalışır. Gece hayaller, hayaletler gelir.


     - Gittiler.
     Geriye gecenin kendisi kaldı.
     Geceyi severim. Gece de beni seviyor. Ya da gecenin beni sevdiğine inanmak hoşuma gidiyor. İnsan sarıldığı, sarındığı bir şeyin kendisini itmesinden hoşlanmaz.


     - Masa başındayım. Kağıt kalem vadisinde. Bir şey yapacağımdan değil. Kağıda bakarak ruh çağırıyorum. Kendi ruhumu. Ya da kendime bir ruh.


     - "Belirsizlik vaadkar bir aralıktır," diyor bir tanıdığım, "bazı insanlar o aralıkta yaşamayı sever. Böylece kendilerini oyalar, oluşlarını ertelerler. Kendini kandırmak da insani bir hal'dir."

     
"Nasıl yani?"

     "İnsanın kendisi olduğunu sandığı kişi, bir ölçüde kurgu olabilir. Şartların dayattığı tercihlerin kurgusu."


     
- "Zamanın geçtikçe iyi şeyler getireceğine inanmıyorum. Zamanın iyi şeyler getirmek gibi bir derdi olduğuna inanmıyorum. İleride bir yerlerde iyiliğin bizi beklediğine inanmıyorum. Hayatın tekamül, gelişim, inkişaf, ilerleme diye kendinden menkul bir mecburiyeti olduğuna inanmıyorum... Meğer ki dünya denilen gezegen esasen bir yürüme bandı imiş. Meğer ki her şey bizim kuruntumuz imiş. Yürüme bandı üzerinde gelip geçen bir vakit'e "hayat" demek, ancak böyle bir kuruntu ile mümkün imiş."


     - Gün gelir, zaman aşar da manasızlığımızdan kurtuluruz diye umduk. O umma an'ı içinde, zamanın getiren değil de götüren bir şey, bir kayık olmasını diledik. Kayığa binesimiz geldi. Öte yandan bana, bir kuzu ile kayığa binip gitmenin henüz vakti değil gibi geldi.


     - Geri gelen an'ın; gelirken getirdiklerinden kaçmak istedim.


     - "Geçmiş geri geldikçe beni mutsuz ediyor ise geçmemiş midir? Hala burada benimle mi yaşamaktadır? Zaman yolculuğu dedikleri? Yolcu, zaman'ın kendisi de, yolculuk mekanı ben miyim? O esnada kalbim neden yanıyor? Arz ederim."


     
- Uyandığımda
     Kalbimin yerinde kuru, kavruk bir boşluk vardı. Tedirgin oldum. Kalktım, yatağın kenarına oturdum. Çıplak ayaklarımı gördüm. Yabancıydılar. Yadırgadım.


     - Yediğim haltları yazmakla görevli kayıt meleği, işbaşı yapmış çalışıyordu:
     "Kırk küsur yaşına girdiği gecenin sabahı -akşamdan kalma bir halde- kalbi olmadığı hissiyle uyandı. Çıplak ayaklarını, ayak başparmak kemiği çıkıntısını gördü. Kendisi sandığı kişinin başka biri olduğu hissine kapıldı."


     
- "Gökyüzü karışıksa kuşların işi," dedim içimden.


     - Yeni bir hayat kurmak... Nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu? Yoksa tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için mutlaka, kuvvetli bir rüzgar mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık "eski" mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?
     Bilemedim. Şehir barajı doluluk oranlarını gösteren grafikleri ve su faturalarımı hatırladım. Musluğu kapatıp çıktım.


     -"Teşekkür ederim. İncittiğim için özür dilerim. Esasen bende oldum olası, 'ulan bu hayatta bir şeyler eksik' duygusu vardır: İçimde bir yerlere yapışıktır. Yapıştığı yerde, kel şahısların zaman zaman ellerini enselerine götürüp 'acaba pencere mi açık?' diyerek sağa sola bakınmaları gibi davranışlara sebep olan sürekli bir esinti vardır. Bu ruh keli bende mi var veya hayat mı böyle? Bilemedim? Bu soruya bir cevap bulamadım, bulup da tamam olamadım. Sizi mesud edemedim. Sizi de benim bu hallerim sarmadı..."

     - "Niye kapı ağzında oturuyorsun?"
      "Kapı ağızlarını severim. Her an kaçıp gidebilmek ihtimalini diri tutar,"


     - "Sen hep beni mazideki halimle tanırsın/ Hala bilirim aşk ile bekler inanırsın."

     - "Başka türlü düşünürsem hayatım değişir mi acaba?" veya "Hayatım değişirse başka türlü düşünür müyüm?"

     - Hiç
     Evlenmedim. Beni kimse almadı. Evde kaldım da diyebilirim. Çoluk çocuğum yok. Ne kızımın regl'i, ne oğlanın sünneti. Ne hafta sonları veya bayram günleri eltiler, bacanaklar ne diğerleri. Ne de bilmem kimin düğününde "yarım altın takmalıyız, onlar bizim oğlanın sünnetinde yarım taktıydı," şeysi.
     "Kurban" dedikleri, bir canlının boğazını kesmedim. Kesmem de. Araba kullanmasını bilmem. Tali yollarda az buçuk sürmüşlüğüm vardır. Arabam olmadı. Heves etmedim. İyi tarafı da, yay kaldırımına park etmedim.


     - "Hayırdır," dedim. "İşaret mi bu?"
     "İnançsızlar kendi işaretlerini kendileri oluştururlar," dedi iç sesim.


     - "Napıyorsun bununla?"
     "Oynuyorum."

     Gülümsedi.
     "İnsanoğlu, kalp ilişkisine hikaye kondurmuşsun. Sana ait bir hikaye gibi duruyor?"
     "Evet."
     "O da mı oyun?"

     Derine iniyordu. Duraksadım. İki yolum vardı. "Dil Oyunu Çıkmazı"na girer, metafor, mecaz, top sektirirdim. Kurnazlık, zeka, esasen bir bilmezlik hali olan çok bilmişlik ile oyalanırdım. Ben oyalanırken dünya başka bir şekle girerdi. Dönüp kapımı çalardı. "Kim o?" derdim. "Sen oyalanırken, başka bir şekle girmiş olan dünya," derdi kapıyı çalan.


     - "Evet oyun. Bende kalmış bir derdi sağaltmak için uydurulmuş bir oyun."      " Doğrudan bir derd ama telafisi dolaylı."      "Vay be..."      Şaşkınlığımın ağzımdan çıkış şekline şaşırdım.
     "Çok net ifade ettin."
     Hakikaten de "doğrudan bir derd ama telafisi dolaylı" cümlesi, bir an bir şeyi yanlış yaptığımı hissettirdi bana. Bir şeyler sezdim ama bağlayamadım. O esnada biraz dalmışım.
     "Olay mahallinde misin?"
     "Evet ama izi kaybettim."
     "Bir mesele var diyelim, ruha ağırlığı, maliyeti var, onunla baş etmek için bir tür kıvırtma teknikleri geliştiriyoruz... Diyebilir miyiz?"
     "Diyebiliriz."
     "Niye yapıyoruz.?"
     "Ben henüz ne yaptığımızı kavrayamadım..."

     Şöyle bir baktı, "Kuyu senin, nasıl indiysen çıkarsın," dedi, "veya yatay geçiş bulursun."


     
- Bakarken ne düşündüğünü merak ettim. Sussam belki dünya daha güzel bir yer olurdu ama dilimi tutamadım.
     "'Doğrudan bir derdim vardı, telafisi dolaylı' yazsam mı acaba?"

     - Bir hayal çağırdım. Mümkün ise deniz gören bir hayal. Belki vapura biner adaya giderim. Hava güzel olur. Dışarıya, arka güverteye otururum.


     - "Mahcup olacağınız şeyleri yapmayın. Ayrıca derin teessür hallerinde vücud gayri iradi davranışlar geliştirilebilir. Hiç olamadı mı size?"
     "Olmadı. Ben sizinki kadar teşekküllü ve oturmuş bir hayat kuramadım."
     "İstemediniz mi, beceremediniz mi?"
     "Beceremeyeceğimi düşündüm."
     "Neden?"
     "Becerme gayretlerinin nasıl tarumar olduğunu gördüm. Beyhude kalıyor çabalar."
     "Karamsarsınız."
     "Bir yönüyle evet."
     "Bir idealiniz de yok..."
     "Küçük bir şerh ile evet."
     "Nedir şerhiniz?"
     "Henüz yok fakat belki ihtiyaç olur, ihtimal olarak kenarda bulunsun."


     - Sabah
     Garip bir duygu ile uyandım. Kalbim yerinde değildi. Ayaklarıma baktım. Yabancıydılar.


     - "İnsan ruhu bazı durumlarda incinir. İncinen yerde derd oluşur, oraya yerleşir. Derd, kendi zekası olan bir virüs'tür. Yerleştiği yerden sürekli bir şeyler fısıldar. Bazen fısıltı yoğunlaşır. Yoğunlaştıkça ruhu yakar. Ruhun sahibi, biraz derdinin karakterine biraz da kendi huyuna suyuna göre bir çare bulur. Bu çare, fısıltının kaynağına inip, yakasını tutup 'ne diyorsun hemşerim?' şeklinde doğrudan bir yöntem olabilir. Diğer yöntem ise fısıltıyı duymazdan gelmektir. Kıvırtma teknikleri burada devreye girer. Fısıltıyı duymazdan gelen izahlar, kabuller üretir. Kabullerine inanır. Edebiyatı dahi olan insani bir haldir. Ve bazen edebiyat, kıvırtma tekniklerinin en incelikli biçimlerinden biridir."

     - "Kadını elinde nasıl tutacağını bilmeyen adam" lafı tanıdık geldi. Kadını elinde tutmak niye? Başkası almasın diye mi? Bilemedim.
     "Sıkı sıkı sarmalanmak diye bir beklenti olamaz mı?" dedi iç sesim.
     Yüz vermedim. Kitaba döndüm:
     "Böylece duyguları, düşünceleri, bedeni de dahil kendisi ya da kendisi sandığı kişi, çürüyen ve çürürken dönüşen şeyler gibi ucu açık, belirsiz bir yarına mayalanıyordu. Durduğu yerin ıslak bir gölgelik olduğunu, orada kaldıkça gölgenin koyulaşacağını biliyor, buna rağmen yarasını yalamaya mecalsiz bir köpek gibi gölgede durmaya devam ediyordu."
     "Köpek" kelimesi ağır geldi. Gocundum.
     "Kibarım benim! Kadına kimseyi elinde tutmak istemediğini, 'elinde tutmak' fikrine inanmadığını açıkça söylemez. Bunun yerine ilişkide yetersizliğini kabul ile kendini sorgulayan adil, vicdan sahibi adam rolünü tercih eder. Kendini çarmıhlara gerecek kadar rolü abartır. Kendini yerin dibine batırarak, yolunda gitmeyen şeylerin sorumluluğunu üstlenerek meseleyi hallettiğini sanmaktadır. Oysa kadını bir tür sessiz şiddetle itmekte, yalnız bırakmaktadır. Kadına lazım olan bu değildir."

     - İnsanın
     Kendi içinde ikinci bir ses barındırması, ses'in söylediklerini dikkate alması hatta onun ile sohbete girmesi ve bazen zıtlaşması, çoğu kimse için "Allah, Hızır ve Odin, akıl fikir versin" durumudur. Ben böyle düşünmem. Herkesin bir iç sesi vardır. İç'i olanın sesi de vardır. İç'ini bastıran sesi de bastırır. Bastırılmış ses, hayat boyu çıkmasa bile son nefes olarak çıkar.


     - İnsanın ruhen oyunbaz olanı olmayanından ayırt edilir oldu.


     - "Bu dünya şeytanın dünyası, Allah karışmıyor,"

     - Tatsız bir his, bumerang derler dönüp dolaşıp sizi bulan zımbırtı gibi geri geldi.
     Teşekkür ile cevapladım. Telefonu kapattım. Bumerang gitmedi, bende kaldı.


     - "Bilmediğim şeyler değil..."
     Yine kelime biriktirmeye başladı.
     "...acı nasıl bir şey ise dönüp geri geliyor. Zaman her şeye ilaçtır derler, fakat..."
     "Palavra,"
dedim içimden, zamanın ilaç olmasına dair.


     - "Efendim, ben esasen bir işgüzar, beyhude işlerin pir'iyim. Durduk yerde bir merak'a kapılır peşinden giderim. İyi bir huy değildir. Yani görünürde bir getirisi yoktur. Görünmez getirinin de bu devirde bir manası yoktur."

     - Kapı önü
     İki adım attım, üçüncüyü atamadım. Ne olduğunu bilmediğim bir zımbırtı beni tuttu. Yol ortasında kazık gibi dikilmek, bir yaştan sonra makbul bir davranış değildir. İki adım kenara çekilip "Beni duraksatan nedir acaba?" salıncağına bindim. Salıncağı severim. Bazılarına göre kafa karışıklığıdır. Bence değil. Kendine bir ruh arama hali diyelim. Bir ruh'un olmadığı için değil. Belki bir ruh yetmediği için. Veya bir an durup bir şeyleri sindirmen gerekiyordur. Her ne iseler onlar.


     - Ravel- Bolero


     - Yine yeni yıl geldi
     Yılbaşı, doğum günü gibi özel günlerden kaçarım. Etrafta oluşan, "eller havaya" coşkusundan kaçarım. Ruhuma sıkıntı basar. Kendi başıma takılmayı tercih ederim. Huysuzum diyelim.


     - "Hayat hakkında fikrim yok... aynen böyle yaz."


     - Herkes aranmak, dış dünyadan bir ses duymak ister. Sadece iç dünya ile yürümüyor hayat.


     - "Ev'e dönmek istemiyorum," dedim ruhuma, "tanıdık bildik mekanlara, her zamanki hayatıma dönmek istemiyorum."
     "Beni takip et,"
dedi.


     - Aramızda sessiz, görünmez bir engel vardı. Konuşamıyorduk. Biz susar isek, fısıltılar konuşurdu. Hadi ben takıntılı biriydim. Takıldığımda içime döner, olay mahallini kazardım. O niye tutuktu?


     - ...Veya geçmiş meğer geçmemiş ise, bir acı şeklinde ruhlara takılıp kalmışsa, acıyı sağaltılması umulan adalet kara trene binmiş hiç gelmemişse, geleceği de yok ise, bir çocuk dünyayı iç çekilen bir yer olarak tanımışsa, elinizdekilerin birdenbire yok olabildiği, kimsenin ağzını açıp yok olmalara, edilmelere itiraz edemediği bir hayatta elde tutmak diye bir şey'e inanmamış ise...


     - Hayattan bir şeyler bekleyen birisi olarak pazar günleri benim için hayatın akmadığı, donduğu sıkıntı günlerdir. Hayattan ne beklediğimi bilmem. Önemli değil. Bana zamanın akışkan hali lazım. Burada ikircikli bir durum var.
     Hayatın nehirvari akışkan bir şey olduğu ve akar iken bana bir şeyler getirebileceği kabulu ile "valla ne beklediğimi bilmiyorum, zaten bir şey beklemiyorum," cümlesi.


     - "Bütün insanlar aynı 'şimdi'lerde var olmazlar..." Peter Burke, Kültür Tarihi


     - "...Gece alışkanlığını vururken,/
     her yalnızın talihsiz alnına..."
Nilgün Marmara, "Niye koşmalı sanki?"


     - "gözlerim karmakarışık, körüm ben" Gülten Akın, "Güz"