26 Ağustos 2011 Cuma

Neden * Sinan Ergin

          Dünya üzerindeki birçok din, tarikat, guru ve bilgeler kendi yollarının hakikate giden en doğru yol olduğunu söylemişlerdir. İnsanlar da binlerce yıldır bu yollarda ilerlemeye çalışmışlar; kafaları karıştıkça da gurularını değiştirip, kendilerini değiştirmeden hayatlarına devam etmişlerdir. Çünkü bizler değişimin hep dışarıda olacağını düşünürüz. Halbuki gerçek değişim içten dışa doğru olandır. Dışarıda hiçbirşey yok. Sen iç dünyanda motiveli olduğunda, istekli olursun ve bu hayattır. Kendimizde bulamadığımızı dışarıda arayarak, sadece hayata makyaj yaparız. Makyaj ilk yağmurda, yani ilk ağladığımızda akar ve bizi olduğumuzdan daha da çirkin yapar öyle değil mi? Ya ağlamayı bırakmalıyız ya da makyaj yapmayı.


          Hayat bütün beklentilerin tam tersi, bu anda kalan ve değişimleri yaşayandır. Hayat bir çocuğun oyun bahçesidir. Hangi çocuk bir gün benim de böyle güzel bir oyuncağım olsun diye oyununu erteler? O, yoklukta bile oyuncağını yaratır. Ağlayan gözlerini yaşlı bırakmaz, her zaman değiştirir. Senin için kibrit çöpü, onun için bir savaş uçağı haline gelir ve oyununa kaldığı yerden devam eder. Sen hiç oynamak için oyuncak bekleyen çocuk gördün mü? O zaman sen neden mutlu olmak için umudu bekliyorsun? Umut ölüm gibidir. Düşünceni değiştir, artık o bir kibrit çöpü değil bir savaş uçağı. Bu mutluluktur. Yaşam ve mutluluk aynı kelimedir. Yaşamını umutla değiştirdiysen, gün gelir ölüler diyarında senin anladığın umut bile sonun olur. "Umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır."  * Friedrich Nietzsche
          Hayat ne kadar enterasan...Sen başkasına canım derken ve onun için herşeyin en güzelini yapmaya çalışırken, onun tek isteği kaçmak...Ya uykuya kaçmak ya da yasak aşka...Sen parçam dedikçe, canım dedikçe, onun senden ve sorumluluklarından kaçan bir köle halinde inlemesi...Kendi iç dünyasında problemler arayıp bulamadığında, seni bulan ve problem yapan parçan, canın. Ne yapmak gerek? İnsan kendi canının kendinden kaçtığını görünce ne yapar ki? Canın çıksın desen çıkar mı? Çıktıktan sonra sana ne kalır? Hiç bilmediğin bir yok oluşa seni de çeken canın mı? Yoksa seni senden çıkaran cananın mı? Sevgi ve ölüm iki karşıt mı yoksa aynı evin içindeki bir olguları yanlış yorumlamamız mı? Eğer burada can isen can gibi davran, yok eğer değilim diyorsan, sus kal da canlan...Yok, o da değilim diyorsan, nesin o zaman ey sevgili! Bilinmez bir alemden gelen mahşerin 4 atlısı mısın? Ee, o zaman ne bekliyorsun öttür borunu bitir bu alemi...Kurulurmuş yeni dünya 6 günde kalır sana yine dinlenmen için 1 gün, hepsi hepsi 7 gün. Ne dediğimden, ne yazdığımdan anlamadığına eminim, anlamaman senin yüzünden değil, bu yazının sana yazıldığını sanıp okumandan. Bu yazı dünyada bir kişi için yazıldı. Eğer o değilsen okuma...Canımı çıkaran değilsen yaklaşma. Ne hamdım, ne piştim, ne de yandım. Bunu söyleyen büyük eren Rumi gibi değilim, aşkı bilen ve anlayan hatta onun gibi yaşayan. O yüzden okuma, bırak bu yazı sana değil. Canımı alana.