2 Şubat 2014 Pazar

Küçük Prens * Antoine de Saint-Exupéry

     - Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni arkadaşınızdan onlara söz edecek olsanız, özelliklerini sormazlar. Ama "Kaç yaşında?", "Kaç kardeşi var?", "Kaç kilo?", "Babası kaç para kazanıyor?" gibi gereksiz sorular sorarlar. Böylece onu tanıdıklarını sanırlar.


     - Büyüklere deseniz ki "Kırmızı kiremitli bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı." Bunu bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Ama "Yüz bin liralık bir ev gördüm." deseniz, hemen; "Aman ne güzel bir ev!" diye haykırırlar.


     - Acaba yıldızlar niçin parlıyor? Bir gün hepimiz kendi yıldızımızı bulalım diye mi?


     - Ama ancak evcilleştirdiğin canlıları tanıyabilirsin... İnsanları kolayca tanıyamazsın. Onların tanımaya ayıracak zamanları yoktur. Yediklerini, içtiklerini bile dükkanlardan hazır olarak alıyorlar. Ama dost satan dükkanları olmadığı için dostları da yoktur.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Toza Sor * John Fante

     - Kaygılısın Arturo, çok kaygılısın ve kaygı beyaz saç demektir.


     - Değerlerin değişiminden yanayım ben. Kiliseden kurtulmalıyız, kilise aptalların, ahmakların, cibiliyetsizlerin ve şarlatanların sığınağıdır.


     - Bir dua. Neden olmasın, tek bir dua: duygusal nedenlerden ötürü. Tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap! Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Bir teklifte bulunacağım sana. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim. Ve lütfen Tanrım, bir ricam daha olacak: annemi mutlu kıl, ihtiyar o kadar önemli değil, onun şarabı var ve sıhhati yerinde, ama annem her şeye kaygılanır. Amin.


     - Bir süre kent merkezinde aylak aylak dolaştıktan sonra öğleye doğru kendime acımaya başladım, önünü alamadığım bir hüzün kapladı içimi. Odama döndüğümde kendimi yatağa bırakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Uzun süre ağladıktan sonra kendimi iyi hissettim tekrar. Samimi ve arınmış.


     - Burada tek başıma oturup bu ender duyulan heyecana alışmalıyım; zihnim eşsiz zerafetinin sonsuz yalnızlığında gezinirken yalnız bırak beni; bir süre için açık gözlerle seni düşleyip açlığını çekmek istiyorum.


     
- Çok şeyi unuttum, Camilla! Rüzgar aldı götürdü. Fırlatılmış güller, gürültü ile üşüşen güller, dans ediyorum, solgun, yitik zambaklarını aklımdan silmek için. Ama perişandım, ve eski bir tutku ile esrik, evet sürekli, çünkü uzundu dans; sadıktım sana, Camilla, kendi tarzımda.


     - Sinsice sokuluyordu; huzursuzluk, yalnızlık duygusu. Derdim neydi? Nabzımı saydım. Normaldi. Kahveyi üfleyip bir yudum aldım: iyi kahve. Aradım, zihnimin parmakları ile beni rahatsız eden düşünceye uzanıp tam da dokunamadığımı hissettim.


     - Buruk ve tatlı trajedi, mahvıma neden olan göz kamaştırıcı orospu! Birkaç günlüğüne sigarayı bıraktım. Yeni bir dua tespihi aldım. Sadaka kutusuna para attım. Acıyordum dünyaya.


     - Beni rahat bırakın, uçuyorum zevkten, çok seviyorum seni Tanrım ve seni Camilla ve seni ve seni. Ne güzel bir duygu, ne kadar tatlı, sıcak, yumuşak, leziz, sanrılı. Nehir boyunca ve deniz aşırı, bu sensin bu da ben, büyük dolgun sözcükler, küçük zarif sözcükler, hey hey hey.


     - Bazen öyle bir mutluluk dalgası kaplıyordu ki içimi ışıklarımı söndürüp ağlıyordum ve içimi tuhaf bir ölüm arzusu kaplıyordu.


     - " Uzun parmaklarını aç ve yorgun ruhumu geri ver. Ağzınla öp beni çünkü açım Meksika ekmeğine. Burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran beyaz gerdanında ölmeme izin ver. Şu uykusuz gözlerimdeki özlemi al ve bir güz tarlasında uçuşan kırlangıçları besle onunla çünkü seni seviyorum, Camilla, ve adın dönmeyen sevgilisi için son nefesini verirken gülümseyen cesur prensesin adı kadar kutsal."


     - Tepeler saklasın onu! Tepelerin mahrem yalnızlığına dönsün! Taşlarla ve gökle yaşasın, rüzgar uçursun saçlarını sonsuza dek. Bırak o yolda gitsin.