25 Temmuz 2014 Cuma

Suda Yan Ateşte Boğul * Charles Bukowski






     - ...düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını
     35 yıl
     iş işten geçmiştir
     aşk için de
     şiir için de.

 

                                           


     - ... sen de bir gün boşuna ölmelisin
     benim
     boşuna yaşadığım gibi. (sineklikteki manzara şiiri)

                                           


     
     Makineli tüfekler kuleler ve mesai kartı saatleri
     Mankafalar tarafından dolandırılmış hissediyorum kendimi
     sanki gerçeklik şanslı ve avantajlı başlayan
     ufak adamların malıymış gibi,
     ve soğukta oturup
     bir çit kenarındaki mor çiçekleri
     merak ediyorum
     diğerleri
     altın ve Cadillac'larına
     ve hanım arkadaşlarına yenilerini katarken,
     ben palmiye yapraklarını
     mezar taşlarını
     ve koza misali bir uyku çekmenin
     değerini merak ediyorum;
     bir kertenkele olmak
     yeterince kötü olurdu
     güneşte kızarıyor olmak
     yeterince kötü olurdu
     ancak İnsan-boyutuna ve İnsan-yaşamına
     uygun yaratılmak kadar
     kötü olmazdı
     ve oyunu oynamayı istememek
     kadar, makineli tüfekleri ve kuleleri
     ve mesai kartı saatlerini istememek,
     arabayı yıkatmayı istememek
     diş çektirmeyi
     bileğe takılacak bir saati,
     kol manşetlerini
     bir cep radyosunu
     cımbızı ve pamukluyu
     iyot şişesi dolu bir dolabı,
     kokteyl partilerini
     bir önbahçeyi
     birlikte söylenen şarkıları
     yeni ayakkabıları, yılbaşı hediyelerini istememek kadar,
     hayat sigortasını ve Newsweek dergisini
     162 adet beyzbol maçını
     Bermuda'da bir tatili istememek kadar.
     İstemeye istemeye,
     bence mor çiçekler benden
     daha iyi durumda
     kertenkele daha iyi durumda
     koyu yeşil hortum
     her dem canlı otlar
     ağaçlar kuşlar,
     kaymak-güneşin altında hayal kuran
     kediler
     daha iyi durumda benden,
     şimdi bu eski ceketi giyip
     sigaralarımı
     anahtarlarımı
     ve dönüş haritasını el yordamıyla bulup,
     çıkıyorum dışarıya
     kaldırımda yürüyorum
     idamına giden bir adam gibi
     kendinden emin,
     üstüne gidiyorum
     korumalar olmadan yanımda
     sürüyorum arabamı
     saatte 70 mille üstüne,
     manevra yapıp
     küfrederek
     küller saçarak
     yanan, ölümcül her şeyin
     ölümcül küllerini saçarak,
     tırtıl bu kadar dehşeti
     bilmez
     karınca orduları
     daha cesurdur
     yılanın öpücüğü bu kadar aç gözlü
     değildir,
     ben sadece gökyüzünün beni
     daha fazla daha fazla yakmasını istiyorum
     yakıp tüketsin ki güneş
     sabah altıda doğup
     gece yarısını geçerken batsın
     daima açık, sarhoş bir kapı misali,
     üstüne sürüyorum arabamı
     istemiyorum onu
     yetişiyorum ona yetişiyorum
     bu arada kedi
     geriniyor
     esniyor
     ve başka bir rüyaya dalıyor.


                                   


     Evime gelme ama eğer gelirsen...
     evet tabii, dışarda değilsem evdeyimdir
     ışık yanmıyorsa
     ya da sesler duyarsan
     kapımı çalma;
     Proust okuyor olabilirim
     biri kapımın altından Proust bırakmışsa
     ya da güvercin için kemiklerinden birini,
     borç para veremem,
     telefonumu
     veya arabamdan geriye kalanı kullanamazsın
     ama dünkü gazeteyi
     eski bir gömleğimi ya da sosisli bir sandviçimi
     alabilirsin
     ya da gece çığlık atma huyun yoksa
     kanepede uyuyabilirsin
     ve kendini anlatabilirsin
     gayet normal bu;
     hepimiz sıkıntı çekiyoruz
     ancak ben
     Harvard'da okutacağım bir aileye bakmaya
     ya da av arazisi almaya çalışmıyorum,
     gözüm yükseklerde değil
     birazcık daha
     hayatta kalmaya uğraşıyorum,
     onun için bazen kapımı çalarsan da
     açmazsam
     ve içeride bir kadın yoksa
     belki çenemi kırmış
     bağlayacak tel arıyorumdur
     ya da duvar kağıdımdaki kelebekleri
     kovalıyorumdur,
     yani kapıyı açmazsam
     açmam, ve nedeni
     henüz seni öldürmeye,
     sevmeye, ya da kabullenmeye hazır olmamamdır,
     demek ki konuşmak istemiyorum
     meşgulüm, çıldırmışım, keyifliyim
     veya belki bir ip hazırlıyorum;
     onun için ışık açıksa bile
     ve eğer nefes alıp verildiğini, dua veya şarkı söylendiğini
     radyonun ya da atılan zarların
     veya daktilonun sesini duyarsan-
     uzaklaş, sebep gün değil
     gece değil, saat değil;
     kabalıktan gelen cehalet değil,
     hiçbir şeyi incitmek istemem, böcekleri bile
     ama bazen ayırt etmesi zor
     birtakım duyumlar sezinliyorum,
     ve mavi gözlerin, maviyseler eğer
     ve varsa eğer saçların,
     ve kafan - içeri giremezler
     ta ki ip kesilene ya da düğümlenene dek
     ya da ben yeni aynalarda
     traş olana dek, ta ki dünya
     durana ya da ebediyen
     açılana dek.



                                      


     Mektuplar

     yere oturmuş
     kanon bir kutuyu karıştırıyor
     ve ona şimdiye dek yazdığım aşk mektuplarını okuyor bana
     bu arada 4 yaşındaki kızı yerde
     pembe bir battaniyeye sarılmış
     uyudu uyuyacak
     bir kez ayrıldıktan sonra yine bir araya geldik bir
     Pazar gecesi evinde oturuyorum
     dışarda arabalar bir aşağı bir yukarı tırmanıyor yokuşu bu gece bilikte yattığımızda cırcır böceklerini dinleyeceğiz
     nerede benim kadar iyi yaşayamayan salaklar?
     bu kadının duvarlarını seviyorum
     bu kadının çocuklarını
     bu kadının köpeğini seviyorum
     cırcır böceklerini dinleyeceğiz kolum kalçasından
     dolanmış parmaklarım göbeğinin üzerinde
     böyle bir gece yaşamı yenmeye yeter, fazlası da ölümü halleder
     aşk mektuplarımı seviyorum, gerçeği anlatıyorlar
     ah, ne göt var bu kadında be! ah, ne güzel ruh var bu kadında!


                               

     

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Ben Senin Bildiğin Kızlardanım * Hakan Urgancı

     - Yatağındaki saçları topladın. Onunla yaptığı son maçları topladın. Sarkıttın onları kulenden, tek bir prenses girsin diye hayalindeki resme!


     - İnsan kaç bedenden sonra kendisine alışıyor? Kaç yenilgiden sonra direndiği hayatın akışına karışıyor?


     - Erkeklere onları çok arzuluyormuş gibi görünmeyi becerse de, adli tıp uzmanı taze ölüye karşı ne hissederse sadece o kadar heyecan duyuyordu erkeklere karşı.


     
- Kedileri insanların yerine koydu. Onlar güçlüydü, kimseye ihtiyaçları yoktu. Yalaka değildiler ve en önemlisi, arkadan konuşmuyorlardı.


     - "Birçok erkek, kadınların memeleri büyüdükçe zekalarının kıtlaştığını düşünür. Bense bunun tersini düşünüyorum. Kadınların memeleri büyüdükçe erkeklerin zekası kıtlaşıyor." Anita WISE


     - "
 Eğer bir kadın size kalbini verirse, (vücudunun) geri kalanından asla kurtulamazsınız." John VANBURG


     - Nihayetinde aşk, sonlu, bitimli bir heyecan dalgasıdır. Tüm dalgalar gibi gelir, sahile/size vurur, çalkalar, değiştirir, sizden koparabildiğini koparır (ki bu şarttır) ve geldiği yere döner. Sizden koptuğunu sandığınız şey, aslında asla sizin olmamış olan şeydir. Sizden alınanlar, heykeltraşın kayadan aldıklarıdır. Dünyaya bırakacağınız en büyük eser, aşk çekildikten sonra kalanların toplamıdır.


     - Henüz bir prensle karşılaşmadıysanız, bu sadece yeteri kadar kurbağa öpmediğiniz içindir. Yok, yaşam kurbağalar arasında geçip de son buluyorsa, gölün yüzeyindeki aksinize bir bakın ve itiraf edin: karşınızdaki görüntü bir prensese mi ait, yoksa bir kurbağaya mı?


     
- Murathan Mungan'ın da dediği gibi; "Doğada tüm canlılar dişine göre av seçer. Bir tek insan neslinin kadın cinsidir ki avına göre diş geliştirmeye çalışır. Doğa buna izin vermediği için dünya, yanlış avı ısırmaya çalışmış, hayal kırıklığına uğramış, dişleri eksik, yaralı kadınlarla doludur."


     - "Evlilik dediğin, kadına dırdır etme yetkisi, erkeğe de somurtma imtiyazı veren kutsal bağdır." Murat MENTEŞ


     
- Mevlana, kadın ve erkek ilişkileri arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır: "Erkek suya benzer, kadın ateşe! Gerçi ilk bakışta su, ateşten güçlüdür. Onu bir çırpıda boğar. Ancak eğer ateş araya bir aracı (kap) yerleştirebilirse o suyu fokur fokur kaynatıverir. İşte aynen bu örnekteki gibi sen de (erkeğe söylüyor) kadından güçlüsün. Ancak yine de ona mağlup olmaya mahkumsun. Zira onu istemektesin." (Cinsel istek aradaki ilk kap oluyor.)


     - Aşırı sorgulamak, kazmaktır. Hem de derin kazmaktır. Derin kazılan yerlerden - eğer şanslıysanız- cevher de çıkabilir, petrol de... ama umumiyetle ya kemik çıkar, ya pislik! Bu oranlarda bir riske hazırsanız, kazın durun!
   
      Şöyle hafifçe kazmak, tohum ekmek için, fide dikmek içindir. İlişki dediğin şey de nedir ki? Birlikte büyüteceğin bir tohum, bir fide değil midir? Birazcık sorgulayıp tatmin olur olmaz bırakırsan, sağlam bir ağacın temelini atarsın.

     Eğer çok kazarsan, amacın ölüyü defnetmektir. Bu ilişkiyi yaşatıp büyütelim mi, yoksa toprağa mı verelim? Çoğu kadının kendine asıl sorması gereken beş yüz milyonluk(!) final sorusu budur.

Bir Gün Tek Başına * Vedat Türkali


                               Ölümün zaferi - Pieter Bruegel. Bruegel! Nasıl alaylı bakar böyle acılı dünyaya? Şu iskeletlere bak!... -Merhaba canım...


     - Bu sıcak, beriki soğuk... Öteki sert, beriki yumuşak... Ömrünce sınırda kalacaksın.


     - Ben böyleyim... Bitti... Artık savunma bile boşuna. Değil mi ki değişmez... O vakit bırakırsın yaşamayı kendi yoluna, yürür gider. Sonra yine kımıldamaya başlar birikenler.


     
- Bunlar para mı ulan?... Ben bunun beş katını at yarışlarına verdim geçende. Tut ki sana oynadım bu kez de, hangi yarışı kazanırsın sen, kanı bozuk beygir...


     - Nedir bu yaşamak dediğimiz be! Avara kasnak, dön dur, yirmi dört saatler bitti mi sen bitersin. Herkesin derdi aman bitmesin! Bir bok oluyor sanki de, aman bitmesin!... Bugün de bitti işte...


     - Kendisiyleydi bütün uğraşı. Çevreyi mi görüyordu, içindekileri mi? Öyle tatlıydı ki karıştırmak, boşuna yorgunluktu ayırma çabası, mutsuzluktu.


     - Nerden nasıl geleceğini bilmeden gelecek dehşetli güzel günlere inanıyordu.


     - Kibritle oynayan çocuk bu kız; yangın çıkarır! Kibriti nerden geçirmiş eline?...


     - Bütün güzel şeyler yasak, dedi. Bu pis dünya...


     - Umursamıyor demek. Niye umursasın, budala?... Nesisin sen?...


     - Türkiye'de çok kedi var, ne kimse öldürüyor, ne kimse yemek veriyor!


     - Kimi insanlar için birikim diye bir şey yok sanki... Her biriken şey bu kişileri biraz daha çürütüyor. Umduğumuzdan uzak yönlere düşmesini sağlıyor.


     - Hayır, demişti. Evlenmeden yok böyle şeyler. Nikahta imzayı koruz, alırsın hakkın olanı! Burası Türkiye!...


     - Kolay değildi bir kızın evli, çocuklu bir adamla ilişki kurması. Ne suçu var bu adamın?... Herkes yanılabilir...


     - Bütün güzel şeyler burjuvaların mı?
     - Daha bir süre öyle!
     - Peki, sen kiminsin?
     
Günsel durdu bir an, başka şeyler söyleyecekti, yapamadı...
     - Senin, yalnız senin...


     
- Düşündükçe utanır gibi oluyordu. Yarım kalmış ilişkilerin, sürekli duyumsuzluğun yarattığı sinirlilik de doğaldı. Tam bir çıkmazdayım aslında. Söylemekten değil, düşünmekten bile kaçıyorum. Ama gerçek bu. Peki neye varacak bu iş? Ne bileyim ben. Uff... Yine takılmaya başladım bozuk plak gibi...


     - Çocuk gibi adam. Ah, canım benim...

     - Çıkmasınlar karşımıza artık, hangi savaş kazanılmaz ki bu güçle! Hiç bitmeyecek mutluluğumuza!

     - En değerli yerini istiyorlar eşek herif, dedi... Kafanı istiyorlar. Nereden bileceksin bunu sen?... Kafan yok ki...

     - Bu denklem bu bilinenlerle çözülmez, dedi. Bekleyeceğiz...


     - En büyük dert bizim başımızda değil ya!... Yapılacak o kadar çok iş var ki... Direncimize bağlı bu da... Dayatan kazanacak... Kötü mü, bir sınavdan geçiyoruz işte! Başarıyla atlattık mı daha güvenli oluruz. Neyleydim! Ortaya çıkmaktan kaçacağız bir süre... Yeraltı çalışacağız.     Acılıkla gülümsedi:
     - Türkiye bu! Bütün güzel şeyler yeraltında!


     
- İnsan içinde bulunduğu ortama göre insandır. Koşullar bu!... Ne yapalım... Seviyorum seni...


     - Bütün duygularına kafa tutuyor bu kız. Belki de duygusu yok.


     - Karşılıklı doyamamak, kanamamak bir türlü. Hem de tam bir doygunluğa erişmek olanağı da varken!


     
- Artık tanımaya başlamıştı bu adamı. Yine saplantılara kaptırıyor kendini. Kocaman bir çocuk bu.


     - Kenan toparlamaya çalıştı; öylesine dağınıktı ki kafasının içi, dışı; her yanını kaplayan acıydı tek var olan. Bütün düşüncelerin üstüne çıkabiliyordu demek acı. Çok güçlü bir çaba gerektiriyor acıyı aşmak için.


     
- Girmesinler, girmesinler; üşüyüveririm sonra. Kımıldamasın durgun su. Balıklar da dolaşmasın. Yok balık filan. Kırmızı balık, yosun, bitkiler filan yok. Köpekbalıkları da yok; ne istiridye, ne canavar balıklar... Su durgun... Durgun, karanlık. Kımıldamasın. Ne güzel; boğulup gitmişim. Sessizce... Ayaklarım da yüzüp duruyor derinlerde. Bu başım ne güzel kurtulmuş, suların altında, boğuk, batık.


     - Kötü, iyi karışık. Sensiz ayıramıyorum.


     - Yoksa oynuyor mu yine bu kadın? Amma kuşkulusun. Ne kuşkusu? Her an oynuyor o. İyi kadını, seven kadını oynuyor budala. Sevgiyi de, iyiliği de göremeyecek kadar göz gözleriyle. Çok kötü bir oyuncu hem de. Budala. Allah kahretsin.


     - O ki girdin bir savaşa, kan dökeceksin. Kural bu. Bugün bitmeli belki de her şey.


     - Sorsam mı? Ne soracağım? Her soru bir ilişki!


     - Kimseyi sevemeyecek kadar bencil olduğunu biliyorum, dedi. Hangi zavallıysa onun bunu anlayacağı güne kadar beklemesini de bilirim...


     - Yenemediğim sürece yenik olacağım hep. Nasıl yenerim? Yenildiğini bilmeyen kişiyi yenemezsin.


     
- Acı çektiğinin bile bilincinde değil kimileri! Acı çektiğini belli etmeden yaşamasını bilmek gerek?


     
- Dergisi, radyosu, sineması... Şeytana dayanmak zor bu çağda! Tanrı gençlerin yardımcısı olsun! Poligam yaratıklarız aslında. Monogamlık zorlama. İnanç işi... Kimileri aldırmıyor. Kimileri de çok önemsiyor aldatılmayı.


     - Neyse ki bizden geçti artık. Dünyada bir dahaki gelişimizde düşünürüz! O zaman da at mı, it mi, kertenkele mi, ne olacağız kim bilir?... Belki de cansız taş! En iyisi doğaya karışmak, bir kaya olmak açık deniz kıyısında!


     - Seviyorum bu adamı... Gerçekten seviyor muyum? Sorulacak şey mi? Niye başkası değil de bu? Ne bileyim. Rastlantı belki de. Belkisi filan yok, düpedüz rastlantı.


     - İçten, yürekten her şeyiyle bu adam. Seviyorum bu adamı. Bu çocuğu!

     - Omuzlarından çekip döndürmek, gözyaşlarıyla yıkanmış yüzünü öpmek gerek.


     
- Belki de hiç sevmeyeceksin beni artık. Anlamadın ki beni. Benimki deli sevgisi sana karşı. Erişemiyorum... Hep yitiriyorum seni... Kirliyim de şimdi, iğrencim... Kendime güvenim de kalmadı... Kuşkular içinde...


     - Kuşkulanıyormuş. Kuşkulansın. Acı çeksin. Beni başkasının kollarında düşünüp delirsin isterse! Ne aşşağılık karısın sen! Aşşağılığım, ne yapalım?

     - Bunca acı birikir de bir yere varılmadan olur mu?




     
- Seni bulduğum için varım ben, dedi.
   
     Bir şey bulup demek, demin yarattığı olumsuz durumu anlatmak için gerekliymiş gibi alayı sürdürmeye çalıştı Günsel.

     - Cogito Ergosum!...

     - Ne sandın? dedi kenan. Cogitomsun benim.

     Günsel içten bir kahkaha attı birden. Kenan şaşkın baktı. Öyle tatlı gülmüştü ki o da güldü.

     - Ne oldu, dedi.

     Günsel gülücükle dolu ışıl ışıl gözleriyle;

     - Hiç, dedi. Cogitom, deyince kovboy filmlerinde Meksikalı sürtükler vardır, onlara benzedi. İspanyolca kanları.

     Sonra o filmlerdeki söylenişlere benzeterek seslendi:

     - Heeey, kogiyytooo!...

     Kenan da gülüyordu. Yine sımsıcak sarıldı Kenan'ın koluna.




     - İyice tanımıştı artık Günsel de ara sıra bunalımlara düşen bu koca adamı. Özü iyi, kafası, yüreği iyi, içinde bulunduğu ortam kötü. O ortama da bir süre katlanılacak. O bunlara katlandığı süre de, düşeceği bunalımları göze almak, geçiştirmeye çalışmak Günsel'e düşen sevgi  borcu. Peki o sürenin uzunluğu?.. Hiç bırakmazsa bu adamın yakasını o karı?


     -
Biz mutluyuz ya! Mutluluk da yorar insanı. Pırıl pırıl bir ırmakta yüzüyorsun, mutluluk dediğin bu. Bir kıyıda, bir dönemeçte arada bir ortaya çıkıveren pis bulanık akıntılardan uzaklaşacaksın, güçlü kulaçlar atman gerek. Sık sık oldu mu da yoruluyor insan. Timsahlar, suaygırları, ağulu yılanlar da var ırmakta. Ne çok düşmanı var mutluluğun...


     - Nasıl iyi şu kız; olduğu gibi pırıl pırıl... Kadınlığı ile ayrı, insanlığıyla ayrı. Ah bir kurtulsak şu belalardan da evimiz olsa; korkusuz, birlikte yaşamanın mutluluğu başlasa. O zaman da başka korkular çıkacak. Biter mi korkular bu toplumda?..

     - Off nereden çıktı bu piç kurusu? Gülümsedi. Bayılırdı "piç kurusu" sözüne. Piç kurusu... Piç kurusu... Piç kurusu... Başladı işte anlamını, tatlılığını yitirmeye. Küçükken en çok oynadığı oyundu. Bir sözcüğü sürekli yineledi mi tanımaz olurdu. Saçma, anlamsız bir ses dizisine dönüşürdü sözcük. Bıraktı yinelemeyi.


     - Çok düşündüm. Taa içimden kırgınım sana. Söyleyip söylememek arası duraladı bir, sonra daha sönük bir sesle ekledi. "Taa içimden de seviyorum seni. Bırakamam. Senin de beni bırakabileceğine inanmadım hiçbir gün. Kötü düştü olanlar.

     - Şofbeni yaktı, girdi suyun altına, dakikalarca akıtıp kaldı öylece. Ara sıra denediği unutma, kurtulma, arınma çabasıydı. Boşuna! Hiçbir su arıtmaz beni.

     - Öylesine bir bezginliğe düşmüştü ki... Çekip gitmek uzaklara, ne bileyim, Edirne'ye Van'a gitmek. Bok var sanki oralarda. Kendini götürdükten sonra nereye kaçacaksın?


    - Akıllı iş değil bu benim sevgim. Kötüye işliyor kafam, sağlıksız işliyor. Yanlış sevgi bu. Bundan doğru neyin var budala?


     
- Bir şey arıyor, bir şey bekliyor, bir şey soruyordu herkes. Arananı, bekleneni, sorulanı bilen hiç kimse de yoktu sanki!..


     
- Bitti, diyordum. Demek yeniden başlıyor her şey. "Her şey değişip akmada, bu hal beni hayran bırakmada..." Ne güzel demiş Nazım.


     - Şimdi ne yapmalı?.. Okumalı en iyisi. Okuyacağım da ne olacak?.. O ne demek?.. Cehennemin dibi demek. Yorgunum işte. Bezginlik bu; bezginim, ne yapalım?.. Düzenin bozuldu değil mi?.. Düzenim mi? Yok ki bir düzenim. Karışık her şey karmakarışık. Neye varır, nasıl düzelir?.. Ne oluruz sonunda belli mi?..


     - Öyle bulanıktı ki içi, ne yapacağını bilmeden sırtüstü yattı kanepeye, gözlerini kapadı. Yum gözlerini, kapat içindeki ışıkları da, görülmeye değer bir şey yok; dışarda da, içerde de yok.


     
- Ya hiç gelmezse? Hiç mi gelmezse? Neden peki? Neden? Neden? Neden? Ağzına sıçtığımın. Sallanıyor duvar işte... Niye uyuyamıyorum ben? Karar gecem bu gece. Bitti.


     - Beni böyle yıkıntı içinde yalnız bırakan biri, kesin yok demektir benim için. Kesin...


     
- Bugün de mi yirmi dört saat? Neler oldu oysa. Tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz.


     - Çıraydım, tutuşturdun beni, ağulu bir solukta üfleyip söndürdün şimdi de; kara kara tütüyorum.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Film - Offret * Andrei Tarkovsky


     - "Tanrı sana neşe versin." diyor. Söylesene, Tanrıyla ilişkin nasıl?
      - Maalesef bir ilişkim yok.


     - Ama yüzün öyle karanlık ki!
     - Karanlık demekle ne demek istiyorsun?
     
- Böyle acı çekmen hiç doğru değil. Hiçbir şeyi o kadar çok isteme. Hiçbir şeyi beklemeyeceksin. Bu çok önemli. Kişi hiçbir şeyi beklememeli.
     - "Bir şey beklememeli" mi dedin? Bir şey beklediğimi kim söyledi?
     
- Hepimiz bekleriz. Bir şey bekleriz! Mesela ben. Ben hayatım boyunca sanki tren istasyonunda bekler gibiydim. Bütün bu zaman boyunca sanki yaşadığım hayat gerçek değil de bir tür bekleyişti. Peki sana da öyle gelmez mi?
     - Bunu demek istiyorsan evet. Ama ben senin bu tür sorunlarla ilgilendiğini hiç düşünmemiştim.
  
   - İlgileniyorum. Kesinlikle ilgileniyorum. Maalesef! Bazen kafamdan en olmadık düşünceler geçiyor. Evet demek istediğim mesela şu cüce. Şu lanet cüce! Nietzsche'nin söz ettiği cüce. Zerdüşt'ü bayıltan cüce.


     - Hayat standardına gelince bir zamanlar bilge bir kişi "gerekli olmayan şey günahtır." demişti. Ve eğer bu doğruysa uygarlığımız baştan aşağıya günah üzerine kurulmuş demektir.



     - İyi de neden konuşup duruyorum? Konuşmayı bırakıp bir şey yapmayı göze alacak hiç olmazsa bir kişi çıksaydı. Ya da deneyecek biri.




      Oh, sevgili Tanrım!
      Neden her şeyin tam tersini yapıyoruz?
      Her zaman!
      Bir erkeği sevmiştim başkasıyla evlendim.
     Sanırım şimdi anlıyorum.
     Hiç kimseye bağımlı olmak istemiyoruz.
     İki insan birbirini sevince eşit sevmiyorlar.
     Biri daha güçlü diğeri zayıf oluyor.
     Ve zayıf olanı düşünmeden seviyor.
     Hesapsızca.
     Bir rüyadan uyanmış gibiyim.
     Sanki başka bir hayatı artık geride bıraktım.
     Nedendir bilmem her zaman direndim.
     Bir şeylerle savaştım.
     Kendimi savundum.
     Sanki içimde başka bir ben vardı.
     Bana "kendini bırakma" diyordu.
     Kendini hiçbir şeye teslim etme.
     Yoksa ölürsün.
     Yüce Tanrım ne kadar da aptalız.