14 Eylül 2011 Çarşamba

Aylak Adam * Yusuf Atılgan

     -Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünya’da gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.


     - İnsanlarda anlayamadığı bir şey de gazete okumalarıydı. Neden her sabah içlerini karartmak gereğini duyarlardı acaba? Futbol maçı hastalarınınkini anlıyordu. “Ya ötekiler?” Binlerce gazete satılıyor bu şehirde. Örneğin, şu yaşlı adam! Yoksa ‘FATİH’TE İKİ EV YANDI’ başlığını görüp “İyi ki benim orda evim yok” diye düşünebilmek rahatlığı için mi okur? ‘BİR ADAM KARISINI ÖLDÜRDÜ!’ “İyi etmiş. Kim bilir ne namussuzdu”. ‘ÇİN’DE İSYAN’ “Beter olsunlar, kırsınlar birbirlerini. Bize dokunmasınlar da!...” Bu “biz” dediği daha çok “ben” değil mi? “Ben, benim, bana, beni!” Herkes “Ben”.


     -Ama anlayamadığı bir şey yok mu, benim bile anlayamadığım? “Annem diyor ki…” gibi.”Bugün olmaz” gibi. Bugünün çok uzun olduğunu bilmiyor mu?


     - Bu çatının altında yaşayanlarda ortak ne var? Yalnız birlikte yaşama zorunluluğuna inanmaları. Kimi pilavı patlıcanlı ister, kimi patlıcansız; kimi tuzlu, kimi tuzsuz; kimi erken yatmak ister, kimi geç; biri şarkı dinlerken öteki caz müziği ister. Sabahları kalkışırlar… Biri gördüğü düşü anlatır. Dinleyen, düş dinlemeyi sevmez. Karı kocalar bile böyle değil mi? Ortak neleri var? Haftanın belli günleri et ete sürtünmekten başka? Gene de dayanıyorlar. Çünkü birlikte yaşama zorunluluğuna inanmışlar. İşte benim onlardan ayrıldığım buna inanmamam. Sıkıntımın da, sevincimin de kaynağı bu. Gücün dayanmaktansa yalnızlığıma kaçarım. Bana tek insan yeter. Sevişen iki kişinin kurduğu toplum. Toplumsal yaratıklar olduğumuza göre, insan toplumlarının en iyisi bu daracık, sorunsuz, iki kişilik toplumlar değil mi?


     -Şimdi ben ona yokum. Olsun. Uykudaki yokluk gibi bu, geçici. Uyanınca ona daha çok varım.

     -Bütün sıkıntım tez geçen bu sıcak kül yanığı, diye düşündü. Bu kadar rahatlık beni korkutuyor. Hiç olmazsa birkaç gün sürecek bir hastalığa tutulsam.



     -İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.


     -“Gerçek olan içimdeki bu boşluk mu? Değil! Bir şey var, ama eksile eksile var.”

     -Temmuz 23’ün yanına yalnız iki kelime yazılmıştı. “Onu seviyorum.” Buna da inanmadı. “Yalan! Beni sevseydin o günün 23 Temmuz olduğunu bilmezdin.”


     - Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutanaklar gibi uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına, çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin "-Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur." demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum. Gerçek sevgiyi; bir kadın, birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!

     - Ku-ya-ra ile A-da-ko, dedi. - Ne o? Bir ilkçağ trajedisinin adı mı? Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; 'Kumda yatma rahatlığı.' A-da-ko: 'Ağaç dalı kompleksi. ' Şimdi kumda yattığım için ku-ya-ra diyorum. Ku-ya-ra alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı. Ya a-da-ko? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben 'ağaç dalı kompleksi' diyorum. Genç hastalığıdır. Çoğunlukla ku-ya-ra dişidir. A-da-ko erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur. Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir. İnsanların ağaç dallarını budayıp, gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu a-da-ko'yu da budarlar. Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona...


     - Sonra köşeyi gördü. Bazen, görünür bir sebep olmadan, insana önünden geçtiği yapı, bir sokak köşesi, üstünde oturduğu sandalye hayatında önemli bir yer tutacakmış gibi gelir. İşte bu köşede bugün bir şeyler olacaktı. Artık hep oraya bakıyordu. Gelip geçenlere göre orası, şehirde binlercesi olan basbayağı bir yerdi. Yoksa o mu büyütüyordu? Orada geçebilecek her günlük bir olayı, içindeki önyargıyla değerlendirip olağanüstü bir şey mi sanacaktı?


     - Haydi uzat ellerini, somurttuğum zamanlar yaptığın gibi, yanaklarımı tutup ger de güleyim.


     - Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor. (Sustu. Bir sigara yaktı) Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz: Sigara içtiğimi. İşte bir başkası: Bütün bu “siz”ler, “iz”ler, “uz”lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda sen diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. Ne dersin(iz)? - Galiba sizi anlıyorum. - Yanılıyorsun. Siz anlanamaz, sen anlanır. Bazı kitaplarda “sizi seviyorum” u okuyunca gülerim. Sanki siz sevilirmiş! Sen sevilir, değil mi? - Seni anlıyorum.


     - Bir ara dizimi büküp, topuğumu ellemiştim.O zaman bana koşmuş. Görüyor musun, insanların geleceği nasıl ufacık, bilmeden yapılmış bir hareketle değişiyor?


     - Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?


     - Benim ona tutunabilmem için onun benden başka bir dayanağı olmamalı.


     - Neden bu kadar kötümsersin?
- Sen neden değilsin? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlere bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor.Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın.Siz de girin, siz de görün.Üç perdelik dram birinci kısım: Dağlar dümdüz. İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak. Bugünlük bu kadar baylar. İyi geceler yarın yine bekleriz.


     - Bir de bana deli sevgilim diyor. Nerem deli benim? Paçalarıma sıçramasın diye demirin oluklu yerine işemiyor muyum?


     - Beni anlasa, o da benimle aynı düşü görse!


     - Asfalta kusmak, işte 20. yüzyıl. Katı katı naylon, neonların yapma gündüzü.


     - Bu pis dünyada yaşadığı, ona bu yaptıklarını yaptırdıkları için kızgındı. Bir ağlasaydı! Ama ağlayamazdı. Kulağı yırtıldığı zaman bile ağlayamamıştı.


     - "Mufassal kıssa başlarsın garip efsane söylersin."


     - "Şu kutunun içinde bana piyano çalacak birini bulamıyordum. Yalnızdım. Kapadım, kalktım. Duvarda 'ikindi kahvaltısı' asılıydı. Yapma ışıkta bozluğu daha bir boz, kahredici. Masanın üstünde sigara küllüğü vardı. Biçimsiz. Kim koymuş onu kitapların önüne? Kaptığım gibi pencereden sokağa fırlattım. Kapalıymış, cam kırıldı. Karşı apartmanın yüzünde bir perde kalktı; bir kadın kımıldamadan sokağa baktı. Yoksa o mu? Perde indi. Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?"


     - "Başını çevirseydi onu görecekti; B'nin yüzü ondan yanaydı. Ama onun aklı fikri önündeki adamın kulağının ardındaki kirdeydi. Bu kirin birikimi onu müthiş ilgilendiriyordu. Sonunda Matisse'in bir desenine benzetti. İçi rahatladı."


     - "Dışarıda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. Kitapçının köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. Saatine baktı: Ona geliyordu. ”Nereye gideceğim? Keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. Değişik bir gece olurdu. Belki onu da bulup getirirlerdi. Birlikte çıkardık. Sonra, sıkıntı. O bitti. Haşet’te kitap arayacağım. Niye koşuyorsun? Davete geç mi kaldınız? Her zaman geç kalanlar bulunur. Hindi dolması daha bitmemiştir. Bu gece insanların hindi yemesi gerekir. Bulamayanlar üzülür. Yılbaşı hindisi Ooooo! Eğlenmek de zorunludur bu gece. Sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. Evlerde toplantılar vardır. Küçük bir toplantı demişti avukat. Göz kırpmıştı. ‘"Neydi o yılbaşı gecesi donattığımız masa. Şu Mehmet Bey ne şakacı adam. Kırdı geçirdi bizi. Ama karısı... Sorma kardeş.”" Küçük kumarlarınız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının "‘Aman ayol, bu ne kötü şans böyle"’ sözüne karşılık kim bilir kaç erkek “"Üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır" diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?"


     - "Yanından geçen kadına döndü-Merhaba! dedi Derdemez pişman oldu. Kadın durmuş ona bakıyordu. Sol elini cebinden çıkarıp kulağını kaşıdı. Kadın,-Sizi tanımıyorum, dedi. Buna verilecek cevap belliydi."Öyleyse tanışalım" deyip kadının koluna girmesi, "Ne soğuk, sıcak bir yere gidip bir şeyler içsek" demesi gerekiyordu. Kolaylıklardı bunlar. Kadın bunları bekliyordu ondan. Oysa; -Bende dedi. Yürüdü. Böyle kurtuluş istemiyordu. Çok denemişti. On dakika sonra insan kendini daha da yalnız bulurdu. Balık pazarına saptı..."


     - "Yoksa dünyada olmayanı mı arıyordu? İki yanına bakmıştı. Sağdaki kaldırımda duvara dayanmış büyük gözlü bir okul çocuğu ilgiyle ona bakıyordu. Gözlerini kırpmadan elindeki elmayı ısırdı. Ağzı sulandı. Yürüdü. Vardı işte. Çocuklar, elmalar vardı..."


     - "Çoğu geceler, o gün üstünde en uzun durduğu cümle gelip onu bulurdu. Alışmayı anlıyordu. İşte insan beyni bile alışıyor, hep aynı şeyleri tekrarlıyordu. Boyuna "karıncalar bilmeden severler" diyordu. Öte yanına dönüyor, kurtulamıyordu. "Uyumam gerek" diye düşündükçe kafası sanki "Olmaz!" diyordu. "Karıncalar bilmeden severler."


     - "Bildik gecelerden biriydi. Kulaklarında büyük şehrin uğultusu vardı. Belki arananın ayak sesleri de bu uğultunun içindeydi. Döndü. İnsanların, arabaların kaynaştığı büyük caddelerden yana yürüdü."