27 Şubat 2013 Çarşamba

Dublörün Dilemması * Murat Menteş


     Murat Menteş merak ettiğim, bana hitap edeceğini düşündüğüm bir yazardı. Dublörün dilemması adlı kitabını okuduktan sonra şunu söyleyebilirim ki, yine doğru tahminlerde bulunmuşum. Şunu da belirtmeliyim ki; kitabın içinde adı geçen şarkıları ve benzeri şeyleri de yazılarımda kullanıyorum. Gelelim kitap hakkında detaylar ve alıntılara;

   
     (Kitapta Matisse'nin Bateau adlı eserinden de bahsediliyor. Sanıyorum ki Murat Menteş, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam kitabından biraz etkilenmiş orada da Matisse'nin deseni hakkında bir olay anlatılır. Fark ettiğim bir şey daha yazarın, Oğuz Atay'dan da etkilenmekte olduğu. Belki daha bir çok yazardan da etkilenmiş olabilir şimdilik aklıma bu kadarı geldi. Zaten benim sevdiğim yazarların dili, üslubu, anlatımı genelde birbirine benzer, o yüzden çok şaşırmadım.)


     Kitabın başlangıç cümlesi;
     Müzik değişince dans da değişir. (Takeshi Kitano)


     Kitaptaki diğer aşık olunası cümlelere gelince;

     - Bilincim ve vicdanım, zihnim ve gönlüm, aklım ve kalbim, fikrim ve hissim...her bakımdan eşitlenmişti. Kişisel ekinoksumu yaşıyordum.





     - Zenon Paradoksu'nu hayata geçiriyordu. Elealı Zenon'a göre, bir işin önce yarısı, sonra kalan kısmın yarısı, daha sonra da kalan kısmının yarısı yapılırsa ve bu hep böyle devam ederse, o iş asla tamamlanmazdı!





     - İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar... Hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istiyorum! (Kolombiya kravatı: Meksika mafyasının uyguladığı bir cezalandırma biçimi: kurbanın gırtlağına bir delik açılır ve dili bu delikten sarkıtılır.) (Aşağıdaki resimde paylaştığım gibi :) )

...Gerçi zamanla esnekleştim. Ulaşılması ve vazgeçilmesi en zor nimetin sükunet olduğunu anladım galiba. Tamam, zenginlere merhamet duyacak kadar güçlü değilim hala, fakat sayıların artışındaki boşunalığın eşiğini görebiliyorum. İbrahim Kurbandan öğrendiğim kadarıyla, yeşil banknotlar kamuflajdan başka bir şeye yaramıyor: Aptallığı, beceriksizliği, acizliği, yalnızlığı kamufle ediyorlar...


     - Ve hepimiz biliyoruz: Dostlarımız, biz caddenin kenarında alevler içinde yanarken, karşıya geçip üstümüze işemeye üşenen kimselerdir. Demem o ki, insan sevgisiyle dolu değilim, olmam da gerekmez. Yine de centilmenliği dürüstlüğe tercih ederim. Dürüstlük çoğunlukla kibre varır. Centilmenler, kindarlığın ve fevriliğin intikamla bağdaşmadığını bilirler. Hayatta başarılı olmanın iki yolu olduğu söyleniyor:
1) Şanslı olmak.
2) Hile yapmak.
Bense dayanıklı olmayı tercih ederim. Çünkü dayanıklılık kadar kışkırtıcı hiçbir şey yoktur. Bu yüzden 'Intolerance Attention Deficit Hyper Disorder' dedikleri hastalığa yakalanmayı istemişimdir hep. Ne yazık ki bu hastalığa sonradan yakalanılmıyor, bu hastalıkla doğuluyor, o da 10 milyonda 1! Hastamız hiçbir acıyı hissetmiyor. Parmakları kesilse, bacakları kırılsa, kolları yansa, kafası yansa, kaşı açılsa... vız gelip tırıs gidiyor! Gazetede okumuştum, Londra'da yaşayan 9 yaşındaki Calum Clark'a, arkadaşlarıyla birlikte top oynarken otomobil çarpmış, fakat çocuk ayak bileği kırıldığı ve başından kan fışkırdığı halde gülerek oyuna devam etmiş. Bedensel acı nedir bilmeyen Clark'ın bir özelliği de asla ağlamamasıymış. A-ha ben de asla ağlamıyorum.


     - Karşılaştığımız herkes, biz beğenelim beğenmeyelim, bizi icat eder. (Adam Phillips)

     - Jamais vu: Sık sık yaşadığı bir şeyi ilk defa yaşıyormuş duygusuna kapılmak.


     - Gary Fleder'ın Things To Do In Denver When You're Dead (Karışık İlişkiler)  filmi kitabın içinde geçiyor, bunu izlenecekler listesine almak lazım.


     - Suyun suda kayboluşu gibi, hakikati bulmak uğruna kaybolmayı göze almak... En önemli ayrıntılar hep en belirsiz olanlardır.


     - Biraz şaklabanlık, iyi kullanılırsa, zekaya da yarar. (Giovanni Papini, Başkasının Yerine İntihar Etmek)




     - Kitapta adı geçen diğer film ise; Akbabanın Üç Günü ( Three Days Of The Condor)





     - Aşk, insanın şahsiyetini pekiştirir. Çünkü hayatın manası, aşk bohçasında gelen bir hediyedir. Mevcudiyetinin hakkını vermek, hiç değilse mazeretini bulmak isteyen insan yalnızca aşka müracaat edebilir...


     - "Nereye kayboldun Ferruh?"
     " Ellerimi yıkadım."
     Dilara Dilemma küskün çocuk ağzıyla "Beni bir daha tek başıma bırakıp gitme lütfen."
     " Bir yere gitmedim ki sevgilim? İstesem de gidemem zaten."


     - İltifatlar içinde hakikate en yakın duranlar belki de aynı zamanda bir itiraf olanlarından ziyade, sır olarak verilenleridir. İkisi arasındaki fark açık: İtiraf, kamuya yönelik olabilir. (Kalabalık bir banliyöde adamın biri yanındaki kumral kızcağızı işaret ederek haykırıyor: "Hey millet, bu fıstığa aşığım!") Sırlar öyle mi ya? Her şey, Dilara Dilemma ile aramızda kalsın isterdim. Dünya aramızda kalsın, tarih aramızda kalsın, kelimeler aramızda kalsın...


     - Aşka peşinen atfettiğimiz yücelik yüzünden, onun basit bir bileşim olduğunu gözden kaçırıyoruz.


     - Hedefe ulaşan, her şeyi ıskalamıştır! Çok paraya sahip olanların o acayip huzursuzlukları bundan. Ve tabii mangır tomarları, insanı yoksulluğun belalarından korumaz: Nefret emer, suçluluk duygusu salgılarsınız.


     - Tüm insanlığa kahve ısmarlamak...Aklımdan geçen bu. (Mansur Mervan)

     - Aşk, kalbi vurduğu kadar mideyi de vuruyor.


     - Bir sözün doğruluğu ile inandırıcılığı arasında hiçbir bağlantı yoktur. (Şeyh Rıdvan el-icazi)

     - Kimseye güvenmediği halde herkesin güvenini kazanmayı nasıl başarıyordu? Üstelik hırslı biri gibi de görünmüyordu.


     - Yırtıcı, seni ya görmezlikten gelir ya da parçalar.





     - Sana baktıkça tatlım, Rus ruletinde kaybetmenin acısı gibi bir acı duyuyorum. (Dodo Donor, Can Çekişmenin İcaplan)

     - Hayatının geri kalanını birisiyle geçirmek istediğini anladığın zaman, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını dilersin.


     - Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.


     - Gençler olmayacak şeylere heveslenirler, yaşlılarsa hiç vuku bulmamış şeyleri hatırlarlar. (Hector Hugh Munro - Saki, Kaderin Tazıları)

     - Hayat, maliyetleri karşılamayan bir iştir. (Arthur Schopenhauer)


     - Eşek ölecek, ters dönecek de s.ki güneş görecek! Tek kelimeyle zor, iki kelimeyle çok zordu.


     - Kalbim ekmek kızartma makinasındaki ekmek dilimleri gibi kızarıyor, birazdan fırlayacak!


     - Kafamdaki düşünceler fazla haşlanmış spagetti gibi birbirine yapışıp düğümlenmişti.





     Kitabın bitiş kısmına gelirsek;
     ...Pembe Panter: "Nuh! Parmağın! Çabuk onu bana ver!"
     Cebimdeki parmağı çıkarıp uzattım.
     Pembe, parmağı küçük bir naylon torbaya, onu da (bahçedeki masalardan birinden aldığı) buz dolu bir kupaya koydu.
     "Ne yapıyorsun Pembe?"
     "Parmağını sağlama alıyorum, Nuhcuğum, bakarsın yüzük takmak için filan lazım olur..."
     "Bu bir teklif mi?"
   





16 Şubat 2013 Cumartesi

Yaz Geçer * Murathan Mungan

     Bir saatten daha kısa bir sürede okudum sanırım bu şiir kitabını. Bir kaç saat önce nette gezinirken, içinden bir şiire rastladım ve neymiş kiminmiş diye araştırırken en son e-book'unu satın alarak okumaya başladım. Bunların hepsi bir saat gibi bir süre içinde oldu sanırım, tabi ki kitapta yine altını çizdiğim kısımlar oldu.


     Aslında bu blogu açma nedenlerimden biri hem bu kitaplardaki beğendiğim kısımların toplu bir biçimde bulunmasını istemem, hem de ilerleyen yıllarda aynı kısımları incelediğimde, hissedeceğim duyguları merak ediyor olmamdı.


     Gelelim kitabın etkileyici kısımlarına; (Şiirleri başlıklarıyla beraber yazıyorum lakin şiirin kısımları sadece benim beğendiğim dizelerdir. Bu kısımları beğenen olursa, şiirin tam halini, başlıklardan bulabilirler.)


     YALNIZ BİR OPERA
     ...
     Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak.
     Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır.
     ...
     Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
     kulak verdiğimiz saat tik takları
     kaplar tekin olmayan göğünüzü
     geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
     suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
     bakınıp dururken duvarlara
     boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi.
     ...
     yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
     ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
     ve kazanmış görünürken derinliğimizi
     ...
     denemeseniz de bilirsiniz
     hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
     ...
     gün gelir bir gün
     başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
     o eski ağrı
     ansızın geri teper.
     Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
     Bitmişsinizdir.
     ...
     Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
     Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
     Aşk yalnız bir operadır, biliyordum.
     ...
     ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
     çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
     panayır yerleri...panayır yerleri...
     ölü kelebekler...ölü kelebekler...
     sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
     Adım onların adının yanına yazılmasın diye
     acı çekecek yerlerimi yok etmeden
     acıyla baş etmeyi öğrendim.
     Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
     ...


     ALABALIK VE SİYAM BALIĞI
     ...
     yeryüzünde en eski şey su
     tufandan önceki suyla
     tufandan sonraki bile aynı değildir
     ...


     KADIRGA
     ...
     dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
     ...


     ÖĞLE SAATİ   
     Dökülen yemişlerin sessizliği
     Güz aydınlığı
     Uzakta bir çıkrık öğleyi böler ikiye
     Renkler kendini dener otla, kabukla, bulutla
     değiştirir gömleğini arklardan gelen sular
     uykusu yarım kalmış tenha kuyularda
     eteklerinde ufkun çizgisi
     geçen yıldan bu yana ne kadar uzadığını
     ölçer kır
     birbirlerinin gölgesinde uzayıp büyüyen
     ağaçların dinginliğini çepeçevre kuşatır öğle saatini
     su uyur, yelkovan durur
     çocukluğumda yağan bir karın adı olur ansızın
     ansızın bir kuş sürüsü gürültüsünü çizer güze
     Dünyanın almadığı saatlerdir
     Hiçbir şey benzemez başka bir şeye
     Kimse kimseye bir şey yapamaz sanki
     İyilik de kötülük de masumdur her şeyden
     Belki yalnızca yüzümüze doğru ağır ağır açılan
     uyku sonrası bir bakış
     iyi gelir bize
     Belki o zaman.
     ...


     YAZ BİTTİ   
     yaz bittiği her yerde söylenir
     söylenmeyen şeyler kalır geriye
   
     ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
     ağır, usul bir hazırlık başlar
     uykuya benzer yeni bir mevsime

     orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
     incelen yazın akşam esintilerinde
     zaman usulca sıyrılır aramızdan
     ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
     başka ne gelir elimizden
     büyük bir uzaklığa gülümseyerek
     geçiştiririz
     ıskaladığımız şeyleri

     yatıştırıcı rüzgarlar
     dışa vurur içimizdeki lodosu, poyrazı, gün batımlarını
     saklar bizi
     gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
     "seni iyi gördüm." diyenler
     biz de iyi hissederiz kendimizi
     elimizden başka ne gelir ki
     ...
   

5 Şubat 2013 Salı

Beyaz Gemi * Cengiz Aytmatov


     Beyaz Gemi; Cengiz Aytmatov'un ilk okuduğum kitabı oldu. Sade, doğal ve etkileyici bir dili var insanı yormuyor, su gibi okunuyor. Çocuk saflığını, dağlardaki yaşamı anlatan bu kitabı zevkle okudum. Cengiz Aytmatov'un "Gün Olur Asra Bedel" adlı kitabı da okunacaklar listemde, ondan da aynı zevki alacağımı düşünüyorum.

                                               


     Kitabın başlangıç cümlesi; (Uzun zamandır bir kitabı alırken ilk cümlelerine bakıyorum, o anda etkileniyorsam okumaya değer buluyorum, bir nevi okuma kriteri oldu bende.)

     - İki masalı vardı. Biri kendi masalı idi. Onu kimse bilmezdi. Öteki dedenin anlattığı masaldı. Sonra hiçbir masal kalmamıştı.

     
Kitabı okurken altını çizdiğim cümleler;

     - Önce gözyaşı dökülür, dökülür hiçbir şey göremezsin. Derken sessizce koca bulutlar yüzerek gelir ve aklından geçirdiğin her şeyi gerçekleştirir. Yüreğinde olanları, rahat olmadığını bilir bulutlar. Senin buralardan uzaklaşmak, uçup bir yere gitmek istediğini, kimse tarafından aranmak, kimsenin yapmacık yapmacık "Sersem çocuk, kayboldu gitti şimdi, nerede arayalım bunu?" dövünmesini istemediğini de bilir bulutlar. Senin bir yere kaçmaman, kaybolmaman, sadece sessiz sessiz sırtüstü yatıp bulutları seyretmen için, bulutlar aklından geçirdiğin her biçime girer, seni avuturlar. Bulutlar hep aynıdır ama türlü hallere girer. Yeter ki sen bil, senin için nasıl görünmek istediklerini...

 
     - İyilik ekme, kötülük biçersin. İyi yürekli olma! Al sana enayi, al sana, al sana! Kötü ol, kötü!


     - Çok insanlar, hastalıktan çok, içlerini kemiren, dinmek bilmeyen hırstan, olduklarından fazla görünmek istemelerinden ölürler.


     - İnsan durup dururken ne de kolay mutlu olabiliyor ve başkalarına da bu mutluluğu ne de kolay verebiliyordu? Hayat böyle devam etse, şimdiki gibi, şu andaki gibi...


     - Eşeğe, eşek olduğunu ispat edemezsin ki!...


     Kitabın son cümlesi ise;

     - Ve bu yeryüzünde bizi ne beklerse beklesin, insanlar doğup öldükçe, doğruluk ölmeyecektir. Senden ayrılırken, kendi sözlerini tekrarlıyorum yavrum;

     "Merhaba beyaz gemi, benim gelen!"