31 Ocak 2016 Pazar

Deli

     Deli, deliler ve delilik kavramları üzerine yazılmış, söylenmiş her şey bu yazıda...

     Dikkat, kendinde deli olma potansiyeli olduğunu düşünen arkadaşlar için daha fazla delirtici bir post olabilir. :)


     "İnsanın net düşünebilmesi için aklının başında olması gerekir, ama derin düşünüp düpedüz deli olabilirsiniz." Nikola Tesla


     "Şirazesinden çıkmış zihinler görmek için tımarhaneye gitmemiz şart değil; gezegenimiz evrenin akıl hastanesi" Johann Wolfgang von Goethe


     "İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsınız, kendilerini dinlersiniz, insanoğlunun asıl vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle hayata hükmeder. Fakat kendi hatalarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telakkileri, hususi bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar." Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar


     "Kim daha tehlikeli? Midesinde hidrojen bombası taşıdığına inanan psikopoz hastası mı, yoksa dünyaya mükemmelen uyum sağlamış olan ve emir geldiğinde  gerçek hidrojen bombalarını atmak için hazır bekleyen bir B-52 pilotu mu?" R.D. Laing


     "Bir gün iyi- bir gün kötü- böyle devam edip gidiyor. Pek az kimse yazarken benim kadar işkence çekebilir. Sadece Flaubert, belki. Ama kitabı görebiliyorum, bir bütün olarak. Galiba başarabileceğim, bir cesaretim, sabrım olsa; her sahneyi sakince ele almalı: oluşturmak: sanıyorum iyi bir kitap olabilir. Ama gene de -ah bir bitse! Çok kendimde değilim bugün. Beynim bir terazi gibi: tek bir tane dahi dengesini bozabiliyor. Dün dengedeydi, bugün kefe iniverdi." Virginia Woolf, Bir Yazarın Güncesi


     "Yalnız sağlıklı insan aklı ile yaşansaydı, değmezdi yaşamaya can sıkıcı olurdu. Tam aksine güzel olan dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması." Cesare Pavese


     "Herkesin aksine düşünenler yalnız delilerdir. Onun için, mutlak hürriyetin gerçek temsilcilerini ve koruyucularını başka insanların arasında aramak yanlıştır.
     Canım neler yapmak istiyor. Bana deli diyecekler diye korkuyorum. Akıllı olmak ne büyük ahmaklık, ne iç yakan bir sıkıntı, Yarabbi!"
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ben Deli Miyim?


     "Kimi zaman kesinlikle bilemiyorum, bir adamın ne zaman çatlak, ne zaman akıllı olduğunu kimin söylemeye hakkı var. Kimi zaman diyorum ki hiçbirimiz tam deli ya da tam akıllı değiliz, denge bir yana doğru kaymadıkça. Hani bir adamın yaptıklarından çok, onları yaptığı zaman çoğunluğun o adama bakışından anlaşılıyor bu galiba." William Faulkner, Döşeğimde Ölürken


     "Siz Tanrı'yla konuştuğunuzda dua ettiğiniz söylenir, Tanrı sizinle konuştuğundaysa şizofren olduğunuz." Thomas Szasz


     "Dans edenleri deli zanneder müziği duymayanlar." F. Nietzsche


     "Deliliğin hüküm sürdüğü bir dünyada sadece delilerin aklı başındadır," Akira Kurosawa


     "Arzettiğim gibi, hikmetinden sual olunmayan Ulu Tanrım, bendeniz aklımın ne işe yaradığını pek anlayamıyorum. Bana kör barsak gibi rudimenter bir takıntıymış gibi geliyor. Onun için istirham ederim efendim: Siz bize iyisi mi hayırlısıyla, tez zamanda münasip bir bunama lütfediniz, efendim.
     Durumu görüş ve onaylarınıza saygılarımla arzederim, Tanrım."
Ali Babaoğlu, Şizofrengi


     "
Kendi dünyasında yaşayan herkes delidir. Şizofrenler, psikopatlar, manyaklar. Yani başkalarından farklı olanlar."  Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho


     "İnsanlar ancak koşullar buna elverdiğinde delirme lüksüne sahiptirler." 
Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho

     "Çok güçlü bir büyücü, bütün ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir. Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar. Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak der ki 'Gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz.' Ve öyle yaparlar: Kral ile Kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem bu kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur. Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir." 
Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho

     "Floransa'daki katedralde 1443 yılında Paolo Uccello tarafından tasarlanmış çok güzel bir saat var. Şimdi, bu saatin özelliği şu: bütün öteki saatler gibi zamanı ölçüyor, ama akrep ile yelkovanı normal saatlerin aksi yönde dönüyor. Paolo Uccello bu saati yaptığında farklı olma çabasında değilmiş. Aslına bakarsanız o dönemde, her iki yönde de dönen saatler varmış, kullanılıyormuş. Hiç bilinmeyen bir nedenle, belki de dükün evindeki saat bizim şimdilerde 'doğru' bellediğimiz yönde döndüğünden, artık tek yön o kabul edilmiş ve Uccello'nun tasarladığı saat bir anormallik, hatta delilik örneği sayılmış. Her insan tektir, her bireyin kendi özellikleri, içgüdüleri, farklı beğenileri, istekleri, serüven biçimleri vardır. Ancak, toplum her zaman belirli bir davranış kurallarını herkese empoze etme eğilimindedir, tek tek insanlar ise neden bu kurallara uymak zorunda olduklarını merak etmezler. Bunları kabullenirler, saatin yönünü sorgulayan biriyle karşılaştınız mı hiç? Biri böyle bir şey yapacak olsa, alacağı karşılık, 'Deli midir, nedir?' olacaktır. Kişi ısrarlı davranırsa bir neden uydurulacaktır kuşkusuz, ama konuyu değiştirmeye bakacaktır herkes, çünkü size demin açıkladığımdan başka neden yoktur." 
Veronika Ölmek İstiyor, Paulo Coelho

     "Bir de bana deli sevgilim diyor. Nerem deli benim? Paçalarıma sıçramasın diye demirin oluklu yerine işemiyor muyum?" Aylak Adam, Yusuf Atılgan


     "Her zaman akıllıyımdır zaten ve hiçbir şeyi delice yapıvermem, yalnız kötü bir talih beni yapıyor, hareketlerimi delice yapıyor." İki Gözüm Ayşe, Sabahattin Ali


     "Üç yol var; ya deli olacağım, ya intihar edeceğim yahut da bu dert geçecek..." Ayşe Sıtkı


     "Ah, siz aklı başında olanlar! diye gülümseyerek seslendim. Tutku! Sarhoşluk! Çılgınlık! Öylesine rahat, öylesine katılımsız duruyorsunuz, siz ahlâk insanları! içeni azarlıyor, saçmalayandan nefret ediyorsunuz, papaz gibi geçip gidiyor ve sizi onlardan biri gibi yapmadı diye, kabasofular gibi Tanrı'ya şükrediyorsunuz. Ben bir defadan fazla sarhoş oldum, tutkularım çılgınlıktan hiç de uzak değildi, ikisinden de pişmanlık duymuyorum: zira, büyük bir şey, olanaksız görünen bir şey yapan bütün sıra dışı insanların oldum olası sarhoş ve deli olarak çağrıldıklarını kendi ölçülerim içinde kavramak zorunda kaldım." Genç Werther'in Acıları, Johann Wolfgang Von Goethe


     "Belki de hiç sevmeyeceksin beni artık. Anlamadın ki beni. Benimki deli sevgisi sana karşı. Erişemiyorum... Hep yitiriyorum seni... Kirliyim de şimdi, iğrencim... Kendime güvenim de kalmadı... Kuşkular içinde..." Bir Gün Tek Başına, Vedat Türkali


   
     

6 Ocak 2016 Çarşamba

Günden Kalanlar * Kazuo Ishiguro

     "Birkaç gündür aklımı kurcalayıp duran geziyi gerçekleştirme olasılığım gitgide artıyor" cümlesiyle başlayan bir kitap.


     - "Şuraya çıkmak sağlam bir çift bacakla sağlam bir çift ciğer ister. Bende ikisi de yok, o yüzden şuracıkta oturuyorum işte. Ama halim daha iyi olsaydı, orada yukarıda oturuyor olurdum. Küçük, güzel bir açıklık var yukarıda, oturacak yer de var, her şey ayağınızın altında. İngiltere'nin hiçbir yerinde bundan daha güzel manzara bulamazsınız."


     
- "İnanın, bayım, yukarı çıkmazsanız pişman olacaksınız. Kim bilir? Bakarsınız birkaç yıl daha geçer, her şey için artık çok geç olur." Kaba bir kahkaha attı. "Henüz çıkabiliyorken çıksanız iyi edersiniz."


     
- Düş kırıklığına hazırlıksız yakalanacak kadar aptal değilim.


     - Ne de olsa, zamanı geriye döndüremezsiniz artık. İnsan oturup böyle olmasaydı nasıl olurdu diye ömür boyu kafa yoramaz. Çoğu insan kadar iyi, hatta belki daha iyi şeylere sahip olduğunu fark edip şükretmeli.


     - "Keyfine bakmalısın. Akşam günün en güzel zamanıdır. Günlük işini tamamlamışsındır, ayaklarını uzatıp keyfine bakabilirsin artık. Bence böyle bu iş. İstediğine sor, herkes aynı şeyi söyleyecektir sana. Akşam, günün en güzel zamanıdır."


     
- Akşam, pek çok insan için günün en güzel zamanı. Öyleyse, bu kadar çok dönüp ardıma bakmamam, daha olumlu bir görüş açısı benimsemem ve günümden arda kalanları en iyi biçimde değerlendirmeye çalışmam gerektiği öğüdünde de gerçek payı vardır belki. Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki?

Prens * Niccolo Machiavelli

     - Kişinin nasıl yaşadığı ile nasıl yaşaması gerektiği arasında öyle büyük bir uçurum vardır ki, yapılması gereken uğruna yapılanı terk eden kişi, çok geçmeden korunmasını değil, yıkımını öğrenmiş olur; çünkü her zaman iyi bir insan olmak isteyen kişi, iyi olmayan onca insan arasında kesinlikle yıkıma uğrayacaktır.


    - Kişi talihi aşmaya çalışmaktan çok, onunla yüzleşmeli ve mümkünse talihi kendi iradesine bağımlı kılmalıdır.


     - Ya insanların gönlünü hoş tutmalı ya da onları yok etmelidir; çünkü insanlar uğradıkları küçük zararların öcünü alırlar, ama büyük zararların öcünü alamazlar; bu yüzden, insana verilecek zarar, intikam korkusu olmayacak biçimde olmalıdır.


     - Ele geçirme arzusu, gerçekten de çok doğal ve olağan bir şeydir ve gücü yeten insanlar bunu yaptıklarında, her zaman övülecek ya da yerilmeyeceklerdir; ama bunu yapacak güçleri olmadığında ve her ne olursa olsun böyle bir şeyi yapmak istediklerinde, hata etmiş olurlar ve kınanmayı hak ederler.


     - Başkasının güçlenmesinin nedeni olan kişi, kendi yıkımına yol açar; çünkü o güç, ya becerinin ya zor kullanmanın sonucudur ve güçlü hale gelmiş kişi için bu iki nitelik de kuşkuludur.


     - Cömertlik kadar kendini tüketen bir şey yoktur: Cömert davrandığın süreç içinde, cömert davranma yetini yitirirsin ve ya yoksul ve hor görülen birisi haline gelirsin ya da yoksulluktan kaçmak için, açgözlü ve nefret edilen birisi.


     - Sevilmek korkulmaktan daha mı iyidir, yoksa tersi mi?


     - Bir prensin sözünü tutmasının ve hileyle değil de dürüstlükle yaşamasının ne kadar övgüye değer olduğunu herkes bilir; gelgelelim, kendi dönemimizde yaşadıklarımızdan görüyoruz ki, sözlerine sadık kalmayı pek umursamayan ve kurnazlıkla insanların akıllarını çelen prensler büyük işler başarmış ve sonunda dürüstlüğü temel almış olanlara üstün gelmişlerdir.


     - Sağduyulu bir yönetici, verdiği sözü tutmak zararına olacaksa ve söz vermesini gerektiren gerekçeler ortadan kalkmışsa, sözünü tutamaz, tutmamalıdır da. İnsanların hepsi iyi olsaydı, bu öneri iyi olmazdı; ama insanlar kötü oldukları ve sana verdikleri söze bağlı kalmayacakları için, sen de onlara verdiğin söze bağlı kalmak zorunda değilsin.


     - Kötü işlerle olduğu kadar iyi işlerle de nefreti üzerine çeker insan.


     - Atılgan olmak temkinli olmaktan daha iyidir; çünkü talih dişidir ve ona hükmetmek isteniyorsa, onu dövmek ve zorlamak gerekir.

4 Ocak 2016 Pazartesi

Şeker Portakalı * Jose Mauro De Vasconcelos

     - Dodo, ne hüzün ne tasa öldürür adamı!


     Ey denizcim denizcim,
     Senin için ah ederim.
     Senin için denizcim,
     Yarın ölür giderim.
     Çok kabarmıştı deniz,
     Kumda koşuyordu dalgalar.
     Yola çıktı denizcim,
     Çok sevdiğim denizcim.
     Yazık denizci aşkı,
     Yarım saati geçmez.
     Gemi demiri aldı,
     Denizcim uzaklaştı.
     Çok kabarmıştı deniz...


     - "Büyüdüğüm zaman bilgin ve şair olmak, kelebek boyunbağı takmak istiyorum. Kelebek boyunbağımla resim çektireceğim.”
     “Neden kelebek boyunbağı?”
     “Çünkü insan kelebek boyunbağı olmadan şair olamaz. Edmundo Dayı bana dergilerdeki şair resimlerini gösterdi, hepsinin kelebek boyunbağı var.”


     
- Keyfim kaçmıştı, bir daha da canım konuşmak istemedi. Şarkı söylemek de istemiyordum. İçimde şarkı söyleyen kuşum havalanmıştı.


     - "Sizce, gelecek hafta büyümüş olur muyum?.."


     
- Gloria elimi bırakmıştı. Bir genç kız olduğunu unutmuş gibiydi. Koşmaya başladı, hintkirazı ağacına sarıldı.
     "Hintkirazı benim. Önce ben dokundum ona."
     Antonio, aynı şeyi demirhindiye yaptı.
     Bana bir şey kalmıyordu. Gözlerim neredeyse yaşlı, Gloria'ya baktım.
     "Ya ben, Godoia?"
     "Arka tarafa koş. Başka ağaçlar da olmalı, sersem!"
     Koştum, ama yüksek otlardan, yaşlı ve diken dolu birkaç portakal ağacından başka şey bulamadım. Irmağın kıyısında da küçük bir şeker portakalı fidanı vardı.
     Üzgündüm. Ötekiler evi gezmekle meşguldüler ve hangi odanın kime ayrılacağına karar veriyorlardı.
     Gloria'nın eteğine yapışıp çektim.
     "Hiçbir şey yok."
     "Gerektiği gibi aramayı bilmiyorsun. Dur, ben sana bir ağaç bulacağım."
     Hemen benimle geldi. Portakal ağaçlarını inceledi.
     "Şunu sevmiyor musun? Bak, ne güzel bir portakal ağacı."
     Ama ben hiçbirini sevmiyordum. Ne bunu ne öbürünü, hiçbirini. Çok dikenliydiler.
     "Bu çirkin şeylerin yerine ben şeker portakalı fidanını yeğlerim."
     "Nerede?"

     Gösterdim.
     "Ah! Ne güzel bir şeker portakalı fidanı!" diye bağırdı. "Bak, bir tane bile dikeni yok. Hem de öyle kişilik sahibi ki, uzaktan bile şeker portakalı fidanı olduğu anlaşılıyor. Senin boyunda olsam başka şey istemezdim."
     "Ama ben büyük bir ağaç istiyordum."

     "Düşün, Zeze! Daha çok genç. Seninle birlikte büyüyecek. Günün birinde bir portakal ağacı olacak. İkiniz, iki kardeş gibi birbirinizi anlayacaksınız. Şu dalı gördün mü? Fidanın tek dalı olduğu gerçek, ama sanki sırtına binmen için özel olarak yapılmış küçük bir at."
     Kendimi yeryüzünün en talihsiz kişisi sayıyordum. Üzerinde İskoç meleklerinin resimleri bulunan likör şişelerini anımsıyorum. İçlerinden biri için "Bu benim," demişti Lala. Gloria bir başkasını göstermişti. Totoca bir üçüncüyü kendine ayırmıştı. Ya ben?.. Bana kala kala o en arkadaki, neredeyse kanatsız olan kalmıştı. Görüntüsü bile olmayan dördüncü İskoç meleği... Evet, ben hep sonuncuydum. Büyüdüğüm zaman görecekti onlar. Amazon yöresinde bir orman satın alacaktım, gökyüzüne değen bütün ağaçlar benim olacaktı. Üzerinde yığınla melek bulunan bir mağaza dolusu şişe satın alacaktım, kimseye bir kanat ucu bile vermeyecektim.


     - "Noel'de bize hiç, ama hiçbir yerden armağan gelmeyecek mi sence?"
     "Sanmıyorum, gelmez!."
     "Ciddi konuş, ben herkesin söylediği kadar kötü ve sersem miyim?"
     "Kötü değilsin. Ama içine şeytan girmiş senin."
     " Noel günü geldiğinde şu şeytandan kurtulmayı çok isterdim! Ölmeden önce, hayatımda hiç değilse bir kez, küçük şeytanın yerine küçük İsa'nın benim için doğmasını isterdim doğrusu."
     "Belki gelecek yıl olur... Neden benim gibi yapmayı öğrenmiyorsun?"
     "Sen ne yapıyorsun ki?"
     "Kimseden bir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum
."


     
- Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur.


     - "Ağlama yavrum," dedi. "Hep böyle duygulu bir çocuk olarak kalacaksın, pek çok ağlama fırsatı bulacaksın hayatta."


     
- "Sorun şu, dayıcığım: Çok küçükken, içimde şarkı söyleyen bir kuş olduğunu, şarkıyı onun söylediğini sanırdım."
     "Eh, insanın böyle bir kuşa sahip olması harika bir şey."
     "Anlamadınız. Artık kuşuma pek inanmıyorum. Ancak içimden konuştuğum ve kendi içimi gördüğüm zaman oldu bu değişiklik."


     
- Kuşumun, cılız göğsümden koptuğunu hissettim.
     "Uç, küçük kuşum, yükseklere uç. Uç da Tanrı'nın parmağına kon. Tanrı seni başka bir küçük çocuğa yollayacak. Benim için şarkı söylediğin gibi onun için de söyleyeceksin. Hoşça kal, benim güzel kuşum!"
     İçimde büyük bir boşluk hissettim.
     "Bak, Zeze. Bulutun parmağına kondu."
     "Gördüm."

     Başımı Minguinho'nun göğsüne dayadım ve bulutun uzaklaşışını seyrettim.
     "Ona hiçbir zaman kötü davranmadım."
     Başımı dala doğru çevirdim.
     "Xururuca!"
     "Ağlamak kötü bir şey mi?"
     "Ağlamak hiçbir zaman kötü değildir, budala. Neden sordun?"
     "Bilmiyorum. Bir türlü alışamadım. Sanki yüreğim boş bir kafes..."


     
- Ey büyüleyici kadının güzel görüntüsü
     Ah, bir mihrap dikebilsem adına.
     Işığımsın, düşlerimsin.
     Biricik sevgilimsin benim.


     - "Defolun bayan. Defolun gidin, hemen. Kötü bir insan değilim, ama başkalarının hayatına karışan cadalozların dilini kesmek gibi bir huyum vardır."


     
- "Gerçekten onun karnını deşmek istiyor muydunuz?"
     "Tabii ki hayır. Korkutmak için yaptım bunu."
     "Karnını deşseydiniz ne çıkardı içinden? Bağırsak mı, yoksa oyuncak bebeklerdeki gibi kıtık mı?"

     Gülerek ve dostça yanağımı okşadı:
     "Bir şey söyleyeyim mi sana, Zeze? Sanırım bok çıkardı..."


     
- Öylesine büyük bir acıydi ki bu, bağıracak oldum. Ne var ki, bagırsam iki kat dayak yiyecektim. Birincisi verilen cezaya uymadığım, ikincisi de komşuların hintarmutlarını çalmaya kalktığım ve sol ayağıma bir cam parçası batırmayı becerdiğim için!
     Acıdan başım dönerek şişe kırığını ayağımdan çıkarmaya çalışıyor, alçak sesle inliyor, kanımın ırmağın kirli suyuna karıştığını görüyordum. Simdi ne olacaktı? Cam parçasını çıkarmayı başardım, gözlerime yaslar doldu, ama kanı nasıl durduracağımı bilmiyordum. Acıyı hafifletmek için bütün gücümle ayak bileğimi sıkıyordum. Dayanmam gerekliydi. Yakında hava kararacak, geceyle birlikte babam, annem ve Lala eve döneceklerdi. Biri beni yakalarsa kesinlikle döverdi. Belki de sırayla döverlerdi. Sendeleyerek tümseğe tırmandım, tek ayağımla gidip şeker portakalı fidanımın dibine oturdum. Canım hala çok acıyordu, ama kusma isteği geçmişti.
     "Bak, Minguinho!" dedim.
     Bakar bakmaz dehşete düştü. O da benim gibiydi, kan görmeyi sevmezdi.
     "Ne yapmalı, Tanrım!" diye söylendi.


     - "Ne var, Zeze?"
     "Hiç, Godoia... Neden kimse beni sevmiyor?"
     "Çok budalasın."
     "Bugün üç kez dayak yedim, Godoia."
     "Haketmemiş miydin üçünü de?"
     "Onu demek istemedim. Kimse beni sevmediği için, dövmek istediklerinde herhangi bir şeyi bahane ediyorlar."
     Gloria'nın onbeş yaşındaki yüreği yumuşamaya başlamıştı. Bunu hissediyordum.
     "Sanırım en iyisi, Rio-Sao Paulo yolunda kendimi bir arabanın altına atmam."
     Ve gözlerimden sel gibi yaş akmaya başladı.
     "Saçma sapan şeyler söyleme, Zeze. Seni çok seviyorum."
     "Hayır, sevmiyorsun. Sevseydin bugün beni dövmelerine engel olurdun."
     "Neredeyse gece iniyor. Bugün daha çok yaramazlık yapacak zaman bulamayacaksın nasılsa."
     "Ama yaptım bile..."

     İşini bıraktı ve yanıma yaklaştı. Ayağımın çevresindeki kan birikintisini görünce çığlığını güçlükle tuttu.
     "Tanrım! Gum! Ne oldu sana?"
     Kazanmıştım. Bana `Gum' dedi mi kurtuldum demekti.
     Küçük bedenimi kollarına aldı, bir iskemleye oturttu. Aceleyle koşup bir leğen tuzlu su getirdi, ayaklarımın dibine diz çöktü.
     "Çok canın acıyacak, Zeze."
     "Zaten çok acıyor."

     "Tanrım! Aman Tanrım! Neredeyse üç parmak boyunda yarmışsın ayağını. Nasıl yaptın bunu, Zeze?"
     "Ne olur kimseye söyleme, Godoia. Uslu duracağıma yemin ederim. Bir daha kimseye beni bu kadar dövdürme..."
     "Tamam, tamam, bir şey söylemem. Ama ne yapacağız? Herkes sargılı ayağını görecek. Yarın da okula gidemeyeceksin. Eninde sonunda fark edecekler."
     "Okula gideceğim. Köşeye kadar lastik pabuçlarımı giyerim, sonrası kolay."
     "Yatman gerek, ayağını uzatman gerek, yoksa yarın hiç yürüyemezsin."
     Seke seke yatağa kadar gitmeme yardım etti.


     - Yarayı diktiler, bir de tetanos asisi yaptılar bana. Kusma isteğimi bile bastırdım. Portekizli, acımın birazını kendine almak istercesine beni göğsünde sıkıyor, terden ıslanan saçlarımı, yüzümü mendiliyle siliyordu. Bu iş hiç bitmeyecekti sanki. Eninde sonunda bitti ama. Beni yeniden arabaya taşıdığında hoşnuttu adamcağız. Verdiği bütün sözleri tuttu. Ancak benim canım bir şey istemiyordu. Sanki ruhumu ayağımdan çıkarıp almışlardı.


     - "Biz iki dostuz, değil mi? Erkek erkeğe konuşacağız şimdi. Seninle bazı şeyleri görüşmek ara sıra tüylerimi ürpertse bile yapacağım bunu. Kabul, haklısın; ama sanırım ablana sövmemen gerekirdi. Hem biliyor musun, ne olursa olsun sövmemelisin!"
     "Ama ben küçüğüm. Öcümü almak için tek yolum bu."
     "Söylediğinin ne anlama geldiğini biliyor musun?"

     Başımla evetledim.
     "Öyleyse sövmemelisin, sövmemen gerekir."
     Bir sessizlik oldu.
     "Portuga!"
     "Hımmm."
     "Sövmemi sevmiyorsun, değil mi?"
     "Hiç sevmiyorum."
     "Ölmezsem, bir daha sövmeyeceğime söz veriyorum öyleyse."


     
- "Önemi yok, onu öldüreceğim!"
     "Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin?"
     "Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek."


     
- "Başlangıçta söyledim. Sonra, seni başka bir biçimde öldürdüm. Yani, seni yüreğimde canlandırarak öldürdüm. Sen sevdiğim tek insansın, Portuga. Tek dostumsun. Bana artist resimleri, bilyeler, limonata, pasta aldığın için değil... Yemin ederim gerçeği söylüyorum."


     
- "Seni çok seviyorum, Sivrisinek. Sandığından da çok. Hadi, gülümse."


     
- Mutluyduk, bütün trajedi uzaklaşmıştı.
     "Güzel bir köşe var. Yiyecek bir şeyler götürürüz. En çok ne istersin?"
     "Seni, Portuga."
     "Ben salamdan, yumurtadan, muzdan söz ediyorum..."
     "Her şeyi severim. Evde yiyecek bir şey bulduğumuz zaman sevmeyi öğrendik."


     
- "Daha çok anlat," dedim.
     "Hoşuna gidiyor mu?"
     "Çok. Elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum."
     "Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?"
     "Gider gibi yaparız."


     
- Onu düşünmekten kendimi alamıyordum. Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.


     - "...Hiç yaşama isteğim yok artık. Iyileşirsem kötü bir çocuk olacağım. Anlayamazsın sen. Artık uslu durmama değecek kimsem kalmadı."