29 Temmuz 2015 Çarşamba

Mutluluk * Zülfü Livaneli

     - Bu olayı zihninin ulaşılamayacak kadar derin yerlerine itmişti ama herkes bilir ki insan düşlerine söz geçiremez.


     - Metanoya, kendinin ötesine geçmek, kendini aşmak, kendi olmaktan çıkmak.


     - Bütün sorun "kendi" kavramındaydı zaten. Ne demekti kendi, kendisi, ben?


     - Yolumuzu şaşırdıkça, alışkanlık denen ılık kaplıca sularının içine gömülüp rahatlıyorduk. Sonunda bize yol gösteren şey; evde her zaman oturduğumuz koltuğun aşina yumuşaklığı, gözü kapalı çevirebildiğimiz banyo musluğu ve başımızın yastıkta bıraktığı iz oluyordu. Kendi egemenlik alanını belirlemek için ağaçların altına sidik fışkırtıp sonra kendini bu sidiğin sınırları içinde güvenli hisseden köpeklere benziyordu insanlar da; aşina kokular ve aşina eşya arasındaki bir mutluluk formülü.


     - İnsan kendi olmaktan çıkabilir mi, bambaşka bir kişiye dönüşüp başka bir hayat yaşayabilir mi?


     - Sürekli patinaj yaptığı duygusu çöreklenmişti içine. Hiçbir işe yaramayan, geveze, değersiz ve korkak bir adam olarak görüyordu kendini.


     - "Böyle bir hayat bana göre değil. Önceden çizilmiş, kısıtlı, boktan hayatlar. Ben hayattan başka şeyler bekliyorum."
     
Bunun üzerine, "Ne bekliyorsun?" diye sormuştu İrfan.
     "Bilmiyorum" demişti Hidayet. "Zaten işin güzel tarafı da bu değil mi! Hayatın karşıma ne çıkaracağını bilmiyorum."


     
- Deniz dibinde ayakları yosunlara takılıp da soluksuz kalmış, sonra dibe vurduğu bir tekmeyle yukarıya yükselip ışığa ve temiz havaya kavuşmuş bir insan gibi temizlenecek, arınacaktı. Bütün zayıflıklarından, korkularından arınacak, hayatını değiştirmenin o hiçbir şeye benzemeyen zevkini tadacaktı.


     - Kimse hayatından memnun değil. Herkes derin bir huzursuzluk içinde kıvranıyor; daha iyi bir hayata ulaşmak istiyor ama o yeni hayatın ne olduğunun da farkında değil. Tarifi yok; dolayısıyla toplumun mitolojisi ve ideali de yok. Bu yüzden bir nehrin suları bizi önüne katmış götürüyor. İnsanlar akıntıdan kurtulmak için kıyıdan sarkan dallara tutunmaya çalışıyorlar.


     - Özgür bir adamdı artık o; hiçbir kurala bağlı değildi, insanlar için konan bütün kurallardan istifa etmiş, tek başına kalmayı ve kendi metanoyasını aramayı seçmişti. İçten içe başardığı işle gururlanıyordu. Herkesin aklından geçirip de kimsenin yapamadığı bir şeydi bu ama kendisi özgürdü artık; tepesinde uçan ve masadan bir şey kapmaya çalışan martı kadar özgür. Ege Denizi'nin ortasında tek başına, bilinmezlerle dolu hayatının getireceği maceralara kadeh kaldırıyordu. Yine kitap kurdu yanı depreşti ve elindeki kadehe bakarak, "Ey şişelenmiş şiir!" dedi. Baudelaire'e de bi selam yollamıştı.


     - Sadece kendi çıkarını düşünen küçük bir bencilsin sen, hem de korkak bir bencil! Hayatındaki her şey sahte. Hep başka insanların seni nasıl gördüğüne göre yaşadın. Çünkü kendin olmaya cesaretin yoktu.


     - "Sen sen ol, nihilizmi hafife alma. Kendi kendini yeterince dinlersen, dünyada sana en yakın düşünce biçiminin nihilizm olduğunu görürsün zaten. Bugüne kadar hiçbir şeye bağlanmama, hiçbir şeye inanmama, ülkeyi kasıp kavuran ideoloji ve inanç türlerinin tamamıyla alay etme, kalabalıkların içinde eğlenir gibi görünüp içten içe çevrendeki herkesi aşağılama senin huyların, unuttun mu?"


     
- Zihni iyice karışmış olmalıydı ve şimdi bu pırıl pırıl mavi gökyüzünün altında gece yaşadıkları, saçma sapan görünüyordu kendisine. İyi ki bu "buhran"a kimse tanık olmamıştı. Aşırı duygusallık, aşırı tepki verme, aşırı edebiyat tutkusu, aşırı içki, aşırı ilaç... Kısacası aşırı giden her şey neden olmuştu buna.


     - "Böyle bir ülkede doğmak için ne günah işledim acaba?" diye düşünürdü sık sık. Profesör'ün ne milli bir bağı vardı, ne dini ne de ideolojik. Çoktandır hayatında "değer" olarak algılayabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.


     - Ölüyorum dostlarım
       Bu kez son durak
       Ama beğenmezsem geri gelirim
       Ölümü de öğrenmiş olarak! ROBERT FROST


     
Elvis Presley - Are You Lonesome Tonight


     - Erik Satie: Gnossienne No. 1, 2, 3


     - Böyle düşünmeyi seviyordu: kendi içindeki uçurum!


     - İnsanoğlu, çevresindeki koşullara uyum göstererek hayatta kalma becerisine sahip bir bukalemundu. Ama bazen kendisi gibi beceriksiz bukalemunlar da çıkabiliyordu ortaya. Çevresine uymak için her türlü gayreti gösterip de bunu beceremeyen ve rengini bir türlü bulunduğu ortama uyarlayamayan bir bukalemun: beceriksiz bukalemun!


     - "Bu evde televizyon yoktur ve hiçbir zaman getirilemez, radyo da yoktur, eve gazete sokmak da yasaktır. Hele politika konuşmak asla hoş görülemez. Moda şarkılar söylenemez, ünlülerden söz açılamaz. Futbol takımı tutulamaz, maç sonuçları alınamaz. Aptallar ülkesinin bu evin içine sızmasına izin verecek hiçbir davranışa izin verilmez."


     
What Shall We Do With the Drunken Sailor


     - İçinde hemen hemen hiçbir kaygı ve korku kalmamıştı. Bu kararlı ve sakin haline kendisi de şaşıyor ama bir yandan da bundan çok hoşlanıyor, içinde büyük bir gücün biriktiğini duyuyordu.


     - "Yenildim." diye düşündü. İşin tuhafı bu düşünce bir kez daha içine mutluluk verdi. Yenilginin ve teslim olmanın mutluluğunun hiçbir şeye benzemediğini düşündü. Artık ihtirasla kıvranmalar, korkular ve zehirli sorular dönemi bitmişti. Yıllardır kuşatma altında olan kalesini, daha güçlü olan orduya teslim eden bir komutanın huzuru kaplıyordu içini.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Paris Sıkıntısı * Charles Baudelaire

     - "Söyle, anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babam mı, bacını mı, yoksa kardeşini mi?"
“Ne anam var, ne babam, ne bacım, ne de kardeşim.”
“Dostlarını mı?”
“Anlamına bugüne dek yabancı kaldığım bir sözcük kullandınız.”
“Yurdunu mu?”
“Hangi enlemdedir, bilmem.”
“Güzelliği mi?”
“Tanrıça ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.”
“Altını mı?”
“Siz Tanrı’ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.”
“Peki, neyi seversin öyleyse, olağanüstü yabancı?”
“ Bulutları severim... işte şu... şu geçip giden bulutları... eşsiz bulutları!”     YABANCI


     - Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak 
ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, gök yüzünün benzersiz arılığı! Ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla
düşünüyor ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum.      SANATÇININ DUASI


     
- İster benden çıksınlar ister nesnelerden fırlasınlar 
bu düşünceler fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyor artık.      SANATÇININ DUASI


     
- Böyle gizemle, sessizlikle, huzurla, hoş kokularla kuşatılmamı 
hangi iyiliksever şeytana borçluyum?     İKİ KİŞİLİK ODA


     
- Evet! Zaman hüküm sürüyor; gene başladı zorba yönetimine. 
Sanki bir öküzmüşüm gibi sopasının iğnesiyle itiyor beni:
     “Deh, deh be eşşek! Terle bakalım, tutsak! Yaşa bakalım, cehennemlik!”      İKİ KİŞİLİK ODA


     
- Hele şükür! Yalnızım! Gecikmiş, yorgunluktan bitmiş 
birkaç arabanın uğultusundan başka bir şey duyulmuyor artık. Dinlenişe ermesek de sessizliğe ereceğiz birkaç saat boyunca. Hele şükür! İnsan yüzünün acımasız baskısından kurtuldum, yalnız kendi kendimden çekeceğim artık.     SABAH SAAT BİRDE


     - Kendi kendimden de, başka hiç kimseden de hoşnut değilken, 
gecenin sessizliğinde, yalnızlığında, kendimi bağışlamak, biraz da gururlanmak isterdim. Sevdiklerimin ruhları,
şakıdıklarımın ruhları, bana güç verin, tutun beni, beni yalandan, dünyanın o baştan çıkarıcı pisliklerinden kurtarın; siz de, Ulu Tannm, izin verin, birkaç güzel dize yaratayım da insanların en aşağılığı olmadığımı, hor gördüklerimden aşağı olmadığımı kanıtlayabileyim kendime.     SABAH SAAT BİRDE


     
- Aklımın çizdiği bu tabloda, sana benzeyen bu tabloda 
yaşayacak mıyız bir gün, bir gün bu tabloya geçecek miyiz?     YOLCULUĞA ÇAĞRI


     
- Ey gece! Ey serinlik getiren karanlık! Benim için bir iç 
bayramın belirtisisin sen, sen bir bunaltıdan kurtuluşsun!     AKŞAMIN ALACAKARANLIĞI


     
- La Bruyère bir yerlerde, “Yalnız olamamanın büyük 
mutsuzluğu!” der kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki.     YALNIZLIK


     
- Bir başka bilge, yanılmıyorsam Pascal, “Neredeyse tüm 
mutsuzluklarımız odamızda kalmayı bilememiş olmamızdan geliyor başımıza,” der böylece, içe kapanış hücresinde, mutluluğu devinimde, bir de yüzyılımın güzel diliyle konuşmam gerekirse, kardeşçil diye adlandırabileceğim bir fuhuşta arayanları getirir usumuza.     YALNIZLIK


     
- Anlaşmak böylesine güçtür işte, düşünceler böylesine birleşmez 
şeylerdir sevgili meleğim, sevişenler arasında bile!     YOKSULLARIN GÖZLERİ


     
- “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim 
inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”     ŞARHOŞ OLUN


     
- “Bu masalın doğruluğundan emin misin?” diyeceksiniz 
belki. Yaşamama, var olduğumu ve ne olduğumu duymama yardım ettikten sonra, dışımdaki gerçeğin ne olup ne olmadığı vız gelir bana.     PENCERELER


     
- Kimi kadınlar vardır yenme ve tatlarını çıkarma isteği verirler 
insana; oysa bu, bakışlarının  altında ağır ağır ölme isteği veriyor.     RESİM YAPMA İSTEĞİ


     
- Sonra, yaşamı öylesine çetin olan Zaman’ı öldürmek, öylesine 
ağır akan Yaşam’ı hızlandırmak için yeni şişeler getirttiler.     ODALIK PORTRELERİ


     
- Bana da hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir; 
ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu.     DÜNYANIN DIŞINDA OLSUN DA NERESİ OLURSA OLSUN.