(Kitapta Matisse'nin Bateau adlı eserinden de bahsediliyor. Sanıyorum ki Murat Menteş, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam kitabından biraz etkilenmiş orada da Matisse'nin deseni hakkında bir olay anlatılır. Fark ettiğim bir şey daha yazarın, Oğuz Atay'dan da etkilenmekte olduğu. Belki daha bir çok yazardan da etkilenmiş olabilir şimdilik aklıma bu kadarı geldi. Zaten benim sevdiğim yazarların dili, üslubu, anlatımı genelde birbirine benzer, o yüzden çok şaşırmadım.)
Kitabın başlangıç cümlesi;
Müzik değişince dans da değişir. (Takeshi Kitano)
Kitaptaki diğer aşık olunası cümlelere gelince;
- Bilincim ve vicdanım, zihnim ve gönlüm, aklım ve kalbim, fikrim ve hissim...her bakımdan eşitlenmişti. Kişisel ekinoksumu yaşıyordum.
- Zenon Paradoksu'nu hayata geçiriyordu. Elealı Zenon'a göre, bir işin önce yarısı, sonra kalan kısmın yarısı, daha sonra da kalan kısmının yarısı yapılırsa ve bu hep böyle devam ederse, o iş asla tamamlanmazdı!
- İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar... Hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istiyorum! (Kolombiya kravatı: Meksika mafyasının uyguladığı bir cezalandırma biçimi: kurbanın gırtlağına bir delik açılır ve dili bu delikten sarkıtılır.) (Aşağıdaki resimde paylaştığım gibi :) )
...Gerçi zamanla esnekleştim. Ulaşılması ve vazgeçilmesi en zor nimetin sükunet olduğunu anladım galiba. Tamam, zenginlere merhamet duyacak kadar güçlü değilim hala, fakat sayıların artışındaki boşunalığın eşiğini görebiliyorum. İbrahim Kurbandan öğrendiğim kadarıyla, yeşil banknotlar kamuflajdan başka bir şeye yaramıyor: Aptallığı, beceriksizliği, acizliği, yalnızlığı kamufle ediyorlar...
- Ve hepimiz biliyoruz: Dostlarımız, biz caddenin kenarında alevler içinde yanarken, karşıya geçip üstümüze işemeye üşenen kimselerdir. Demem o ki, insan sevgisiyle dolu değilim, olmam da gerekmez. Yine de centilmenliği dürüstlüğe tercih ederim. Dürüstlük çoğunlukla kibre varır. Centilmenler, kindarlığın ve fevriliğin intikamla bağdaşmadığını bilirler. Hayatta başarılı olmanın iki yolu olduğu söyleniyor:
1) Şanslı olmak.
2) Hile yapmak.
Bense dayanıklı olmayı tercih ederim. Çünkü dayanıklılık kadar kışkırtıcı hiçbir şey yoktur. Bu yüzden 'Intolerance Attention Deficit Hyper Disorder' dedikleri hastalığa yakalanmayı istemişimdir hep. Ne yazık ki bu hastalığa sonradan yakalanılmıyor, bu hastalıkla doğuluyor, o da 10 milyonda 1! Hastamız hiçbir acıyı hissetmiyor. Parmakları kesilse, bacakları kırılsa, kolları yansa, kafası yansa, kaşı açılsa... vız gelip tırıs gidiyor! Gazetede okumuştum, Londra'da yaşayan 9 yaşındaki Calum Clark'a, arkadaşlarıyla birlikte top oynarken otomobil çarpmış, fakat çocuk ayak bileği kırıldığı ve başından kan fışkırdığı halde gülerek oyuna devam etmiş. Bedensel acı nedir bilmeyen Clark'ın bir özelliği de asla ağlamamasıymış. A-ha ben de asla ağlamıyorum.
- Karşılaştığımız herkes, biz beğenelim beğenmeyelim, bizi icat eder. (Adam Phillips)
- Jamais vu: Sık sık yaşadığı bir şeyi ilk defa yaşıyormuş duygusuna kapılmak.
- Gary Fleder'ın Things To Do In Denver When You're Dead (Karışık İlişkiler) filmi kitabın içinde geçiyor, bunu izlenecekler listesine almak lazım.
- Suyun suda kayboluşu gibi, hakikati bulmak uğruna kaybolmayı göze almak... En önemli ayrıntılar hep en belirsiz olanlardır.
- Biraz şaklabanlık, iyi kullanılırsa, zekaya da yarar. (Giovanni Papini, Başkasının Yerine İntihar Etmek)
- Kitapta adı geçen diğer film ise; Akbabanın Üç Günü ( Three Days Of The Condor)
- Aşk, insanın şahsiyetini pekiştirir. Çünkü hayatın manası, aşk bohçasında gelen bir hediyedir. Mevcudiyetinin hakkını vermek, hiç değilse mazeretini bulmak isteyen insan yalnızca aşka müracaat edebilir...
- "Nereye kayboldun Ferruh?"
" Ellerimi yıkadım."
Dilara Dilemma küskün çocuk ağzıyla "Beni bir daha tek başıma bırakıp gitme lütfen."
" Bir yere gitmedim ki sevgilim? İstesem de gidemem zaten."
- İltifatlar içinde hakikate en yakın duranlar belki de aynı zamanda bir itiraf olanlarından ziyade, sır olarak verilenleridir. İkisi arasındaki fark açık: İtiraf, kamuya yönelik olabilir. (Kalabalık bir banliyöde adamın biri yanındaki kumral kızcağızı işaret ederek haykırıyor: "Hey millet, bu fıstığa aşığım!") Sırlar öyle mi ya? Her şey, Dilara Dilemma ile aramızda kalsın isterdim. Dünya aramızda kalsın, tarih aramızda kalsın, kelimeler aramızda kalsın...
- Aşka peşinen atfettiğimiz yücelik yüzünden, onun basit bir bileşim olduğunu gözden kaçırıyoruz.
- Hedefe ulaşan, her şeyi ıskalamıştır! Çok paraya sahip olanların o acayip huzursuzlukları bundan. Ve tabii mangır tomarları, insanı yoksulluğun belalarından korumaz: Nefret emer, suçluluk duygusu salgılarsınız.
- Tüm insanlığa kahve ısmarlamak...Aklımdan geçen bu. (Mansur Mervan)
- Aşk, kalbi vurduğu kadar mideyi de vuruyor.
- Bir sözün doğruluğu ile inandırıcılığı arasında hiçbir bağlantı yoktur. (Şeyh Rıdvan el-icazi)
- Kimseye güvenmediği halde herkesin güvenini kazanmayı nasıl başarıyordu? Üstelik hırslı biri gibi de görünmüyordu.
- Yırtıcı, seni ya görmezlikten gelir ya da parçalar.
- Sana baktıkça tatlım, Rus ruletinde kaybetmenin acısı gibi bir acı duyuyorum. (Dodo Donor, Can Çekişmenin İcaplan)
- Hayatının geri kalanını birisiyle geçirmek istediğini anladığın zaman, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını dilersin.
- Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.
- Gençler olmayacak şeylere heveslenirler, yaşlılarsa hiç vuku bulmamış şeyleri hatırlarlar. (Hector Hugh Munro - Saki, Kaderin Tazıları)
- Hayat, maliyetleri karşılamayan bir iştir. (Arthur Schopenhauer)
- Eşek ölecek, ters dönecek de s.ki güneş görecek! Tek kelimeyle zor, iki kelimeyle çok zordu.
- Kalbim ekmek kızartma makinasındaki ekmek dilimleri gibi kızarıyor, birazdan fırlayacak!
- Kafamdaki düşünceler fazla haşlanmış spagetti gibi birbirine yapışıp düğümlenmişti.
Kitabın bitiş kısmına gelirsek;
...Pembe Panter: "Nuh! Parmağın! Çabuk onu bana ver!"
Cebimdeki parmağı çıkarıp uzattım.
Pembe, parmağı küçük bir naylon torbaya, onu da (bahçedeki masalardan birinden aldığı) buz dolu bir kupaya koydu.
"Ne yapıyorsun Pembe?"
"Parmağını sağlama alıyorum, Nuhcuğum, bakarsın yüzük takmak için filan lazım olur..."
"Bu bir teklif mi?"
Murat menteş, Oğuz Atay diye arama yaptığımda karşıma bu blog çıktı. Tutunamayanlar okuyorum şu an ve ne kadarda Dublörün dilemmasına benziyor dedim yani tam tersi. Murat Menteş'in başka kitabını okumadım, kıyaslama yapamam ama dublörün dilemmasına Oğuz Atay, tutunamayanlar tadı oldukça var.
YanıtlaSilHer 2 yazarı da okumuş olanlar, aynı düşünceye kapılacaklardır bence.
Sil