22 Kasım 2016 Salı

Sıfır Noktasındaki Kadın * Neval El Seddavi

   


     Mısırlı feminist yazar Neval El Seddavi'yi ilk kez okuyorum, bu kitabında ölüm hücresinde olan Mısırlı fahişe Firdevs'in yaşam öyküsünü ve bu hücreye nasıl geldiğini anlatıyor.

     Kitaptan alıntılara gelirsek;


     - Geçmişimde, çocukluğumda kayda değer bir şey yoktu; ne aşk ne de başka bir şey. Bu yüzden benim söylediğim her şey gelecekle ilgiliydi. Çünkü gelecek, istediğim renklerle boyamak üzere hala benimdi. Özgürce karar vermek, istersem değiştirmek üzere hala benim...


     - Bir gece Vafeya, "Hiç aşık oldun mu Firdevs?" diye sordu.
     "Hayır Vafeya, hiç aşık olmadım," yanıtını verdim.
     Bana şaşkınlıkla baktı ve "Ne tuhaf!" dedi.
     "Neden tuhaf buldun?" diye sordum.
     "Bakışlarında aşık olduğunu söyleyen bir şey var."
     "İnsanın bakışlarında aşkı ele veren ne olabilir ki?"
      Başını sallayıp, "Bilmiyorum," dedi. "Fakat özellikle senin, aşksız yaşayamayacak biri olduğunu hissediyorum."
      "Ama ben aşksız yaşıyorum."
      "O halde yaşamın bir yalan; ya da hiç yaşamıyorsun."


     - Çoğu zaman gece aysız, kapkaranlık olurdu; yat zili geride uzun bir sessizlik bırakarak son notasını çalardı. Çevremdeki tüm pencereler kapanır, tüm ışıklar sönerdi; bense birçok şeyi merak ederek, tek başıma karanlıkta oturmayı sürdürürdüm. Gelecek yıllarda nasıl olacağım?


     - Irak bir hazdı bu; yaşam yolculuğunun anımsanan yıllarından daha eski, belleğin uzunluğundan daha uzun, çok uzak yıllar önce ortaya çıkmış, derinliklere gömülmüş gibi gelen bir haz. Anımsar anımsamaz unutulan, bir kez olmuş ve yitip gitmiş ya da hiç olmamış bir şey gibi.


     - Daha önce de çok defa yaptığım gibi, sokakta yürüyordum. Ama bu kez belirli bir hedefim olmadığı için kendimi farklı hissediyordum. Ayaklarımın beni nereye sürüklediğini hiç bilmiyordum. Sokaklara ilk kez görüyormuşcasına baktım. Gözlerimin önünde yeni bir dünya açılıyordu; benim için daha önceleri var olmayan bir dünya. Belki hep oradaydı, hep var olmuştu, ama ben onu hiç görmemiştim; hep orada olduğunu fark etmemiştim. Bütün bu yıllar boyunca nasıl da kör kalmıştım? Sanki kafamda üçüncü bir göz açılmış gibiydi. Sokaklarda insanların, kimi yürüyerek, kimi araba ve otobüslerin içinde, ardı arkası kesilmez bir akışla hareket ettiklerini görüyordum. Hepsinin acelesi vardı, çevrelerine bakmadan hızla gidiyorlardı. Orada tek başıma, öylece duran bana kimse aldırış etmiyordu. Bana dikkat etmedikleri için de onları rahat rahat gözleyebiliyordum.


     - Sulara fırlatılmış bir çakıl taşı gibiydim; dalgaların dövdüğü, oraya buraya attığı, kıyıda bir yere bırakılmak üzere yuvarlanıp duran bir çakıl taşı...


     - "Herkes bir gün ölecek Firdevs. Sen de, ben de. Önemli olan ölene kadar nasıl yaşadığımız."
     "Nasıl yaşayacağız? Yaşam çok zor."
     "Yaşamdan daha sert olmalısın Firdevs. Yaşam çok sert. Gerçekten yaşayanlar yalnızca ondan daha sert olanlardır."
     "Halbuki sen sert değilsin Şerife; peki yaşamayı nasıl beceriyorsun?"
     "Ben sertim, çok sertim Firdevs."
     "Hayır, sen kibar ve yumuşaksın."
     "Tenim yumuşak, ama yüreğim zalim; ben soktum mu öldürürüm."
     "Yılan gibi mi?"
     "Evet, tıpkı yılan gibi. Yaşam bir yılandır. Onlar da aynı Firdevs, Yılan, senin yılan olmadığını anlarsa sokar. Zehirli iğnelerin olmadığını bilirse hayat seni bir lokmada yutar."


     - "Ne Beyumi, ne de avanesi senin değerinin farkına varamamış. Çünkü sen kendini yeterince satmayı becerememişsin. Erkekler kadının değerini bilemez, Firdevs. Kendi değerini belirleyen kadındır. Fiyatın yükseldikçe, erkek senin gerçekten değerli olduğunu daha çok kavrar, elindekini avucundakini sana vermeye razı olur. Kendi olanağı yoksa sana zarar vermek için başkasından çalar," dedi.
     Merakla, "Ben gerçekten değerli miyim Şerife?" diye sordum.
     "Güzel ve kültürlüsün."


     - İnce uzun parmaklar. Bir keresinde adamlardan biri, daha önce hiç böyle parmak görmediğini, ellerimin güçlü ve kurnaz göründüğünü söylemişti. Kendilerine özgü bir dilleri varmış. Öptüğü zaman, belli belirsiz bir sesle konuşuyorlarmış gibi gelmiş ona.


     - Beynimdeki bir kurşunu çıkarır ya da bir uru çıkarıp atarcasına onu kafamdan çıkarabilecek bir şey yok muydu?


     - Geceyarısı olmuştu ve sokaklar sakindi. Nil Nehri'nden hafif bir esinti geliyordu. Gecenin verdiği huzurdan hoşlanarak nehir boyunca yürüdüm. Artık acı hissetmiyordum. Çevremdeki her şey bana huzur veriyor gibiydi: yüzümü okşayan hafif esinti; boş sokaklarla, kapalı kapılar ve pencereler, insanlar tarafından dışlanma, aynı zamanda onları dışlayabilme duygusu; her şeye, yeryüzüne, gökyüzüne hatta ağaçlara bile yabancılaşma. Ait olmadığı büyülü bir dünyada yürüyen bir kadın gibiydim. Bu kadının canının istediğini yapma, istemediğini yapmama özgürlüğü vardı. Ender rastlanan o kimseye bağlı olmama, her şeyden vazgeçme, çevredeki dünyayla bütün ilişkilerini kesme, tamamen bağımsız olma ve bağımsızlığının hakkını vererek yaşama; bir erkeğe, evliliğe, ya da aşka bağlanmadan özgür olma; tüm kural ve yasaların sınırlandırılmasından kopma hazzını yaşıyordu bu kadın. Önüne ilk çıkan erkek onu istemezse, ikincisi, üçüncüsü gelecektir. Tek bir adamı bekleme gereksinimi duymayacaktır. O dönmediği zaman üzülmeyecek, bir şey beklemeyecek, umutları suya düştüğünde acı çekmeyecektir. Hiçbir şey umut etmeyecektir artık, hiç bir şey arzulamayacaktır. Hiçbir şeyden korkmayacaktır, çünkü onu incitebilecek her şeyi zaten yaşamıştır.


     - Hiçbir şey beklemiyorum
     Hiçbir şey istemiyorum
     Hiçbir şeyden korkmuyorum
     Özgürüm ben.


     - "Sen aşkı bilir misin?"
     "Aşkı bilmeyen var mı? Sen hiç aşık olmadın mı?"
     "Oldum."
     "Ya şimdi?"
     "Bitti, geriye hiçbir şey kalmadı. Ya sen?"
     "Benimki daha bitmedi."
     "Zavallı. Çok mutsuz olmalısın."
     "Etkisinden kurtulmaya çalıştım, ama yapamadım."


     - "Zavallı."
     "Aşk söz konusu olduğunda, herkes aynıdır."
     Gözlerimin içine bakıp, "Bir yanılsama içindesin. Gözlerinde aşkın, bir zamanlar parıldayan ruhunu nasıl öldürdüğünü görebiliyorum," dedi.
     "Aşk gözleri ışıldatır, parlaklığını öldürmez."
     "Zavallı. Aşkın ne demek olduğunu hiç öğrenmemişsin. Ben sana öğreteceğim."


     - Yaşamı da, ölümü de aşmıştım; çünkü artık ne yaşama arzusu duyuyor, ne de ölümden korkuyordum. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey ummuyordum. Hiçbir şeyden korkmuyordum. Bu yüzden özgürdüm. Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdır. Özgürlüğüm onları öfkelendiriyordu. Hala istediğim, hala korktuğum ya da hala özlediğim bir şey kalmış olması hoşlarına giderdi. O zaman beni bir kez daha köleleştirebilirlerdi.
   


     - Bir süre önce onlardan biri gelip "Devlet Başkanı'na suçunu affetmesi için dilekçe yazarsan kurtulma şansın olabilir." dedi.
     "Ama ben kurtulmak istemiyorum," dedim, "affedilmek de istemiyorum. Çünkü senin suç dediğin şey bence suç değildir."


     - Şimdi de gerçeği hiç zorluk çekmeden anlatıyorum. Çünkü gerçek kolay ve yalındır. Bu yalınlığın içinde de vahşi bir güç yatar. Yaşamın vahşi, ilkel gerçeklerine ancak yıllar süren bir savaşımın sonunda varabildim. Çünkü insanlar yaşamın yalın ama çirkin ve güçlü olan gerçeklerine birkaç yıl içinde varamazlar pek. Gerçeğe ulaşmak, artık ölümden korkmamak demektir. Her ikisiyle de yüz yüze gelmek büyük bir cesaret gerektirdiğinden, ölümle gerçek birbirlerine benzer. Gerçekler de insanı öldürdüğü için, ölüm gibidir.
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder