28 Nisan 2015 Salı

Genç Werther'in Acıları * Johann Wolfgang Von Goethe

     - Yüksel Pazarkaya'nın önsözüyle; "Ve sen, aynı onun gibi tutkulu istem duyan sevgili can, onun acısından avuntu bul ve ister tecelli olsun, ister kendi suçun yüzünden, kendine daha yakın birini bulamazsan, bu kitapçığı dost edin."


     - Ne mutluyum, gitmekten! Can dost, insan kalbi ne tuhaf! Öylesine sevdiğim senden hiç ayrılamazken, seni bırakıp da yüreği hoş olmak. Diğer bütün ilişkilerim, benimki gibi bir yüreği korkutmak için, yazgının cilveleri değil miydi?


     - İstiyorum, sevgili dost, sana söz veriyorum, daha iyi olmak istiyorum, yazgının bize sunduğu bir parça kötülüğü, hep yaptığım gibi, artık geviş getirip durmak istemiyorum; geçmişi geçmişte bırakmak ve şimdinin tadını çıkarmak istiyorum. Elbette, haklısın, kuzum, - niçin böyle yaratıldıklarını Tanrı bilir - ama insanlar, düşlem güçlerini, umursamaz şimdilerine katlanmaktan çok, geçmiş kötülüklerin anılarını çağrıştırmak için böylesine zorlamasalardı, aralarındaki acılar daha ufak olurdu.


     - Bütün gönlümle tadını çıkardığım tatlı bahar sabahları gibi şahane bir şenlik bütün ruhumu sardı. Benimki gibi ruhlar için yaratılmış bu yörede yalnızım ve yaşamımdan sevinç duyuyorum. Öylesine mutluyum, dostum, böyle erinç içinde varlık duygusuna büsbütün dalmış olmaktan sanatım rahatsız. Şimdi resim yapamam, bir çizgi bile çizemem, ama hiçbir zaman şu anlarda olduğumdan daha büyük ressam olmadım.


     - Kitaplarını göndereyim mi, diye soruyorsun? - Canım, Tanrı aşkına, lütfen, bırak onlar uzak dursunlar benden! Artık yönlendirilmek, dürtülmek, şevklendirilmek istemiyorum, bu yürek zaten kendiliğinden kabarıyor yeterince; bana ninni gerek...


     - Can! benim sıkıntılardan sefahate, tatlı hüzünlerden uğursuz tutkulara geçişimi görme zahmetine bunca sık katlanan sana bunu söylemem gerekli mi? Yüreciğime hem sayrı bir çocuk gibi bakıyorum; o istediğini yapıyor. Bunu başkalarına söyleme; duyarlarsa, hoş görmeyecek kişiler var.


     - kendimi pek iyi hissediyorum; yalnızca kullanılmaya kullanılmaya çürüyüp giden ve sıkı sıkı saklamaya çalıştığım daha bir sürü gücün içimde pineklediği aklıma gelmemeli. Ah, kalbi öylesine sıkıştırıyor bu - Yine de! anlaşılmamak bizim gibilerin yazgısı.


     - Diyorum: sen bir budalasın! burada olmayanı arıyorsun. Ama ona sahiptim, onun olabileceğim her şeyi olduğum için, onun huzurundayken olduğumdan da büyük göründüğüm o yüreği, o ulu ruhu duyumsadım.


     - İçime kapanıp, bir dünya buluyorum! Yine canlandırma ve kanlı canlı bir güç yerine, sezimle, koyu bir hevesle. Duyularımda her şey yüzüp duruyor, ben de düşte gibi dünyaya gülümseyip gidiyorum.


     - Ve en sevdiğim yazar, kendimi, dünyamı bulduğum, etrafımdaki olayların meydana geldiği ve hikâyesi pek tabii bir cennet olmamakla birlikte, tanımsız bir saadetin kaynağı olan kendi ev yaşamımdaki gibi ilginç ve içten olan yazardır.


     - Haydi bana, huysuzluğunu gizleyip, çevresindeki sevinci berbat etmeden, kendine saklayan bir kişiyi gösterin! Yoksa bu aslında kendi densizliğimiz üzerine iç sıkıntısı, her zaman aptalca bir kendini beğenmişliğin kışkırttığı kıskançlıkla iç içe olan, kendi kendimizden hoşnutsuzluk değil mi? Kendimiz mutlu etmediğimiz mutlu insanları görmeye dayanamıyoruz.


     - Yok, kendimi aldatmıyorum! Onun kara gözlerinde bana ve kaderime olan ilgisini okuyorum! Evet hissediyorum ve kalbimin hislerine güveniyorum, beni - cenneti bu sözlerle ifade edeyim mi, edebilir miyim? - beni sevdiğini! Beni sevdiğini! - Ve kendi kendime ne kadar değerli olduğumu, ne kadar - sana herhalde bunu söyleyebilirim, böyle bir şeye anlayışın var senin - onun beni sevdiğinden beri, kendime ne kadar taptığımı!


     - Hiçbir zaman daha mutlu olmadım, hiçbir zaman en ufak taşa, tek bir ota kadar doğayı duyumsamam, daha dolu ve daha içten olmadı, yine de - Nasıl diyeyim, bilmiyorum, hayal gücüm öylesine zayıf, her şey yüzüyor ve ruhumun önünde yalpalıyor, bir tasarım yakalayamıyorum, ama balçık ya da mum olsaydı, bunlarla pekâlâ canlandırabileceğimi sanıyorum. Daha uzun dayandığından, balçık alıp karacağım, sonunda pasta çıksa da!


     - Bütün bu durumlara bile bile, adım adım nasıl yürüdüğüme şaştım! Durumu nasıl hep böyle apaçık görüp, yine de bir çocuk gibi davrandığıma, hâlâ apaçık görmeme karşın, iyileşme konusunda bir işaretin olmadığına.


     - Siz insanlar, diye çıkıştım, bir şey söylemek için, hemen ağzınızı açarsınız: bu ahmakça, bu akıllıca, bu iyi, bu kötü! Ne demek oluyor bunların hepsi? Bunun için bir faaliyetin iç ilişkilerini mi araştırdınız? niçin meydana geldi, niçin meydana gelmek zorundaydı, bunun temelindeki sebepleri kesinlikle ortaya çıkarabiliyor musunuz? Bunu yapsaydınız, yargılamakta bu kadar aceleci olmazdınız.


     - Ah, siz aklı başında olanlar! diye gülümseyerek seslendim. Tutku! Sarhoşluk! Çılgınlık! Öylesine rahat, öylesine katılımsız duruyorsunuz, siz ahlâk insanları! içeni azarlıyor, saçmalayandan nefret ediyorsunuz, papaz gibi geçip gidiyor ve sizi onlardan biri gibi yapmadı diye, kabasofular gibi Tanrı'ya şükrediyorsunuz. Ben bir defadan fazla sarhoş oldum, tutkularım çılgınlıktan hiç de uzak değildi, ikisinden de pişmanlık duymuyorum: zira, büyük bir şey, olanaksız görünen bir şey yapan bütün sıra dışı inasanların oldum olası sarhoş ve deli olarak çağrıldıklarını kendi ölçülerim içinde kavramak zorunda kaldım.


     - Rahat, akıllı insanın, mutsuzun halini görmesi boşuna, onu iknaya çalışması boşuna! Tıpkı hastanın yatağı başında duran sağlıklı kişinin, ona kendi gücünden bir damla bile aktaramaması gibi.


     - İnsanın sonsuz mutluluğu olan şey, yine onun sefaletinin kaynağı olmak zorunda mıydı?


     - Senin yıkıcı olmadığın, olmak zorunda kalmadığın tek an yok; en masum yürüyüş bin zavallı kurtçuğun hayatına mal oluyor, bir ayak darbesi karıncaların binbir zahmetle kurduğu yuvayı harap edip, küçük bir dünyayı rezil bir mezar halinde eziyor. Hah! dünyanın seyrek büyük afeti, köylerinizi süpüren bu seller, kentlerinizi yutan bu depremler beni ırgalamıyor; tabiatın evreninde gizli yatan, yeyip bitiren güç, kalbimin dibini oyuyor; hiçbir şey kurmayan, komşusunu, kendini yıkmayan. Ve böyle korkulu sendeliyorum! Yer ve gök ve dokuyan kuvvetleri çevremde: Ebedi yutan, ebedi geviş getiren bir canavardan başka bir şey görmüyorum.


     - Sonra azizim, halimin değişmesine duyduğum özlem, beni her yerde kovalayacak sabırsız bir iç huzursuzluğu değil mi acaba?


     - Hayatın çiçekleri sadece görüntü! Nice çok kişi ardında bir iz bırakmadan çekip gidiyor, nice azı meyveye duruyor, bu meyvelerden da nice azı olgunlaşıyor! Yine de onlardan yeterince var; yine de - ey kardeşim! - olgunlaşmış meyveleri ihmal edebilir miyiz, hor görüp, tadına varmadan çürümeye bırakabilir miyiz?


     - Burada oturup hava alıyorum, sakinleşmeye çalışıp, sabahı bekliyorum, gün doğuşuna atlar da ısmarlandı.


     - Farkındayım, farkındayım, kader benim için ağır sınavlar düşünmüş. Yine de ha gayret! İçini rahat tutmak, her şeye katlanır. İçini rahat tutmak? bu sözün kalemime takılması, beni güldürüyor. Ah, birazcık sakin bir kan, beni güneşin altındaki en mutlu kişi yapardı. Ne o! başkalarının bir damlacık güçleri ve yetenekleriyle önümde kabara kabara dolanıp durmaları karşısında, kendi gücümden, kendi yeteneklerimden kuşku mu duyuyorum? Bana bütün bunları ihsan eden güzel Tanrım, niçin bunların yarısını alıp da, onun yerine bana özgüven ve kanıklık vermedin!


     - Kendi kendiyle hiçbir zaman hoşnut olmayan, dolayısıyla kimsenin memnun edemediği bir insan.


     - İnsanlar, kendilerini de, başkalarını da zora koşuyorlar; ama , dedi, insan, dağı aşması gereken bir yolcu gibi yüksünüyor; elbette, dağ olmasa, yol çok daha rahat ve kısa olur; ama bir kere var, öyleyse aşmak gerek!


     - Gerçi, azizim, insanın başkalarını kendisiyle ölçmesinin saçmalığını her gün daha fazla farkediyorum. Ama kendimle öyle çok uğraşıyorum ve bu kalp öyle fırtınalı ki - ah, bırakıyorum başkaları kendi yollarında gitsinler, yeter ki onlar da beni kendi yolumda rahat bıraksınlar.


     - Beni görseydiniz, dostum, bu dalgınlık tufanında! duyularım nasıl da kupkuru; bir tek an bile yürek doluluğu yok, bir tek mutlu saat yok! hiç! hiç! Sanki bir kelepir vitrininin önünde durup, adamcıkların ve beygirciklerin önümden oraya buraya kaydıklarını görüyor ve bu bir yanılsamamı, diye soruyorum kendime. Ben de oyuna katılıyorum, daha doğrusu, bir kukla gibi oynatılıyor, bazen yanımdakinin tahta koluna yapışıp, dehşetle bırakıyorum. Akşamları, güneşin doğuşunu keyifle seyretmek istiyorum, ama sabah yataktan çıkamıyorum; gündüzleri, ay ışığının keyfini çıkarmak istiyorum, ama odamda kalıyorum. Niçin kalkıyor, niçin yatıyorum, bilmiyorum.


     - Yaşamımı harekete geçirecek maya eksik; derin gecelerde beni şenleten heyecan bitik, sabah beni uyandıran yitik.


     - Ah, bu daralmış yüreğime nefes aldırmak için, yüz defa bıçağa sarıldım. Korkunç koşturulup kızışınca, nefes alabilmek için, güdüyle bir damarını dişleriyle yaran bir soylu at cinsinden söz edilir. Sık sık böyle duyumsuyorum kendimi, bana sonsuz özgürlüğü getirecek bir damarımı açmak istiyorum.


     - Ah, benim bildiğimi herkes bilebilir - yüreğim yalnızca benim.


     - Göz açıp kapayıncaya bende durum değişiyor. Bazen yaşamın sevinçli bir görünümü yine ağarır gibi oluyor, ah! yalnızca bir an için!


     - Ben yalnız ve yalnız onu, böylesine içten, böylesine derinden severken, ondan başka birini ne tanıyor, ne biliyorken, ne de başka birine sahipken, nasıl olup da bir başkası onu sevebiliyor, sevmeye yelteniyor, havsalam bazen bunu bir türlü almıyor!


     - Ah, bu boşluk, burada göğsümde hissettiğim bu korkunç boşluk! - Sık sık düşünüyorum: onu bir defa olsun, yalnız bir defacık şu bağra basabilsen, bütün bu boşluk dolardı.


     - Göğsümü parçalamak, insanın birbiri için bu kadar az değeri olabildiği için, beynimi dağıtmak istiyorum sık sık. Ah, kendim getirmediğim aşkı, sevinç, sıcaklık ve hazzı, öbürü bana vermez ve mutluluk dolu bütün kalbimle karşımda soğuk ve mecalsiz duranı mutlandıramam.


     - O kadar çok şeye sahibim, ama ona karşı duygularım hepsini yutuyor; o kadar çok şeye sahibim, ama onsuz hepsi bir hiç.


     - Tanrı biliyor! çokça bir daha uyanmamak dileğiyle, hatta umuduyla yatağa uzanıyorum: ve sabahleyin gözlerimi açıp, yine güneşi görünce, perişan oluyorum. Ah, sağı solu belli olmayan biri olabilsem de, suçu havadan bilsem, bir üçüncü kişiye atsam, başarısızlıkla biten bir girişimi bahane etsem, o zaman üstümdeki bu isteksizliğin dayanılmaz yükü belki yarı yarıya inerdi. Vay halime! bütün suçun yalnızca kendimde olduğunu, çok açık hissediyorum, - suç değil! Yeter, bütün sefilliğin kaynağının içimde gizli olması, tıpkı bir zamanlar bütün saadetlerin kaynağı gibi. Bir zamanlar duyumsamanın bütün doluluğuyla süzülüp duran, her adımda bir cennet bulan, bütün dünyayı sevgi dolu sarmalayacak bir yüreği olan aynı kişi değil miyim artık? Ve bu yürek artık cansız, sevinçler akmıyor ondan artık, gözlerim kuru ve cana can katan gözyaşlarıyla artık esenlenmeyen duyularım korkuyla alnımı kırıştırıyor. Çok acı çekiyorum, zira hayatımın tek hazzını, çevremde dünyalar yarattığım can veren kutsal gücü yitirdim; yok artık! - Penceremden dışarıya uzak tepelere bakınca, sabah güneşinin sakin duran çayırın üstündeki sisi nasıl delerek ışıttığını ve uysal nehrin yapraksız söğütlerin arasından bana doğru yılan gibi dolandığını görüyorum, - oh! işte bu şahane tabiat parlak bir resim gibi böyle sabit karşımda dururken, bütün bu sonsuz haz kalbimden beynime bir damla bile mutluluk pompalayamıyor, koskoca herif Tanrı'nın karşısında kurumuş bir kuyu, delinmiş bir kova gibi duruyor. Öyle çok kendimi yerlere atıp, üstü tunçtan gökyüzü, etrafı susuzluktan kavrulan toprak, bir çiftçinin yağmur duası gibi, Tanrı'dan gözyaşları diledim.


     - Payına düşen acıyı çekmek ve ona ayrılan kadehi boşaltmak, insanın kaderi değil de nedir? - Ve kupa, göklerdeki Tanrı'nın insan dudaklarına pek acı gelmişse, niçin ben büyüksenip, bana tatlı gelmiş gibi durayım? Bütün varlığım olmakla olmamak arasında titrer, geçmiş geleceğin zifiri uçurumunda bir şimşek gibi çakar ve etrafımdaki her şey çökerken, dünya da benimle birlikte battığı için, niçin utanayım ki - Beyhude çabalayan güçlerinin iç derinliklerinde gıcırdayan, salt kendi itilmişin, kendine yetmeyip durmadan uçuruma yuvarlanan mahluğun sesi değil mi: Tanrım! Tanrım! beni niçin terk ettin?


     - Bazen kendime diyorum: Senin yazgın biricik; diğerlerini mutlu say - hiç kimse böyle eziyet çekmemiştir. Sonra ilkçağlardan bir şairi okuyorum ve onda sanki kendi kalbimi görüyorum. Bunca çok şeye dayanmam gerekiyor! Ah, benden önce de insanlar hiç böyle sefil oldular mı?


     - Kendime, kendime gelemeyeceğim! nereye adımımı atsam, karşıma beni allak bullak eden bir görünüm çıkıyor. Bugün! ey yazgı! ey insanlık!


     - Öyle mutlu olduğundan, keyfinin yerinde olduğundan 
övgüyle söz ettiği o zamanlar nasıl bir zamandı acaba? - Ahmak insan! diye seslendi acıyan bir gülümsemeyle, kendinden geçtiği zamanı demek istiyor, hep övüyor o zamanı; tımarhanede olduğu, kendini hiç bilmediği zaman -


     - Mutluluğunun eksikliğini dünyevi bir engele bağlayabilen, aziz mahluk! Hissetmiyorsun! sefaletinin harap olmuş kalbinde, sarsılmış beyninde yattığını hissetmiyorsun, buna yeryüzünün bütün kralları birleşse, çare bulamaz.


     - Ey bilmediğim Peder! Aslında bütün ruhumu dolduran ve yüzünü benden çeviren Peder, beni kendine çağır, daha fazla susma! susuşun bu susamış ruhu dindirmeyecek - Ve beklenmedik bir şekilde geri gelen oğlu, kendisine sarılıp şöyle seslenirse, buna bir baba öfkelenebilir mi: İşte yine geldim, babacığım! Daha fazla dayanmamı istediğin yolculuğumu yarıda kestiğim için bana öfkelenme. Dünya her yerde bir, çaba ve çalışmanın karşılığı ücret ve sevinç; ama ben bunu ne yapayım? ben senin olduğun yerde iyi oluyorum ve senin yüzünü görerek acı çekeyim, zevk alayım. - Ey ulu Tanrım, sen kovar mısın onu?


     
- Hiçbir yerde keyfim yok, her yerde keyifliyim. Bir şey dilemiyor, bir şey istemiyorum. En iyisi, gitmem.


     - Perdeyi kaldırıp, arkasına geçmek! Hepsi bu! Peki bu tereddüt ve bu duraksama niye? Ardında ne olduğunu bilmemekten? ve geri gelmemekten? Ve işte kesin bir bilgiye sahip olmadığımız yerde karanlık ve şaşkınlık sezmek, bunun zihnimizin özelliği olması.


     - Niçin uyandırıyorsun beni, bahar havası? Ruhumu okşayıp konuşuyorsun: Göğün damlalarıyla çiğ düşerim! Ama solma zamanım yakın, yapraklarımı koparacak fırtına yakın! Yarın o yolcu gelecek, beni güzelliğimle gören gelecek, gözü tarlada çepçevre beni arayacak ve bulamayacak.


     - Acaba bana niyet ettiğim bir yolculuk için tabancanızı ödünç verebilir misiniz? Hoşça kalınız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder