8 Ekim 2014 Çarşamba

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği * Milan Kundera

     - Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur.


     
- Ne istediğini bilmemenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine.





     - Einmal ist keinmal: Sadece bir kere olan şey, hiç olmamış sayılır. (Alman özdeyişi)


     - Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.... Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın bir yolu yok. Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, Önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın?







     - Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur. (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu)


     -
Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.





     - İstediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!


     - Ona kadınların en bayağısı gibi, "Beni bırakma, bana sıkı sarıl, oyuncağın yap beni, kölen yap, güçlü ol!" demek için karşı konuşmaz bir arzu duydu. Ama bunlar söyleyemeyeceği sözlerdi. Erkeğin kollarından kurtulduğunda söyleyebildiği tek şey, "Seninle birlikte olmaktan ne kadar mutluyum bilemezsin." oldu. Kendini ele vermekten kaçınan kişiliği en çok bu kadarını dışavurmasına izin veriyordu.


     - Sabina kendi melankolik hayallerine dalmış gitmişti; kendisine buyruklar yağdıran bir erkek olsaydı yaşamında, ne olurdu acaba? Efendisi olmak isteyen bir erkek? Ona ne kadar katlanabilirdi Sabina? Beş dakika bile katlanamazdı! Bundan da şu çıkıyordu ki hiçbir erkek onun aradığı erkek değildi. İster güçlü olsun ister zayıf.


     -
Sabina için gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak olunduğunda mümkündü; yaptığımız işlere başkasının gözü değdiği an, ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve yaptğımız hiçbir şey dürüstçe olmaz. Bizi seyreden birilerinin olması, bizi seyredenleri bir türlü aklımızdan çıkaramamak, yalanlar içinde yaşamak demektir.


     - Kişi özel yaşamında başka bir şeydi, başkalarıyla birlikteyken bambaşka bir şey.


     -
Ona ne olduğunu soracak olsalar, kendisi de cevap vermekte güçlük çekerdi.


     -
Vaat ile güvencesizlik arasındaki dengeyi bozmuştu. (gereği gibi sağlandığında, bu denge oynaşmadaki ustalığın göstergesidir); çok ateşli vaatlerde bulunuyor, ama kendi açısından vaatlerin güvencesi olmadığında açıkça belirtmiyordu. 'Gelin, ben hazırım,' diyormuş izlenimi uyandırmanın başka bir yoluydu bu. Ama erkekler kendilerine vaat edildiğini sandıkları şeyi istediklerinde, güçlü bir direnmeyle karşılaşıyorlardı. Bulabildikleri tek açıklama da onun kötü, hileci bir kadın olduğuydu.


     - Tomas gülümsemelere katlanamıyordu. Her yerde bir gülümseme gördüğünü sanıyordu, hatta sokaktaki yabancıların yüzlerinde bile. Uykuları kaçmaya başladı. Olabilir miydi? Bu insanlara gerçekten bu kadar çok mu değer veriyordu? Hayır. Onlar hakkında söyleyecek iyi bir sözü yoktu ve bakışlarının onu bu kadar rahatsız etmesine izin verdiği için de kendi kendine kızıyordu. Son derece mantıksızdı bu. İnsanlara bu kadar az saygısı olan bir kişi nasıl olur da onların kendisi hakkında ne düşündüklerine bu kadar çok önem verirdi?


     - Çok iyi biliyordum ki, bir ay daha geceler boyunca seni beklemekle geçecek ve sen geldiğinde ben daha da çirkin görüneceğim, sen de daha çok hayal kırıklığına uğrayacaksın.


     
- Evet, bir kocanın cenazesi karısının gerçek düğünüdür! Yaşam boyu süren didinip uğraşmalarının zirvesi! Bütün çektiklerinin ödülü!


     -
Köyde yaşamak onlara açık olan tek kaçış yoluydu çünkü; yalnızca köyde sürekli bir insan azlığı ve yaşanacak yer çokluğu vardı.

    



   


     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder