29 Ekim 2016 Cumartesi

Casus * Paulo Coelho

                                                    


     Merhaba :)

     Bugün yine bir Paulo Coelho kitabı ile karşınızdayım. Bu okuduğum beşinci Paulo Coelho kitabı, diğerleri için; SimyacıPortobello Cadısı, Veronika Ölmek İstiyorZahir


     Paulo Coelho; Casus isimli kitabında casuslukla suçlanarak idama mahkum edilen Mata Hari ile avukatı arasındaki yazışmalardan yola çıkarak mükemmel bir kurgu oluşturuyor. Okumanızı tavsiye ederim. Gelelim kitapta altını çizdiğim yerlere;


     - Hep iyimser bir insandım ama zaman beni buruk, yalnız ve üzgün bir kadına dönüştürmekte ısrar ediyor.


     - İşlediğim suçlardan sıyrılmayı becerdim ki bu suçların en büyüğü erkek egemenliğindeki bir dünyada özgür ve bağımsız bir kadın olmaktı.


     - Hatıralar kaprislerle ve hala küçücük bir ayrıntısı, anlamsız bir gürültüsüyle bize eziyet eden yaşanmışlıkların görüntüleriyle dolu. Pişen ekmeklerin kokusu hücreme kadar geliyor ve bana kafeden kafeye gezindiğim günleri hatırlatıyor; ölüm korkusundan da, içinde bulunduğum yalnızlıktan da daha fazla yıpratıyor beni.
     Hatıralar melankoli denen iblisi de beraberlerinde getiriyor ve bu gaddar iblisten kaçış yok benim için. Kadın mahkümlardan birinin şarkı söylediğini duymak, bana bir kez olsun gül ya da yasemin getirmemiş hayranlarımdan tek tük mektuplar almak, vaktiyle şehrin birinde yaşadığım ve gerçekleştiği sırada hiç dikkatimi çekmeyen bir olayı hatırlamak; gittiğim onca ülkeden geriye sadece bunlar kaldı işte.
     Hatıralar daima galip geliyor, yetmezmiş gibi peşlerine melankoliden de beter zebaniler takıyorlar: Pişmanlıklar...


     - Ağzımdan hatıraların dökülmesi için, çoğunlukla birkaç sözcük söylemeleri yetiyor, zamanda geriye dönmek istiyorum, tersinden akan nehre dalıp...
     Rahibelerden biri bana sordu:
     "Tanrı sana bir şans daha tanısaydı yaptığın her şeyi değiştirir miydin?"
     Evet diye karşılık verdim ama aslında emin değilim. Tek bildiğim, bugün yüreğimin sakinleri tutkular, hevesler, gururlar, ihanetler, üzüntüler, yalnızlıklar, utançlar olan bir hayalet şehirden farksız olduğu. Bir türlü kurtulamıyorum bunlardan, kendime acıyıp ses çıkarmadan ağladığım anlarda bile.
     Yanlış devirde doğmuş bir kadınım ben, hiçbir şey düzeltemez bunu. Gelecekte hatırlanacak mıyım, bilmiyorum ama şayet hatırlanırsam mağdur bir kadın olarak değil, cesur adımlar atmış ve ödemesi gereken bedeli korkmadan ödemiş biri olarak görülmek istiyorum.


     - Evden ayrıldığım gün annem beni yanına çağırdı ve elime bir kese tutuşturdu.
     "Bunu yanında götür, Margaretha."
     Margaretha - Margaretha Zelle - idi adım, nefret ederdim bu isimden. O devirdeki meşhur ve saygıdeğer bir oyuncunun ismi bir sürü kız çocuğuna verilmiş.
     Keseyle ne yapacağımı sordum anneme.
     "İçinde lale tohumları var, ülkemizin sembolüdür. Ama daha da önemlisi, sana verecekleri bir ders var; onlar görünüşte başka çiçeklerden ayırt edemediğin anlarda bile hep lale kalacaklar. Ne kadar isteseler de güllere veya ayçiçeklerine dönüşemeyecekler. Kendi varlıklarını inkar etmek istedikleri taktirde hayata küskün ölecekler.
     İşte bu yüzden, kaderin ne olursa olsun onu mutlulukla yaşa. Çiçekler büyüdükçe güzelliklerini sergiler ve herkes tarafından beğenilirler, ölürler ve geriye tohumlarını bırakırlar ki Tanrı'nın işini başkaları devam ettirsin."
     "Çiçekler hiçbir şeyin kalıcı olmadığını öğretir bize; ne güzellikleri kalıcıdır ne de solgunlukları; çünkü sonradan yeni tohumlar verirler. Mutluyken de üzgünken de hatırla bunu. Her şey geçip gider, yaşlanır, ölür ve yeniden doğar."


     - "En uzun ağaçlar dahi böyle küçücük tohumlardan çıkar. Bunu unutma ve hayatta sakın aceleci davranma."


     - Değişmek ve iyileşmek için değişmek birbirinden tamamen farklı şeyler.


     - Geçmişten taşıveren bir anı insanın aklında yara açmayagörsün, hemen başkaları da sökün eder, böylece ruh daha derin kanar ve sonunda insan dizüstü çöküp gözyaşlarına boğulur.


     - Verdiğim karar şuydu: Dertlerimi biriktirip herhangi bir insanın katlanamayacağı acılar içinde yaşamayacaktım artık.


     - "Bu aşk için var gücümle mücadele ettim ama bugün gücüm tükendi. Yüreğimi ezen taş koskoca bir kayaya dönüştü ve artık kalbimin atmasına izin vermiyor. Yüreğim, son nefesinde, içinde bulunduğumuzun ötesinde, boş günlerimi ve gecelerimi dolduracak bir erkeğin dostluğu için yalvarmam gerekmeyeceği başka dünyaların da olduğunu söyledi bana."


     - "Tüm bu karmaşaya ancak aşk anlam katabilir. Ama ben böyle bir aşka sahip değilim. Öyleyse ne anlamı var yaşamayı sürdürmemin?"


     - Mutlu olayım diye ısrar etmiyordum; tek istediğim çok mutsuz olmamaktı, perişan haldeydim.


     - "En zoru ilk tavsiyem, gösterinizle de hiçbir alakası yok: Asla aşık olmayın.
     Aşk bir zehirdir. İnsan aşık olduğu anda hayatının dizginlerini kaptırır, varlığı tehdit altındadır artık; çünkü gönlü ve aklı bir başkasının olur.
     Sevdiği kişiyi elinde tutmak için her şeyi yapmaya hazır hale gelir, tehlike algısını kaybeder. Aşk denen açıklanamaz ve tehlikeli şey benliğini yeryüzünden süpürüp yerine sevdiği kişinin arzuladığı türde bir insan bırakır."


     - Aşk bizi aniden öldürür ve geride hiç delil bırakmaz.


     - "Bu dünyada her şeyin iki yüzü var. Aşk denen gaddar tanrının terk ettiği insanlar suçlular; çünkü geçmişlerine bakıp neden geleceklerine dair onca plan yaptıklarını sorguluyorlar. Oysa hafızalarını biraz daha kurcalasalar, aşk tohumunun toprağa atıldığı günü hatırlayacaklar, onu kendileri sulayıp büyüttüler, derken bir gün öyle serpildi ki topraktan sökülmesi imkansız bir ağaca dönüştü."
     Elim içgüdüsel olarak çantama gitti, annemin vedalaşırken bana verdiği tohumlar oradaydı. Yanımdan hiç ayırmamıştım.
     "Sevdikleri tarafından terk edilen kadınlar ya da erkekler yalnızca kendi ıstıraplarına odaklanırlar. Kimse ötekine ne olduğunu merak etmez. Yüreğine kulak asmayıp toplum baskısı yüzünden ailesiyle birlikte kalmayı seçtiği için suçluluk duyuyor mudur acaba? Her gece başını yastığa koyduğunda kolay kolay uyku tutmuyordur herhalde, kafası karışıktır, yolunu kaybetmiştir, verdiği kararın yanlış olduğunu düşünüyordur bazen, bazen de asıl görevinin ailesini ve çocuklarını korumak olduğunu. Ama zaman ondan yana değildir; ayrılık anından uzaklaşıldıkça zor günlerin hatıraları da seyrelir ve yitirilmiş bir cennete duyulan tatlı bir özlemden farkı kalmaz.
     Adam ne yapacağını bilemez hale gelir. Mesafeli bir insana dönüşür, hafta içinde meşguldür, hafta sonundaysa Champ de Mars'a gelip arkadaşlarıyla oyun oynar, oğlu babasının aldığı dondurmayla yetinir, karısıysa dalgın gözlerini etrafta gezinen hanımların şık giysilerine diker. Rüzgar geminin yönünü değiştirecek kadar kuvvetli değildir; adam limanın durgun sularında kalmayı seçmiştir. Herkes acı çeker; gidenler, kalanlar, aileler, çocuklar. Ama artık kimsenin elinden bir şey gelmez."


     - Hayatın bizi nereye götürdüğünü bilmediğimiz anlarda aslında kaybolmuş değiliz.


     - Ben sadece güneşe bakıp fırtınaları unuttum. İzin verin, dikenlerine boş verip güllerin güzelliğinin keyfini çıkarayım.


     - "Çakıltaşı, uzaklara git ve geçmişimi de beraberinde götür. Bütün ayıplarımı, günahlarımı, hatalarımı..."


     - İşte oradaydım, zifiri karanlığın ortasında ilerleyen bir salın üstündeyim; uzakta, ufuk çizgisinde, bir deniz fenerinin ışığını görebiliyordum, onu takip edersem karaya ayak basacaktım, azgın deniz izin verirse, çok geç kalmadıysam...


     - Beni samimiyetle sevebilecek birini bulma hayalini çoktan yitirmiştim, erkeklerin verdiği çiçekleri, hediyeleri ve paraları artık hiç vicdanım sızlamadan kabul ediyor, egomu ve sahte kimliğimi böyle besliyordum. Ömrümün sonuna dek aşkı tadamayacağıma emindim, zaten ne fark ederdi ki? Bana göre aşk ve güç aynı şeydi.


     - Bir çok aşk teklifini geri çevirdiğim doğruydu; bu konuda tecrübeliydim ve aynı şeyi tekrarlayıp sırf bir yuvanın sağladığı sözüm ona güven hissi uğruna hak etmeyen biri için ıstırap çekmek, vücudumu çok daha ucuza satmak istemiyordum.


     - Hayat bana neden bu kadar kısa zamanda bu kadar çok şey yaşattı, bilmiyorum.
     Zor anlara dayanıp dayanamayacağımı görmek için.
     Özümün sağlam olup olmadığını görmek için.
     Bana tecrübe kazandırmak için.


     - Tek bildiğim, ne kadar ürkütücü olsa da bu ormanın bir sonu olduğu; benim niyetim oraya ulaşmak.


     - Yılanı henüz küçükken, güçlenip bizi boğazlamadan önce öldürmek lazım.


     - Tellerin akordu bozuksa dünyanın en güzel melodisi bile bir faciaya dönüşür.


     - Kafesteki kuş özgürlük şarkıları söylese de tutsaktır.


     - Ne biçim bir cennetti bu, ilginç hiçbir şey gerçekleşmiyordu ki. Mutluluğun peşinde değildim ben, Fransızların la vraie vie yani hakiki hayat dedikleri şeyin peşindeydim; tarif edilmesi zor güzellikler ve derin bunalımlar, sadakatle ihanet, korku ve huzur arasında gidip gelen bir yaşam.


     - Geceleyin yatağımda aradım ruhumu seveni; aradım ve bulamadım. Kalktım ve şehirde gezinmeye başladım; sokaklarda ve meydanlarda aradım ruhumu seveni; aradım ve bulamadım.
     Muhafızlarla karşılaştım, şehirde devriye gezen; sordum onlara: Gördünüz mü ruhumu seveni?
     Yanlarından ayrıldım ve çok geçmeden buldum ruhumu seveni; sımsıkı sarıldım ona, bir daha da bırakmadım.


     - Yeter artık. Hayatım boyunca yakamı bırakmayacağına emin olduğum bir konuya daha fazla kafa yormanın bir anlamı yok.


     - Açık bir yarayı iyileştirmenin yolu yarayı kaşımayı hemen bırakmaktan geçiyor.


     - Bana kalırsa, sevgili Mata Hari, sizin hatanız da buydu. Senelerinizi dağın buz tutmuş tepesinde geçirince aşka olan inancınızı tamamen kaybettiniz ve onu kendinize köle etmeye kalktınız. Aşk kimseye itaat etmez ve sadece gizemini çözmeye çalışanlara ihanet eder.


     - Metanoia: Bazen pişmanlık ve nedamet anlamına gelir; yaptığımız hataları tekrarlamayacağımıza dair verdiğimiz söz, bir tövbe gibidir. Bazense bildiğimizin ötesine gitmeyi ifade eder, bilinmezle yüzleşmeyi simgeler, hatıralardan arınmış bir halde, sonraki adımı tahmin edemeden...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder