27 Aralık 2016 Salı

Satranç * Stefan Zweig


     Merhaba,

     Satranç, Stefan Zweig'ın okuduğum ikinci kitabı, daha önce Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu isimli kitabını okumuştum. Zweig bu kitapta rastlantı sonucu eline geçirdiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.nin öyküsünü anlatır. Stefan Zweig bu kitabı tamamladıktan birkaç ay sonra karısıyla birlikte intihar etmiştir. Yaşama veda etmeyi seçen Zweig'ın eseri, gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici olağanüstü uzun bir öyküdür. Gelelim altını çizdiğim cümlelere;


     - Sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar.


     - İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.


     - Burada beni düşüncelerimden, kuruntularımdan, kafamda yaptığım hastalıklı tekrarlardan uzaklaştırabilecek hiçbir şey yoktu.


     - Ama bu kitapla cehennemime geri dönmek ne olağanüstü bir andı, en sonunda yalnızdım, ama hiç de yalnız sayılmazdım.


     - Goethe kitapları (kendime not)


     - Homeros kitapları (kendime not)


     - Değişiklik başarıyla uygulanmıştı.

24 Aralık 2016 Cumartesi

Bahara Kadar Bekle Bandini * John Fante





     Merhaba,

     Bahara kadar bekle Bandini John Fante'nin Toza Sor isimli kitabından sonra okuduğum ikinci kitabı oldu. Bu kitaptan da Toza Sor kadar keyif aldım, John Fante'yi okumaya devam edeceğim.  Altını çizdiğim cümlelere gelince;


     - O da üşütmüştü -ruhunu üşütmüştü. Oğlu Frederico burnunu çekmeye görsün, Maria hemen göğsünü viksle ovar, bütün gece uyumaz, sürekli Federico'nun hastalığından söz ederdi; ama Svevo Bandini tek başına acı çekerdi -bedenen değil; daha da kötü, ruhhen. İnsanın ruhunda çektiği acıdan daha büyük acı var mıydı dünyada? Maria ona yardımcı oluyor muydu? Bir kez olsun içinde bulundukları zor durumdan nasıl etkilendiğini sormuş muydu? Bir kez olsun, Svevo, canım benim, ruhun nasıl bu günlerde, diye sormuş muydu? Mutlu musun, Svevo?


     - Bir kurabiyeye saldıran karıncalar misali çiller sarmıştı bütün yüzünü.


     - Tarih yazacağım, balım. Sen beni öp, ben tarih yazayım!


     - Şöyle derdi Svevo; Tanrı her yerde ise Pazar günlerini kiliseye gitmek niye? Majestik Bilardo Salonu'nun nesi var? Tanrı orada da değil mi?

19 Aralık 2016 Pazartesi

Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında * Haruki Murakami

                                                       

 
      Merhabalar;

     Bu postumda ikinci okuduğum Murakami kitabıyla karşınızdayım. Okuduğum ilk kitap Sputnik Sevgilim idi. her iki kitaptan da inanılmaz derecede keyif aldım, diğer Murakami kitaplarını da okuyacağım. Gelelim kitapta alıntıladığım kısımlara;


     - "Hacime" Japonca'da "başlangıç" demektir.


     - Tek çocuk olarak, ben de bu garip olanlardan biriydim. Bu konuda aşağılık kompleksine kapılmıştım, benimle ilgili bir şeyler farklıydı sanki, bütün diğer insanların sahip olduğu ve olağan karşıladığı şeyden yoksundum.
     Tek çocuk deyişinden nefret ediyordum. Onu her duyduğumda, bir şeylerimin eksik olduğunu hissediyordum -tam bir insan değilmişim gibi. Tek çocuk deyişi orada öylece durmuş, suçlayan parmağıyla beni işaret ediyordu. Bana "Eksik bir şeyler var dostum" diyordu.


     - Her şey yoluna girecek, diyordu bana. Biraz daha bekle, her şey düzelecek.


     - Dışarıdan soğuk ve çok temkinli duruyordu. Sınıftakilerden bazıları onu çok soğuk ve kibirli bulmuş olmalıydılar. Fakat ben başka bir şey bulmuştum -yüzeyin altında sıcak ve kırılgan bir taraf. Tıpkı saklambaç oynayan bir çocuk gibi, çok derinlere saklanmış ama bulunmayı umuyordu.


     Beethoven - 6th Symphony - Pastoral


     - Etrafımdaki kimsenin bilmediği bir dünya bulmuştum -sadece benim girmeme izin verilen gizli bir bahçe. Başka bir boyuta geçiş yapmış, yükselmiştim.


     Pretend - Nat King Cole


     - Pretend you're happy when you're blue
      It isn't very hard to do.


     - Konuşurken, söylemek istediğim her şey birbirine girmişti ve yaptığım açıklama sonsuza dek sürecek gibiydi. Fakat anlatmaya çalıştığım şey şuydu: şu anda burada olan ben, bir kardeşi olmadan büyümüştüm. Eğer kız veya erkek kardeşim olsaydı, o zamanki ben, şimdiki ben olmazdım. Dolayısıyla şu anda karşınızda olan bana, kardeşlerim olsa nasıl hissedeceğimin sorulması tuhaf geliyor.


     - "Bu dünyada, değiştirilebilen ve değiştirilemeyen bazı şeyler var. Ve geçen zaman geri döndürülemez. Bugüne kadar geldiysek, geriye dönemeyiz. Öyle değil mi?"
     Kafamı salladım.
     "Belli bir süre geçtikten sonra, işler sertleşiyor. Kovanın içindeki çimento gibi. Ve artık geri dönemeyiz. Demek istediğin, senin içinde büyüdüğün çimento artık sertleşti, bu nedenle şu anki sen, başka biri olamazsın."


     Nat King Cole South of the Border


     - Ama kitap ve müzikle edindiğim tecrübeleri insanlara anlatmak konusunda hiçbir istek duymuyordum. Başkası olmadığım, yalnızca kendim olduğum için mutluydum. Bu açıdan bana yalnız kovboy denilebilirdi. Bütün takım oyunlarından nefret ediyordum. Başkasına karşı sayı almam gereken yarış türlerinden nefret ediyordum. Ben daha çok durmadan yüzmek istiyordum, yalnız ve sessizlik içinde.


     - Yukarıya baktım ve bir kuşun yavaşça gökyüzünde bir çember çizdiğini gördüm. Düşündüm de, harika bir şey olmalıydı, kuş olmak. Bütün kuşların tek yapması gereken şey uçmaktı.


     - "Korkuyorum" dedi. "Bu aralar kendimi kabuksuz bir salyangoz gibi hissediyorum."
     "Ben de korkuyorum" dedim. "Kendimi perdesiz ayaklı bir kurbağa gibi hissediyorum."


     
- O zamanlar bilmiyordum. Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi. İnsan, sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.


     - "Her şeyi kendi kendine düşünmeyi yeğliyorsun ve aklından ne geçtiğini kimsenin bilmesini istemiyorsun. Belki de tek çocuk olduğun içindir. Kendi başına düşünmeye ve davranmaya alışmışsın. Bir hesaplar yapıyorsun, eğer aklına yatıyorsa, senin için yeterli oluyor." 



     - Birini asla isteyerek incitmedim fakat iyi niyetlerle yola çıksam da koşullar gerektirdiğinde tamamen benmerkezci, hatta acımasız biri olabiliyordum. Birkaç akla yatkın bahaneyi kullanarak sevdiğim bir insana düzelmeyecek zararlar verebilen türden biriyim.


     - Bana verilen işi mekanik olarak yapıyor ve kalan zamanımı kitap okuyarak veya müzik dinleyerek geçiriyordum. Çalışmanın sadece sıkıcı bir zorunluluk olduğuna karar verdim ve çalışmadığım zamanlarda en iyi şekilde vakit geçirip kendi başıma eğleniyordum. Ama insanlarla iyi anlaşamadığımdan değil. Okul arkadaşlarımı yakından tanımak için çaba göstermiyordum. Boş zamanlarımı kendime ayırmaya karar vermiştim.


     Schubert-Die Winterreise D 911 (Complete)


     - Gerçek, samimi bir tebessüm. Güvende olması için bütün resmi sarmalayıp götürmek isteyeceğiniz türden bir tebessüm.


     - Hep yalnızdım. Yanımda olmanın ne kadar muhteşem olabileceğini düşündüm hep. Gerçekte yanımda olmasan bile yazışabilirdik. Her şey çok daha farklı olabilirdi. Hayata karşı daha sağlam durabilirdim.


     - Bir şey kötü gider ve bütün taşlar devrilir. Kendinizi kurtarmanın hiçbir yolu yoktur. Ta ki biri sizi çekip çıkarana kadar.


     - Sadece kitap okudum ve kendime döndüm. Ve katılaştım. Dışarıya karşı duruşumu kastediyorum. Böylece sonunda çoğu insan benim kibirli, kendini beğenmiş biri olduğum fikrine vardı. Belki de öyle biri olmuştum.


     - "Sen mutlusun, değil mi?" diye sordu.
     "Bilmiyorum. En azından mutsuz değilim, yalnız da."
     Bir dakika sonra ekledim, "Ama bazen hayatımın en mutlu günlerinin sizin evin salonunda beraber müzik dinlerken geçirdiğim fikrine kapılıyorum."


     Frank Sinatra - Embraceable You


     Arabistanlı Lawrence filmi


     - Yukiko'nun ilk erkeğiydi. İlk seferde herkes hata yapar.


     Talking Heads - "Burning Down The House"


     - "Asıl acı olan şey, geri dönemeyeceğimiz gerçeği. Bir kez ilerlemeye başladın mı, ne yaparsan yağ gittiğin yoldan geri dönemiyorsun. En ufak bir sapma her şeyi sonsuza dek değiştiriyor."


     Duke Ellington - The Star-Crossed Lovers


     - "Buradasın" diyerek devam ettim. "En azından buradaymış gibi görünüyorsun. Belki de yoksun. Belki de bu sadece gölgen. Gerçek sen başka bir yerde. Ya da çok, çok uzun zaman önce ortadan kaybolmuştun zaten. Anlamak için elimi uzatıyorum ama sen bir muhtemelen bulutunun arkasına gizlenmişsin. Sonsuza dek böyle devam edebileceğimizi mi düşünüyorsun?"


     Nat King Cole South of the Border


     Casablanca - As Time Goes By - Original Song by Sam (Dooley Wilson)


     - O müziği bir daha duymak istemememin Şimamoto'dan kalan anılarla hiçbir alakası yoktu. Şarkı, eskisi gibi hissettirmiyordu sadece. Nedenini bilmiyordum. Yıllar önce o melodide yakaladığım o özel şey artık yoktu. Hala çok güzel bir müzikti, ama o kadar. Çok güzel bir parçanın ölmüş bedenine takılıp kalmaya hiç niyetli değildim.


     - Kendimi sürekli başka biri olmaya uğraşıyormuş gibi hissediyorum. Yeni bir yer bulmaya, yeni bir hayata başlamaya, yeni bir ben olmaya çalışıyorum sanki. Bu büyümenin bir parçası sanırım, aynı zamanda kendini yeniden keşfetme çabası. Yeni bir ben olarak her şeyden kurtulabilirdim. Kendimden kaçabileceğime cidden inandım -çabalamaya devam ettiğim sürece. Ama hep sonunda dibe vurdum. Her nereye gidersem gideyim karşımda hep kendimi buldum. Eksikler olduğu gibi kaldı. Aynı eksik parçalar asla doyuramayacağım bir açlıkla üstüme geliyordu. Galiba beni tanımlayan şeyler bu noksanlıkların ta kendisiydi.


     - Şafak yaklaştığında uyumaya çalışmayı bıraktım. Pijamamın üzerine bir hırka geçirdim, mutfağa doğru giderek biraz kahve yaptım. Mutfak masasına oturdum ve her geçen dakika gökyüzünün biraz daha aydınlanışını izledim. Şafağı görmeyeli çok olmuştu. Gökyüzünün bir köşesinde mavi bir bulut çizgisi belirdi ve kağıdın üstündeki mavi mürekkep gibi yavaşça ufka doğru yayıldı. Dünyadaki bütün mavileri bir araya toplayıp en mavisini, ideal maviyi seçmek isteseydiniz seçeceğiniz mavi bu olurdu. Aklımdan hiçbir şey geçirmeyerek dirseklerimi masaya dayadım ve bu manzaraya baktım. Güneş kendini ufuktan gösterdiğinde mavi renk, güneş ışığı tarafından yutulmuştu. Mezarlığın üstünde, bembeyaz bir bulut gezinmeye başladı. Yeni bir gün başlamıştı. Bugünün ne getireceğini bilmiyordum.



14 Aralık 2016 Çarşamba

Ağır Roman * Metin Kaçan

                                                         

     Merhaba kitapseverler :)

     Bu postumda Metin Kaçan'ın kitabından alıntılar yapacağım, kitabın aynı isimli bir de filmi var. Kitaplardan uyarlanan filmlerin ilk olarak kitaplarını okumaya çalışıyorum, kitabı okurken hayal gücümün sınırlarını zorlamayı sevdiğimden ve kitabı okumanın daha uzun süreli olduğundan mütevellit bu şekilde hareket ediyorum. Tabii insanın hayal gücü sınırsız olduğundan daha sonra filmini izlediğimde aynı tadı alamıyorum, bunu kabullenerek izliyorum. Lakin ilk olarak filmi izleyip kitabını okumaya kalkarsam da sonunu bildiğim bir şeye başlamış gibi hissediyorum kendimi. İki ucu boklu değnek! Kısacası ilk olarak kitabı mı okuyacağınıza yoksa filmini mi izleyeceğinize karar vermek kişinin kitapları mı yoksa filmleri mi sevdiğiyle ilgili bir biçimde doğru orantılı olarak değişmekte diye düşünüyorum. Gelelim kitapta altını çizdiğim yerlere;


     - Zamanı kim okşayabilir ki...


     - "Manita 'Seni seviyorum, evlenelim,' ayağı yapıyorsa, önce yüz mumluk ampüle yarım metre mesafeden bakın. Sonra gözlerinizi ampulden kaçırıp manitanın gözlerine dikin. Eğer cıvırın gözlerini görüyorsanız hemen evlenin, Allah'ına kadar sizi seviyor demektir. Hadi şimdi yaylanın bakayım kese kağıtları."


     -"Getirin oradan biraz şarap; içeyim
       Şu boşluğun içerisinde gidip geleyim!"


     - Gelecekteki hayatı, geçmişteki hayatının kötü bir taklidiydi!