- Eğer Odradek adında bir nesne gerçekten var olmasa, böyle araştırmalarla uğraşacak kim bulunurdu? Duyduğumuzda, önce yıldız biçiminde, yassı bir iplik makarası olduğunu zannedersiniz; gerçekten de, üzerine iplik sarılmış gibidir fakat bunlar sonsuz renk ve çeşitlilikte, birbirine düğümlenmiş, dolanmış, eski ve kopuk iplik parçalarıdır sadece. Üstelik makara olmakla kalmaz Odradek; yıldızın tam ortasından çapraz bir çubuk çıkar, bir başkası dik açıyla buna eklemlenir. Bir ayak bu dik açıyla gelen çubuk, ikici ayak yıldızın kollarından biri olarak, nesne ayakta da durabilir.
Bazen tavan arasında, bazen merdivenlerde, bazen koridorda, hatta holde bulunuyor, aylar boyunca yitip gittiği de oluyor, sanırım o günlerde başka evlere göç etmiş oluyor fakat önünde sonunda bizim eve dönüyor mutlaka. Kimi zaman kapıdan çıkıp, aşağıda, merdiven korkuluğuna yaslanmış bekleyen onu gördü mü, konuşmadan duramıyor insan. Elbette yanıtlaması güç sorular sorulmuyor ona, öyle ufacık bir şeye güç sorular sorulamaz, hep çocukmuş gibi davranılıyor ona. “Adın ne?” diye soruluyor, “Odradek,” diyor o. “Nerede oturuyorsun?” denince, “Belli bir adresim yok,” diye yanıtlıyor, ardından gülüyor. Ancak ciğerleri kullanmadan başarılacak, düşen yaprakların çıtırdaması gibi bir gülüş bu. Çoğu kez, konuşma burada kesiliyor, bu yanıtları almak bile mümkün olmuyor kimi zaman; tahtadan görünümüne yaraşan suskunlukla, uzun sessizliklere gömülüyor Odradek.
Kendi kendime, “Bunun sonu nereye varır?” diye soruyorum hep, “Ölür mü bir gün?” ölümlü nesnelerin kendince amaçları, bir tür etkinliği olur, bu etkinliğin içinde, oraya buraya sürtünerek ufalanıp giderler, gel gör ki, Odradek için söz konusu değil bunlar. Demem o ki, uzaktaki bir gün ardına çocuklarını, torunlarını takmış, merdivenleri teker yuvar inmesi mümkün mü acaba? Kuşkusuz, kimseye en ufak zararı yok, ne var ki, ben öldükten sonra bile yaşamını sürdüreceğini düşününce kahrımdan çıldırıyorum.
- Geçmişimden gelen rüzgar zamanla dindi, bugün ayaklarıma vuran hoş bir esintiden gayrısı değil artık; benim bir zamanlar geçtiğim, rüzgarın esip geldiği kapı öyle küçük ki bugün, gücüm elverse de geri dönüp o kapıya dek ulaşsam bile, ancak üzerimdeki postu yüzüp atarak geçebilirim içinden.
- Çıkış yolum yoktu ama o yolu bulmak zorundaydım, başka türlü yaşayamazdım; bu sandıktan yapılmış duvarın dibinde ölüp giderim bir gün. Şunu unutmayın, Hagenbeck şirketinde maymunun yeri o sandıktan yapılmış duvarın önüdür. Bu şartlar altında, ben de maymunluktan vazgeçtim.
- Hayır, benim arzuladığım şey özgürlük değildi; sadece bir çıkış yolu, artık sağa mı olur sola mı, umurumda değildi; başka bir arzum yoktu, bu çıkış yolunun bir aldanmadan gayrı bir şey olmaması bile kabulümdü. Nasıl olsa arzu ettiğim şey büyük değildi, aldanışım da onunla orantılı büyüklükte olacaktı. İleri, ileriye gitmeliydim; böyle elim böğrümde, bu sandığın önünde dikilmemeliydim.
- Ah, evet, insan zorda kalınca öğreniyor, bir çıkış yolu bulmak için öğreniyor, o zaman hiçbir şeyi kafasına takmadan öğreniyor! Kendini kontrol etmek için kamçıdan yardım alıyor, benliğinde başkaldıran bir nokta mı var, kendi etini doğruyor.
okumak istediklerimden...
YanıtlaSil