- Seninle karşılaşıyorum. Seni hatırlıyorum.
Kimsin sen?
Öldürüyorsun beni,
öyle iyisin ki, bana.
Nasıl bilebilirdim bu kentin aşkın boyutlarına göre kurulduğunu?
Nasıl bilebilirdim senin kendi boyuma göre olduğunu.
Bayılıyorum sana. Ne güzel. Bayılıyorum sana.
Ne yavaş her şey birden bire.
Sonra ne güzel.
Bilemezsin.
Öldürüyorsun beni,
öyle iyisin ki, bana,
öldürüyorsun beni,
öyle iyisin ki bana.
Acelem yok. Ne olur.
Yut beni.
Parçala beni, çirkinleştir.
Neden sen olmayasın?
Neden sen olmayasın bu şehirde, öbür gecelerden ayırt edilemeyen bu gecede?
Ne olur...
- Bir kadında bin kadınsın sanki...
■ Beni tanımadığın için. Ondan olmalı.
- Belki de yalnız ondan değil.
• Hoşuma gitmiyor değil bu düşünce, senin için bin kadın birden olmak.
ERKEK — Güzel kadınsın, biliyor musun?
KADIN — Öyle mi?
ERKEK - öyle.
KADIN — Biraz yorgun ama, değil mi?
ERKEK — (Eliyle kadının yüzünü buruşturur, güler) Biraz çirkin.
KADIN — (Okşandığı için güler) Aldırmıyor musun buna?
ERKEK — Dün gece kahvede dikkatimi çekti. Nasıl çirkin olduğun. Sonra...
KADIN — (İyice rahatlamış) Sonra?...
ERKEK — Sonra canının nasıl sıkıldığı.
KADIN - (Merakla) Peki başka... ERKEK - Erkeklerde bir kadını tanıma isteği uyandıran bir can sıkıntısıydı bu.
- Birkaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, bu çeşit başka hikâyeler geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni. Unutmanın korkunçluğu olarak düşüneceğim bu hikâyeyi. Şimdiden biliyorum bunu.
- Seninle karşılaşıyorum.
Hatırlıyorum seni.
Aşkın boyutlarına göre kurulmuş bu kent.
Sen boyuma göre yaratılmışsın benim.
Kimsin sen?
Öldürüyorsun beni.
Susamıştım. Aldatmaya, yalan söylemeye susamıştım.
Ta başından beri.
Bir gün karşıma çıkmanı bekliyordum hep.
Sessizce, sonsuz bir sabırsızlıkla bekliyordum seni.
Yut beni, öylesine kendine dönüştür ki beni, senden sonra kimse anlayamasın bunca isteğin nedenini.
Yalnız kalacağız, sevgilim.
Sonu hiç gelmeyecek gecenin.
Gün hiç kimsenin üzerine doğmayacak bir daha.
Hiç. Hiçbir zaman. Artık.
Öldürüyorsun beni.
Öyle iyisin ki bana.
İçimiz rahat, iyilikle dolu ağlayacağız giden günün ardından. Yapacak hiç, hiçbir şeyimiz olmayacak giden güne ağlamaktan başka.
Günler geçecek. Yalnız günler.
Sonra bir gün gelecek.
Bir gün gelecek. Bizi bağlayan şeyin ne olduğunu bilemeyeceğiz.
Yavaş yavaş silinecek anılarımızdan bu bağın adı. Sonra iyice kaybolacak gözden.
- Unutacağım seni! Unutuyorum bile! Bak, nasıl unutuyorum seni! Baksana!
- Bağırdım gene. Sonra bir çığlık duydum o gün. Beni mahzene en son kapadıklarında. Bilya yavaş yavaş yuvarlandı bana doğru, bir olay gibi.
İçinde renk renk ırmaklar akıyordu, dipdiri. Yaz, içindeydi bilyanın. Yazın sıcaklığı da sinmişti üstüne.
Ne olursa olsun her şeyi yememek gerektiğini biliyordum artık, ne duvarları, ne ellerimin kanını, ne de duvarları. Tatlı tatlı baktım bilyaya. Ağzıma dayadım, ama ısırmadan.
Bunca yuvarlaklık, bunca pürüzsüzlük, çözümsüz bir sorun koyuyordu ortaya.
Belki de kıracağım. Yere atıyorum, zıplayıp elime geliyor. Gene atıyorum. Geri gelmiyor. Yitiyor.
Yitince, önceden bildiğim bir şey başlıyor yeniden. Korku geri geliyor. Bir bilya ölemez.
Hatırlıyorum. Arıyorum. Buluyorum bilyayı yeniden.
Çocukların bağrışmaları. Avucumun içinde bilya. Bağnşmalar. Bilya. Çocukların bilyası. Hayır.
Vermeyeceğim onlara. Açıyorum avucumu. Duruyor orada, tutsak. Geri veriyorum çocuklara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder