19 Mayıs 2015 Salı

Aile Çay Bahçesi * Yekta Kopan

     - "Az insan tanıyor ve kimseyi de sevmiyordum." VLADIMIR NABOKOV, Göz


     - Yüzünü unuttuğun birinin sesini duyuyorsun. Sesini unuttuğun birinin yüzünü hatırlıyorsun. Hayat seni bir köşede sıkıştırıyor. Sırlardan oluşan ağaç, yapraklarını dökmeye başlıyor. Yaptığın sıradan iş, olağanüstü bir büyüye dönüşüyor. Bir hedef beliriyor. Aniden.


     - Korkularımızla öldürüyoruz zamanı. Oysa saniye kolu, tüm cesaretiyle koşmaya devam ediyor.


     - Okuduğum bütün kitaplarda beni bana anlatacak bir karakter arardım. Dinlediğim radyo oyunlarından, izlediğim filmlerden bir cümlecik çalmaya çalışırdım.


     - Kötü olmak, iyiymiş gibi davranan bir sahtekâr olmaktan daha kötü değil.


     - Noktalardan oluşan bir kadınım ben. Geri geldi noktalarım, sonlarına kondukları bütün nefret cümleleriyle birlikte.


     - O mutlu günlerimde düşünmediğim bir gerçek var oysa. İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı, bir daha istese de kurtulamıyor ondan.


     - Ben sadece düşündüm. Zihnimde tartıştım insanlarla. Ne yaşadıysam kabuğumun altında yaşadım- Uykusuz gecelerde kavga provaları yaptım; işten çıkaran patronla, yağmurlu havada ıslatıp geçen taksiciyle, tiyatroda gelip yerime oturan çiğ suratlı kadınla, posta kutumu kanştıran apartman yöneticisiyle zihnimde savaştım. Karşılarına dikilip edeceğim laflan düşündüm. “O bunu derse böyle derim, şunu derse şöyle yapıştırırım cevabı,” diye hesap yaptım. Şehrin kokuşmuşluğuyla, insanların kabalığıyla, yollann pisliğiyle, binaların bakımsızlığıyla, köpeklerin havlamasıyla, kedilerin çöp karıştırmasıyla, kadınların sinsiliğiyle, erkeklerin salyalı yalanlarıyla didiştim durdum aklımın karanlık koridorlarında. Sonra sustum. Ses olmadı düşündüklerim. Nefretimi kusamadım dünyaya. O güvenlikli kabuğumun altından çıkaramadım başımı.


     - Ben geçip gitmek isterdim hayattan, o iz bırakmak için uğraşırdı.


     - O tadına doyum olmaz bir şiirdi, ben taslak halinde bir roman.


     - Hep böyle olacaktı. Nefret bir yerlerimde irinli bir yaraydı, hiç kapanmayacak olan. Ama göstermeyecektim onu kimseye, gösteremeyecektim. Korkaktım. Kendi hikâyemin en kuytu köşelerine saklanarak uzak duracaktım o yaradan, o mide bulandıran irin kokusundan. Gün gelecek o köşeler de tükenecekti. Tuvalin sınırları belliydi. O sınırların dışına taşıramayacaktım resmimi. Yine merkeze dönecek, boyadığım yerlerin üstünden geçecektim. Bir hatayı başka bir hatayla örterek geçecekti ömrüm. Pentimento. Yine pentimento. Hamlet avuçlayacaktı Yorick’in kafatasını,Turgut fısıldayacaktı Olric’e, "Ne kadar kazısam hep pentimento Olric" diye. Anlaşılmasın diye bütün bu hatalar karmaşası, kimsenin hayatıma yakından bakmasına izin vermeyecektim. Uzak durun Müzeyyen'den, bilin ki o boyalar girdabı sizi de içine çeker. Aptalca bir cesaretle yanaşanı hapsedecektim çerçevenin içine. Dökecektim boyayı üstlerine. Kandan, boktan, sidikten, irinden yaptığım boyayla çekecektim fırçayı. “Sen ki dünyanın sınırsızlığına tercih ettin bu tablonun dört köşesini, boğul benden olma boyada,” diye çılgın kahkahalar atacaktım. Masaldaki cadı, romandaki vampir olacaktım. Hikâyemdeki bütün isimleri ayıklayacak, varlığımdan mürekkep romanın taslağını parçalarına ayırıp denize savuracaktım.


     - Açacaktım o sergiyi. Hayatıma dokunmaya çalışanların bedenlerini satacaktım sergime gelenlere. Kendimi kandırıyordum. Yapamayacaktım. Hiçbir şey yapamayacak, böyle sessiz oturacaktım. Korkaktım ben. Rakıyı biraz daha yavaş içmesi gereken bir korkak.


     - “Çok içtik. Kafan iyi senin."
     "İyi değil pekiyi. Kafam pekiyi. Hayatım ancak bütünlemeyle geçer sınıfı. Sesimden doğrudan çakarım ama. Otur, sıfır. Bok gibi söyledim şarkıyı be. Bak aslında şimdi biraz daha oturdu sesim galiba. Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç...”

     “Şişşt! Sus! Milleti uyandıracaksın. Hiç uğraşamam şimdi sitenin geri zekâlılarıyla."

     “Uyansınlar. Onlara yıldızları anlatalım. Bak şu tam tepemizdeki Kutupyıldızı. Bir onu biliyorum zaten. Ona bakarsan yolunu şaşırmazsın derler ya, yalan. Onun parlaklığı, insanı yolundan çıkarır olsa olsa."

     "Şuradaki de Büyükayı.”

     “Hangisi?”

     “Şu cezveye benzeyen."

     "Göremiyorum ben cezve falan.”

     “Parmağımın ucunu takip et, biraz daha sağda."

     "Yemişim cezvesini. Artık kahve, otomatik makinede yapılıyor. Size söylüyorum yıldızlar. Artık bir değeriniz kalmadı. Alın cezvelerinizi galaksinize sokun!"



     - Saniye kolu eskisi gibi hızlı koşmuyordu. Yorulmuştu belli ki. Belki de zaman artık kendi bildiğince akacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder