5 Nisan 2014 Cumartesi

Leylim Leylim * Ahmed Arif'ten Leyla Erbil'e Mektuplar




     - "Bin yıl, bahar içre ömrünü sürsün,
     Seni doğuran ana."


     - Benim ve senin ne varsa, ikiz ruhumuzda ne varsa her biri hafif parıltılı taşla, kompozisyona giriyor. Kahrın, bulunmaz ve yaratılamaz güzelliğin, dost ve kahraman ve çırılçıplak samimiliğin, büyüklüğün, namluların yivlerinde fışkıran güller, birer nilüfer dizisi olmuş prangalar. Spartaküs'ün bukağısı, kol bağları. Kısır kadının anne oluşu ve çok uzaki kimselersiz bir yıldızda inleyen bir stradivarius. Dünya çarşılarının en küçük meyhanesi. Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can...


     - Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır... Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun...


     - Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Manasız bir otomatisme'in, manasız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?


     - Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni.


     - Beyninde mi yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o İNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni.


     - Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel...


     - ömrüm.


     - yarı parçan.


     
- Suskun, uzanmış, seni yaşıyorum.


     - Bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. Kurtuluşumu, her şeyimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum.


     - Al beni yarı canım, al... Uçakla mı gelirsin, rüzgarla mı, bak bak da gör, asıl ölmek isteyen benim. Niye mi? Ah nasıl anlatayım... Bir de şairim ha! Hiçbir bok değilim... Sensizlik, ayrılık, ölümden çok daha rezil, çok daha ıssız, manasız ve boş... acı...


     - İnsan'dan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi...


     - Otur yaz, her gün, her gece bana yaz. Kavuşuncaya kadar. Sonra yazdıklarımızı okur, güler yahut ürperir, birbirimize geçmiş olsun deriz. Yahut da, ah asıl bu, gel beni kendin al, götür. Bugünler yalnız başıma gelecek kudrette değilim. Hem madden hem de manen bu böyle. Allah kahretsin bu aczimi. Güvendiğin biri de yok ki onu gönderesin. Söyle ne bok yiyeyim? Bu, senin halin, böyle devam ederse, benim de günlerim sayılı demektir.


     - Şimdi akşam. Daha bir şey yemedim. Sözde cigarayı bırakmaya niyetliydim. Bugünkü, inan bana unutttum kaçıncı paket. Evde bir ölüm sukutu var. Sual sormaya korkuyorlar. Ah bir sorsalar da seni anlatsam... Ah bu rezil dünya seni tanısa, seni öğrense, seni anlasa...


     -
 Yarı canım, al beni. Çok bekleme. Hemen yaz ya da hemen gel. 
                                                                                   Senin, ancak senin...
                                                                                   Senin, yalnız senin...


     - Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki... Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir. Zor da değil halbuki, ama İNSAN olmak lazım.


     - Niye yazmıyorsun hayatım? Canevim, en aziz, en sevgili ve en bir tanem? Bu "sen" değilsin. Kendini topla, yine "sen" ol. Hemen geleyim mi? Sana ah, bir şeyler yapabilsem, bütün derdim bu şimdi. Şahsi dertlerimi, hastalığımı hep unuttum, bir kenara attım.


     - Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah, hemi billah bu böyle. Sensiz, "To be or not to be" bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa, taşa çarpılır. Müstahaktır... Yoksa Kenyalarda, İsveçlerde misin? Aman Allahım! Geberdiğim, bittiğim gündür...


     - Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!
                                                                                                            Senin, yine senin.


     - Daima düşünmekle ve daima da aynı şeyi düşünmekle insan aşkın bir fikri-işgal olduğunu kabul ediyor.


     
- Düşün ki hayatta tek başımayım ve sen istersen hayatıma senden başka hiçbir kimse giremez.


     - Münasebetlerimizde ikimizi yapayalnız düşün, başkalarını karıştırma.


     - Gözlerini öpemeyeceğim birine yazmak, mektup atmaktan tiksinirim. Bunu da böylece kabul edeceksin.


     - Mistik değil, dehşetli bir azaptayım. Bir sonu gelecek elbet. İki azabımdan biri ve ağır basanı olman, benim için hiç de iyi bir şey değil.


     - Nedense aklıma hep ölüm geliyor. Böyle ne kırık ne de anlaşılamamış gitmek istemiyorum.


      - Bir dellensem gerisi önemsiz belki. Ama bunun sanısı korkunç. Böyle şey olabilir mi? Bir canda iki can yaşamak. Mutlak bir çözüm yolu var bunun. Anlat bana. Senden bir şeyler ummak... Umutların en olmazı da bu belki. Saçmaladım gene.


     - Kim bilir yalnızlıktan ne haldesin. Yahut yalnızlığı da özledin. Bu ikincisi -nedense- daha bir aklıma yatıyor. Belki canım istiyor da ondan.

     - Tanrıların beni kandırabilmelerini isterdim yahut ölümün anlamlı bir nen olmasını. Oldum olası idealist değilim. Materyalist felsefe çok şeyler verdi ama doyurmuş, kandırmış değil beni. Ya sen olmasaydın! Büsbütün iğrenç bulacaktım evreni. Saçmalamıyorum ya? Seninle, yüzyılların hayvan ötesi tutukluğuna ve donan insan düşüncesine bir can, bir haysiyet verebiliriz gibime geliyor. Yalansız, riyasız, çıkarsız bir haysiyet. Belki ömrümüz yetmez başarmaya, hiç değilse en zekilere ve teşnelere duyurabiliriz. Şimdi birileri olsa "Boş ver bu iri lafları, yaşayalım." derdi. Yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin? Ben bütün bu -belki de manasız- iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum. Bir pınar, bir dağ suyu gibi dinlendiriyor, kandırıyorsun.


     - Nasıl kıvanıyor, gizliden gizli seviniyorum bilsen... Kimseler yaşayamadı bunu diyorum. Kırılmış, balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim, doğru. Ama seni tanıyorum.

     - Bildiğim ve cesaretle söyleyebileceğim tek şey, abstrait olarak DÜŞÜNCE'yi bile sensiz ele alamadığımdır. Düşünceyi ve evreni. Hiç de dar bir görüş değil bu. Aksine ufkum, dehşetli genişliyor. Bilmem bu halime ne dersin dostum?


     - Sahiden bazı çok eşekçe ihtimaller geçirmişim aklımdan. Affet canım. Senden daha mert ve daha erkek kim geldi ki bu dünyaya. Uzaklıktan, ayrılıktan ve kötü günlerimin çokluğundan, anlaşılan. Affet e mi? İçimde tutamam, senin hakkında acı bir düşüncem olursa. Söylemesem sana zehirlenirim. İyi ve güzel düşünleri de. Zaten, senden gayrı güzel düşün olur mu ki.

     - Ben senin mecburunum -  başkaca yokum.

     - Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup "nasılsın" diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip - içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek.

     - Gözlerimi öptüğün bir gerçek mi? Onların dudaklarına layık olması için, ne yapayım bilmem ki, korkunç azaptayım. Öylesine, hülya, kutsal ve uzaksın ki...Allah kahretsin beni.

     - Ne güzel şey senden gayrısını tanımamak, takmamak!


     - Sevgide "vermek" vardır Leyla. Vermek. Ve bunu anlamak... Yoksa senin sorduğun gibi ne yalnızlık, ne merhamet, ne iki acısının itisi...

     - Herhangi bir kadından şu veya bu yolla alabileceğim şeyler için senin ne merhametini ne de nefretini tahrik etmek eşşekliğine yahut zavallılığına düşmem.


     - kendi kendine yetinmek, dünyanın öbür adıdır.

     - İlk karşılaştığımızda ne haldeydim biliyorsun. Hançer üstüne hançer yemiş, ihanetin ve satılmanın zehriyle insanlıktan umudumu kesmiştim. Beni kendime sen getirdin. Daha da ötelere alıp götürdün. O zamana kadar kimselere değilse bile geceleri yalnızca düşünürken - hayatımdan gurur duyarak -  kendimce övündüğüm olurdu. Seninle bu övünme yitti. Tabii bir şey oldu. Asıl senin övülmeğe, yaşanmağa değer olduğunu anladım. Sen de öyle diyorsun ya, - hani şu kravat alırkenki psikoloji - "değmeli" deriz diyorsun. Doğru canım değmeli.

     - Belki de şarkı söylerim! Bu sefer çok kuvvetliyim. Sade kuvvetli değil, kafaca ve yürekçe korkunç zenginim de. Seni tanımak, ne yalçın bir kadermiş! Hiç değilse bu sefer hayatımı manasız bulmayacağım.


     - Şu anda yapyalnız bir dalganın üstünde boş bir konserve kutusundan farksızsam da, senden kopmanın imkansızlığını daha bir aşkla duyuyorum. Üzerime Toroslar yıkılmış sanki. Öyle duyuyorum işte. Öyle kesin ve kudretli.

     - "Gözlerinden, gözlerinden öperim - Bir umudum sende- Anlıyor musun?"


     - Senin olmak, böyle korkunç - güzel ve kendi kendine yeter bir iştir. Budala mıyım, de bana. Yüzünü, sesini bir özledim ki sorma. En çok da burnunu. Şaka değil. Nezleysen bir kağıda silin de gönder ben de olayım. Hasretim soğuklara, belalarına...


     - Ne olucaksam seninle ya da senden sonra olucam, anlatabildim mi ki?


     - Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil. Bu kara günlerin de bir sonu var. Ne sonu, dibini bulduk be!

     - Dişine zar, boynuna ter olasım geliyor. Gün yirmi dört saat seni düşünmek. Ne yüce, ne sonsuz bir duygu bu, bilir misin ki?


     -
Senden kıyamete dek sürecek bir öpücük alayım, dur. Dayanır mısın?


     - Kanun! Bu da bi maskaralık bi dümen. Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırırken sade!


     
- Ben de sıkılmağa, sıkıntıdan patlamağa mecburum. Öyle bok işler var başımda çünkü. Seni sevmek, çekip alıyor, kurtarıyor beni. Bağıra bağıra dağlara taşlara vurup, seni sevmenin korkunç yeterliğini anlatmalıyım bu aptallara.


     - Başkaları bana ulaşamaz ki aşağılatsınlar ya da yüceltsinler.

     - "Seni seviyorsam, senin yerini herkeslerden başkaca ayırmışsam" diye başlayan bir bölüm var mektubunda. Gereksiz bunlar canım benim, gereksiz  ve doyumsuz. Beni sevmediğini söylemek ne diye üzer seni? Bu da bir gerçek. Sevgiyi yaratmak gerek. Bunda da bazan tek yönlü uğraşma, verme, ölümü göze alma, sonuç vermiyor. İster istemez işi bir "talih" meselesi olarak ben çoktan kabullendim. Üzme, zorlama kendini. Beni hiç sevmedin. Gene de benim yanımda ve ben yokken benim hayalimle kaldığında olduğun gibi kal. Örtünmelere, göstermeliklere başvurmadan, çırılçıplak kalabilmek arzunu gene ve sadece ben mümkün kılarım.


     "Tam boş yanı bu diyorum celladın / Tam bıçağım cehennem gibi güzelken./ Aklıma düşüyorsun. Ellerim arık."










2 yorum:

  1. okuması çok keyifliydi çok teşekkürler,emeğinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar, çok güzel yazmışsınız elinize sağlık :)

    Bir de böyle bir inceleme var, beğeneceğinizi ümit ediyorum,

    Bazen, erkekleri anlamak da kadınları anlamak kadar zor olabilir. Öyle ki, kimisi ayağına kadar gelen ve çok sevdiği bir kadını var olmayan ve hiçbir zaman da var olmamış olan bir eşitsizliği eşitlemek adına reddedebilirken, kimisi de kendisine bir dost mesafesinden başka bir şey sunmayan bir kadına onlarca şiir dövebilir. Kimisi sevdiğini "Üzerim ben seni" diye uzaklaştırırken, kimisi karşılıksız mektuplarıyla gözlerinden öpebilir. Ahmed Arif'in hikayesi de, bu ikinci cümleciklerde anlattığımdır. Gözlerinden ve bazen de burnundan öpen, evlilik hediyesi olarak şiir gönderen, Leyla Erbil'i Leylim yapan, karşılıksızlığın kıyılarında gururunu hiçe sayan, yarısını memleketine, yarısını sevdasına adadığı tek ve çok büyük eseriyle hasretinden prangalar eskiten bir erkeğin hikayesidir bu anlatacağım. Şairlerin de aslında sizin, benim kadar insan oldukları, duygularını kağıtlara dökmelerinin onları insanüstü değil, sadece "mutsuz" yaptığı gerçeğidir... Şair ve aşık bir erkeğin psikolojisidir bu anlatacağım, cesur bir adamın hikayesidir ve her şair ve aşık erkeğin hikayesi gibi mutlu bir sonu yoktur. Ağır gelebilir.
    - See more at: http://www.dununcapkini.com/2014/09/asik-ve-sair-bir-erkegin-psikolojisi.html#sthash.D1hFTJTx.dpuf

    YanıtlaSil