13 Mayıs 2018 Pazar

Son Mektup - Bir Aşk Hikayesi * Andre Gorz




     Merhaba!

     Uzun bir süredir burada yazı paylaşmıyordum, okumaya devam ediyor olsam da buraya yazmak bazen zor gelebiliyor. Bu paylaşımda Andre Gorz'un yazdığı Son Mektup - Bir Aşk Hikayesi isimli kitaptan bahsedeceğim. Mektup türünü kişilerin karşı tarafa gerçek duygularını yansıttığı için seviyorum. (ya da karşı tarafa görünmek istediği biçimde yazıyor olmalarını)

     Andre Gorz, Marksizmi varoluşçu yaklaşımla benimsemiş, çalışmalarında yabancılaşma ve özgürlük konularına değinmiştir. Bu yazdığı mektup ile eşi Dorine'e olan sevgisini dile getirmek istemiştir. Mektuba şu cümleler ile başlar;

     Yakında seksen iki yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hala güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum.

     
Andre Gorz, heyecanları, mutlulukları ve ellli sekiz yıl süren beraberliğin varoluş mücadelesini dile getirmektedir. Kendisi evliliği bir burjuva kurumu olarak değerlendirirken, aşkın da bir dinamiğinin olduğunu değişen koşullara göre yenilenip uyarlanabileceğini Dorine ile keşfetmiştir.

     Her mutlu ilişkide pürüzler olabileceği gibi onlar da Dorine'in hastalığı ile mücadele etmek zorunda kalırlar. Dorine'in uzun yıllar süregelen hastalığı, yaşadığı dinmeyen fiziksel ağrılar ve Andre ile olan karşılıklı aşkı onlara tek bir çözüm yolu sunar; hayatta olduğu gibi ölümde de ayrılmama arzusu ile birlikte ölmeyi tercih ederek, 24 Eylül 2007 tarihinde hayata veda etmek. (Bu mektubu 21 Mart- 6 Haziran tarihleri arasında yazdığını düşünür isek, bu mektuptan yaklaşık olarak bir yıl sonra intihar etmişlerdir.)

     Kitaptan alıntılara gelir isek;

     Hiçbir şey olmama isteği Her şey olma isteğiyle karışır.


     " İnsan sona gelmiş olduğunu kabul etmeli: başka hiçbir yerde değil burada olduğunu, başka bir şeyi değil bunu yaptığını, asla ya da daima değil şimdi yapmakta olduğunu (...) sadece bu yaşama sahip olduğunu kabul etmeli." Le Vieillissement


     " Hiçbir Şey, hiç, tamamen kendi içimde olma, nesnelleştirilebilir ve tanımlanabilir olmama" arzumun ortadan kalkmadığının farkındaydım. "Kendi hakkımdaki bu düşünce, (var olmayışa dair) temel seçimi ister istemez haklı çıkarıyor ve devam ettiriyordu, dolayısıyla (bu seçimi) değiştirmeyi umut edemezdi" diye yazacak kadar farkındaydım. Bunun sebebi yalnızca bu düşüncenin beni bağlamaması değil, benim ona gerçek anlamda bağlı olmamamdı aynı zamanda.


     Tatmini öz eleştirinin acımasızlığında buluyordum. Gördüğü şeye yabancı, görünmez katıksız bakıştım. Kendime dair anlamayı başardığım şeyi kendimin bilgisine dönüştürüyor ve bunu yaparken de Öteki olarak tanıdığım bu benle asla çakışmıyordum. Bu girişim durmadan şunu iddia ediyordu: "Bakın, olduğum kişiden nasıl da üstünüm."


     İlk defa tutkulu bir biçimde aşık olmak, karşılığında da sevilmek, bu, açıkça fazla bayağı, fazla basit, fazla sıradandı: Evrensele dahil olmamı sağlayacak nitelikte bir konu değildi. Engellenmiş, imkansız bir aşk ise, tersine soylu edebiyatın yaratıcısıdır. Ben başarının ve kabul görmenin güzelliğinde değil, başarısızlığın ve yıkılışın güzelliğinde rahat ediyorum.


     Kafka'nın Günce'sindeki bir saptama o zamanki anlayışımı özetleyebilir: "Sana duyduğum aşk kendinden hoşnut değil." Seni sevdiğim için kendimden hoşnut değildim.


     Bu mega-makinenin kölelerine dönüşmekteyiz. Üretim artık bizim hizmetimizde değil, bizler üretimin hizmetindeyiz. Üstelik, her türden hizmetin eş zamanlı profesyonelleşmesi nedeniyle, kendi sorumluluğumuzu üstlenemez, ihtiyaçlarımızı kendi kendimize belirleyemez ve tatmin edemez hale geliyoruz: Her konuda, "atıl meslekler"e bağımlı oluyoruz.


     Mektubun bitiş cümlesi;

     Seksen iki yaşına yeni girdin. Hala güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum. Son zamanlarda sana bir kez daha aşık oldum ve sadece benimkine değen bedeninin sıcaklığıyla dolan kahredici bir boşluk taşıyorum göğsümün tam ortasında yeniden. Geceleri bazen, boş bir yolda ve ıssız bir manzarada bir cenaze arabasının ardından yürüyen bir adamın karaltısını görüyorum. O adam benim. Cenaze arabasının taşıdığı ise sen. Senin yakılma törenine katılmak istemiyorum; elime, içinde küllerin bulunduğu bir kavanoz vermelerini istemiyorum. "Die Welt ist leer, Ich will nicht leben mehr"i söyleyen Kathleen Ferrier'in sesini duyuyor ve uyanıyorum. Nefesine kulak veriyor, hafifçe seni okşuyorum. İkimizin de dileği, diğerinin ölümünden sonra yaşamak zorunda kalmamaktı. Birbirimize sık sık söylediğimiz gibi, olmaz ya, eğer ikinci bir hayatımız olsaydı o hayatı da birlikte geçirmek isterdik.


     Kitapta adı geçen yazarlar; Virginia Woolf, George Eliot, Tolstoy, Platon, Sartre (Varlık ve Hiçlik), Beckett, Sarraute, Butor, Calvino, Pavese ve tabii ki Franz Kafka.

     

2 yorum:

  1. "tereddütlerim, suskunluklarım senin şüphelerini beslemekteydi. ta ki bana sakin sakin, karar vermemi daha fazla beklemek istemediğini söylediğin o yaz gününe kadar. hayatımı senle kurmak istemememi anlayışla karşılayabilirdin. bu durumda, aşkımız kavgalar ve ihanetlerle yıpranmadan önce benden ayrılmayı tercih ediyordun. 'erkekler ilişkiyi bitirmeyi beceremiyorlar.' diyordun. 'kadınlar ayrılığın kesin olmasını tercih ediyorlar.' diyordun. en iyisi, ne istediğime karar verene kadar bana zaman tanımak üzere bir ay ayrı kalmamızı öneriyordun.

    o anda, hiçbir düşünme süresine ihtiyacım olmadığını, gitmene izin verirsem seni hep özleyeceğimi anladım. tüm varlığımla sevebildiğim, aramızda derin bir yankılaşım olduğunu hissettiğim ilk kadındın sen; kısacası, benim ilk gerçek aşkımdın. seni gerçekten sevemezsem kimseyi sevemezdim. söylemeyi asla beceremeyeceğimi sandığım kelimeleri buldum; sonsuza kadar birlikte olma isteğimi dile getiren kelimelerdi bunlar."

    YanıtlaSil
  2. Aşk kitapları mı arıyorsunuz? Tıklayın: aşk kitapları

    YanıtlaSil