22 Aralık 2013 Pazar

Kinyas ve Kayra * Hakan Günday




     - Sözlerimin sonunu duymadığın zaman.
       Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman.
       Değiştiriyorum son kelimelerimi.
       Değiştiriyorum sonumu.


     - Bir kıza aşık olmuştum. Onu görmek için altı saat yol almam gerekiyordu. Bir sabah, treni kaçırdım. Aşık olmaktan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz... Platon'un Mağara İstiaresi 'ne karşılık, ben de Kuyu İstiaresi'ni yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım.



     - Ve sordum, Tanrı'nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu. Eskiden poker oynardım. Şimdi de, Tanrı'nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. Hayatım masada, birkaç kırmızı oyun fişiyle.





     - Az yedim, çok içtim. Hala içiyorum. İçki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı...







     - Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım...


     - Her şeyin farkına vardım. Farkına varılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne giden.






     - Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gördüm.


     - İnsanlardan istediğim ölçülerde, ilgilendiğim alanlarda yararlanıyordum. İlişkilerim kontrolüm altındaydı. Kimseyi kendime fazla yaklaştırmıyordum. Dünyayı, hayatı olduğu gibi kabul ediyor ancak bütün bunların dışında da bir gerçeğin olması gerektiğinin üzerine yoğunlaşıyordum. Yani, bir şekilde, çok uzaklarda kimliğimi büyük bir seremoniyle yaktıktan sonra gözlerimi kapatıp son nefesime kadar huzur içinde yaşayabileceğim bir yer olduğunu düşünüyorum.


     - Belki de varlıklarından şüphe ettiğim bütün duygular içimde ama onları uyandıracak olanlar ortada yok. Belki ben de normal bir insanım ama ilgilendiklerim ne bu dünya üzerinde, ne de bu yüzyılda. Beni korkutabilecek kadar korkunç bir insan yok, bir olay yok. Ama elinde anahtarı tutan, bütün yanıtları bilenden korkardım.


     - Kayra, bir gün bana, “mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun” demişti. “Ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar gibi. Ölmesine çeyrek kalmış, herkesi yaşadığına pişman etmeye çalışan, sağlıklı oldukları için suçluluk duymalarını isteyen hastalıklı, yaşlı bir kadın gibi.”





     - Bir insanın beklerken yapabileceklerinin sınırı yoktur; bazıları devlet başkanı, bazıları sihirbaz, bazıları da deli olur sıkıntıdan. Ben ise en üstün yaratık olduğumu kanıtlamak için kendime, hiç bir şey yapmadan bekliyorum.







     - Düşün! Bize matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi. Bunu kabul ederim. Ama sonra 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm. Peki o nereye gitti? İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? Eğer 1’den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelebilir? İşte! Soru bu! Yanıtsız bir soru ve işte matematiğin hatası! Dolayısıyla matematik yok! Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok..Ama ben anlayabilirim.anlayabilirim bu sorunu ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar. Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır, ama varamaz. Demektir ki 1,999…9’u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslıda irrasyonellik harikası. İşte bu yüzden hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir! Yani anlamsızdır. Ne bir başlama nedeni, ne de bir oluş nedeni vardır. Evrende uçuşa kocaman bir irrasyonellik. Tabi ki dünyanın bir anlamı olması gerekmiyor. Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada.!!


     - Ve boşalmanın, seks ne kadar uzun sürerse o kadar zevkli olduğunu düşünerek, hayat ne kadar sürerse ölümün de o kadar muhteşem olacağına inandım. Ve elimden geldiğince hayatla sevişmemizi uzatmaya çalışıyorum. Tek kurtuluşum bu.

     - Belki de bizim gibilerin elinde kalan son şey salakça bir umut. Gelecek saniyelerin üstlerine binerek uçan olaylar bizi ayakta tutuyor. Bütün hayatımız boyunca beklediğimiz ve nereden geleceğini bilmediğimiz huzuru arıyoruz. Ve tükenmez huzur arayışımız hayatta kalmamızı sağlıyor. Aslında yalan söylüyorum. Ben hiçbir şey aramıyorum ve beklemiyorum. Sadece duruyorum. Kaçanı da durduruyorum. ‘Durun !’ diyorum. ‘Gitmenize gerek yok, onlar size gelirler.


     - Biraz içki, biraz seks. Tek ihtiyacımız bu. Belki biraz da uyku...

     - Rüya. Su gibi. Her şekli alan, geçmişi olmayan. Uyanıyorsun. Terlemişsin. Dudağına şakaklarından uzanan tuzlu su hatırlatıyor rüyanı. "Su!" diyorsun. "Tek gerçek!" Sonra tekrar uyuyorsun.


     - Gerçekten hızlı bir geceydi. İşte böyle geceler sayesinde nefes alabiliyorum. Dünya üzerinde böyle geceler de yaşanabildiği için kendimi vurmuyorum.


     - Gerçekten de hikayenin sonuna geliyoruz. Ve çok yükseklerden düşeceğiz. Unutuyoruz. Hissetmiyoruz. İstemiyoruz. Yaptıklarımız, daha çok eski alışkanlıklar. Konuşmalarımız, elli kelimelik bir bulmaca. Çok fazla tanıdık hayatı. Şimdi kusma zamanı! Ama her tükürdüğümüz pislik, yanında bizden bir parça da götürüyor...


     - Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar. Ama uyuyabilmek için yapmayacakları şey yoktur. Yalanlarını kendilerine unutturmak için...

     - Kendiliğinden geldi acılarım. Yerleştiler içime. Sonra alıştım ve kabulendim. Sanki dünyada başka türlü bir hayat yaşanamazmış gibi...

     - Şimdilik hayattayım. Korkmaya gerek yok! Günahlarınızı ben unuturum. Siz işlemeye devam edin...


     - Belki de tek sorun şuydu: biz ne istediğimizi bilememiştik hiçbir zaman. Ve dolayısıyla her şeyi deniyorduk. Belki görünce istediğimiz, uğruna yaşadığımız şeyi hatırlarız diye.

     - Beni kim kurtaracaktı. "Kurtuluş " dedim. "Ankara'da bir mahalle". Fazlası değil. Belki bir de Bob Marley'in en iyi şarkısı. Daha fazla düşünmeye gerek yok. Adı her yerde, kendisi yok. Kurtulmaya gelmiyoruz bu dünyaya. Daha da saplanmak için buradayız. Dibine kadar. Onun için çürüyor bedenlerimiz ölünce. Mısırlılar uğraşmış efendileri kurtulsun diye. Ama nafile. Çaresi yok. Kurtuluşu beklemek yararsız. Gelmez çünkü. Kontenjan dolmuş. Biz daha çok kötülüğün sınırlarını zorluyoruz. Ne kadar iğrenç olabileceğimizi araştırıyoruz.


     - Doksan yaşındaki şirin nineler dünya üzerinde yaşayan en kötü insanlardır ve ayni zamanda en çok acı çekmiş olanları... Gerisini düşünmeye gerek yok. Mucizeler bitti. Doğmak yeterince mucizevi. Başka bir tane daha beklemek aptalca. Ölmek de ikincisi. Bunların arasında da hiçbir şey yok. Kimse beklemesin...


     - Gerçekten de konuşularak yapılmayacak iş yoktur. İhtilaller çıkartılabilir, birileri aşık oldurulabilir ve hatta intihar ettirilebilirdi. Konuşarak her şey yapılırdı. Ve bana çok komik geliyordu. Birisinin ağzından çıkan, üç yüz kilometre uzakta doğmuş başka birine hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler dünyayı yönetiyordu. Bir sürü harf, ses, cümle, tiyatro, şarkı sözü...Kendinizi öldürtmeniz için bir grup manyağın arasına dalıp hepsinin annesine oral seks yaptırdıktan sonra kırbaçlamak istediğinizi söylemeniz yeterli olurdu. Ve ağzınızdan kopan sözleri yanlışlıkla söylemiş de olabilirdiniz. Ama yok! Karşınızda ağzınızdan çıkan her sese bir anlam vermek için yanıp tutuşan bir gerizekalı sürüsü varken böyle bir ihtimal olamaz onlar için. Kelimelerle ne kadar çok yapılacak şey var. Biraz uğraşmak yeter dünyanın bir yarısını diğer yarısına satmak için. Ve çok aşağılık bir durum. İletişim diye bir şey yok. Fazla iyimser bir kavram. Hayatı renklendirmek için. Kim bilebilir kimin bir lafı inanarak söylediğini. Ya deliyse konuşan. Ya ne dediğini bilmiyorsa. Ya bir yalancıysa…


     - Hissedilerek söylenenler yalnız gelmezler. Önlerinde ve arkalarında bir sürü anlamsız cümle olur. Önemli olan hepsini elekten geçirip doğru olanları bulmaktır. Geriye sadece hareketler kalır. Davranışlar.


     - Tek diyalog bedenler arası kurulandır. Sertleşmiş göğüs uçları ve benzer belirtiler yalan söylemesini engeller. Konuşarak bir yere varılamaz.

     - Ve insan yeni oyun arkadaşları arıyor. Tanımadıklarıyla oynamak. Daha heyecanlı. Onu da tanıyayım, bırakırım peşini. Fazla sürmez, ondan da nefret ederim.

     - Yaşayan en karmaşık ruhum. Ülkemin ulusal marşındaki gibi "hangi bilim, hangi güç beni çözecekmiş şaşarım". Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. Kendimi bilmeyi bıraktım.


     - ”Benden” dedim . ”Bir tane yollamış yeryüzüne. Çiftleşip çoğalmamam için. Sadece bir tane. Altı milyarda bir!! Çoğalmadığımız takdir de yapabileceklerimiz yaratıcının mantığına aykırı olacağından, cehennemi dünyaya taşıyacağımızdan, gece gündüze karışacağından sadece bir tane yollamış benden...


     
- Doğru zamanda dünyaya gelmiş olsaydı, sıkıntıdan, bir peygamber ya da büyük bir siyasi lider olabilirdi.


     - Yalan ancak ayrıntılarla gerçek olur. Birini kandırmanın en iyi yolu ayrıntılardır. Doğal olarak bu ayrıntıların sayısı arttıkça, daha sonra anımsanması gerekenlerin de sayısı artar. Ama birine bir öykü ancak bütün ayrıntılarıyla anlatılmalı, yoksa inanmaz.


     - Hiçbir şey kalmadı. Tabii unutmadan, en büyük sosyal kurum olan dinle ilişkimi çoktan kesmiştim.




          - Ne ölüm, ne de hayat! Hiç biri kovalamıyor beni rüyalarımda. Hiçbirinin eli bana değmiyor. Çünkü ellerim ceplerimde hiç olmadıkları kadar. Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı. Hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine, uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim. Okyanuslar kırmızı olurdu. Pıhtılaşmış kanlardan siyah dağlar yükselirdi. Ama inanamadım. Bir türlü inanamadım.. Bütün hayat bir ilüzyon.






     - Kendime yeterince zarar veriyordum. Ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu...


     - Ayağa kalkıp, vücuduma yapışmış kumlara çöldeki dostlarından daha şanslı olduklarını hatırlatıp onlardan kurtulduktan sonra kıyafetlerimi topladım.





     - Onun sorunu kulaklarıylaydı. Çok fazla duyuyordu. Söylenmeyenleri dahil her şeyi! Uykusuzluktu kulaklarının hassaslığının nedeni. Halbuki çevresindekiler o güzel yüzünü beğeniyle seyrediyor ve ilginç tavırlarını bir çeşit seksüel hayranlıkla izliyorlardı. Kimsenin bir alıp veremediği yoktu Kinyas'la. Ama telaffuz edilmeyen her sözü duyduğu için sinirleniyordu. Kendisinin arkasından konuşacak tek insandı yeryüzündeki.


     - Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!


   
 - Yüz kişi arasında fark edilecek kadar güzel olduğumu biliyorum. Konu bu değil. Konu beynimin kolestrolü. Herkes kalp krizi geçirir, benimkisi tıp tarihine geçecek. Beyin krizi!


     -
Biz dünyanın muhteşem, harika yerlerini bilmeyiz. Harika yerler yoktur çünkü. Harika insanlar vardır! Biz onları tanır ve hatırlarız. Kokularını alırız...


     - Ama bil ki, zihnin cehennemindir. Sonsuza kadar yaşayacak. Senin gibi. Öldüğünde ise, sen orada olmayacaksın ne yazık ki!


     - Sonsuz yalnızlığım eşsiz bir heykeldi artık. Hatasız bir anıt. Mermer bir başyapıt. Dünyanın sekizinci harikası!


     - İlk defa zor uyumak. Gerçekten zor. Benim vicdanım hiç olmadı ki! Ne sızlıyor böyle içimde? Ne engelliyor kendimden geçmemi? Bazıları kolsuz doğar. Ben vicdansız gelmişim dünyaya. Vicdansızım.


     - Ne yapmak istediğini bilmemek kadar acı verici bir şey daha yoktur. Ne istediğini bilememek insana verilmiş en yırtıcı işkence türlerindendir...


     -
Sorarlarsa "Ne iş yaptın bu dünyada?" diye, rahatça verebilirim yanıtını: "Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..."


     - Kendimi toparlamalıyım. Hayalini kurduğum huzurdan kilometrelerce uzaktayım. Sıraya sokmalıyım düşüncelerimi. Mümkünse alfabetik bir sıraya.


     
- Nereden biliyorsun bardağı taşırmak için sadece bir damla daha gerekmediğini?


     - O kadar istemiştim ki zihnimi parçalamayı, daha önceleri çok zor vazgeçebileceğimi sandığım insani zayıflıklarımdan, eski derisinden kurtulan bir bukalemun gibi kopuyordum.


     - Bu kadar kan akmasına gerek kalmazdı eğer birisi çıkıp benimle ölene kadar ilgileneceğini söyleseydi. Biri çıkıp da bana aşık olsaydı...


     - İnsan, hiçbir şeyi değil, her şeyi bildiği için mutsuz. Ben her şeyi biliyorum. Ve bunlar, yürürken dengemi bozacak kadar ağır geliyor. Tek isteğim kurtulmak hepsinden, bütün bilgilerden, bütün düşüncelerden.


     - Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi...


     - Anita'ya onu sevmediğimi anlatmanın başka bir yolu var mıydı? Evet, belki kalbimi ve penisimi yerlerinden söküp, "Tamam, al bunları. Git, ileride oyna!" diyerek de halledebilirim sorunu ama yanımda steril bir neşter yoktu.


     
- En tepesine varamayacağım bir kuruma, en aşağısından başlamak anlamsız gelmişti.


     - Sadece, mümkün olduğu kadar en az sayıda insana muhtaç olmanı istiyorum. İnsanlar iyi değildir Anita!


     - Öyle bir karşılaşmaydı ki bizimkisi, hayatlarımızdaki boşluklar bir anahtarın deliğine girmesi kadar eksizsiz dolmuştu.


     
- Hayatımda ilk defa, varlığım bir başkasının varlığına bağlıydı. Ve o kişiyi de ben seçmiştim.


     - Her şeyi bildiğini sanıyorsun, ama benim gibi bir kadının hissedebileceklerinden zerre kadar haberin yok! Senin için üzülüyorum. Mutlu olmayı tercih etmeyen herkese üzülüyorum.


     
- Zevk ve acı. İsimlerinden de, hissettirdiklerinden de emin olduğum kavramlar. Hayatımı bir hayvan gibi yaşadığım günlerde boynuma taktığım tasmanın üzerindeki elmaslar. Zevk ve acı. Hayatın anlamı. Merak edilir, sorular her yerde. İşte söylüyorum ! Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden ,çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Hayat = zevk-acı. Sonuc pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. Tabi bir sıfır ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. Erken ayrılmışsındır partiden, göremeden sonunu. Böyle düşündüm yıllarca. Ne kadar eksi oysa! Ne kadar ilkel. Ne kadar korkunç. Nasıl, sadece iki zıt elektronik sinyalin bütün varlığına hakim olmasına izin verilebilir?..Sorular Çinliler gibi. Milyarın üstünde.


     - Bilmiyorum... Kimse bilmiyor. Ben ne yapıyorum? Eğer bir kerpetenle teker teker çekilseydi dişlerim, belki vermezdi bu kadar acı. Ama yavaşta olsa farkına varmak aslında hiçbir şeyin değişmediğinin, canımı yakıyordu sanki bir terzinin iğnelerini yutmusum gibi...Üşümeye başlamıştım. Titriyordum. Dişlerim birbirine çarpıyordu... Soğuktan değil, bedenimdeki yedi deliğin yaptığı cereyandan üşüyordum. Aklımdan hızla cereyandan üşüyordum. Aklımdan hızla geçenlerin rüzgarından üşüyordum.


     - Kendimde duyduğum nefretin seviyesi ölçülse, elbet bir madalya olurdu boynumda. Sadece hala nefes alabildiğim için yaşıyor olmayı kendime yakıştıramıyordum... Benim sorunum, hayatı kendime yakıştıramamam oldu. Ben yakışıklıydım ama o değildi!


     - Çünkü o içimdeki şeytanları uyandırıyordu. Beni, mutsuzluğa ve acıya mahkum eden şeytanları...


     - Sevebileceğimi hissediyorum, insanları. Normal bir insan gibi çalışıp para kazanabileceğimi... Sonra umutsuzluk birden gözyaşına dönüşüyordu. Birkaç damla döküyordum, cama sıçrayan. Hayır, diyordum. Hiçbirini bulamayacaksın.


     - Uyku. İnsana verilmiş tek mucize. Kendinden geçmek. Gözleri kapatıp huzura dalmak. Ve uyanıldığında yeniden başlamak. Tek ihtiyacım buydu.


     
- Yarın, bugünü yaşanılabilir hale getiriyordu. Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı!


     - Lotonun çıkma ihtimalini, aşık olunacak insanla tanışma ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: yarın.


     - En boktan hikaye bile aynaya anlatılırken iyi gelir!...


     - İçi ne kadar doldurulursa doldurulsun, yine de hafiftir hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür! Bütün kazançlar bu delikten kayıp gider.


     - Kafam, bir politikacıdan il olma sözü alacak kadar kalabalıktı.


     - Hepsi birer labirent. Onun için sevmedim ben insanları. Çünkü girince içlerine, nerelerinden çıkacağım belli değil. Belki kıçlarından, belki gözlerinden...


     
- Pollyanna, benim yanımda eroinman bir orospu kadar umutsuz kalırdı!


     - Gülümsüyordu yine bana bakarken. Mutluluk buydu. Gülerken dondurulmuş ve hep öyle duran bir yüz.


     - Sevgiyi, dostluğu, çalışmayı bazen hiç anlamıyorum. Bunlara, ölü anlar ismini taktım. Bütün heyecanımla bir işin başındayken ya da iş çıkışı gittiğim barda bir arkadaşımla sohbet ederken birden hiçbir şey duymaz oluyorum. Bütün sesler kesiliyor. Ve okyanusu duymaya başlıyorum. Baş döndürücü dalga seslerini. Sadece kıyıya vuruşlarının bile, deniz tutan bir adamı kusturacak kadar düzenli seslerini.


     - İnsanın tek gerçek özgürlüğü yalnızlığıdır. Ve yalnızlığı küçük düşürense bağımlılıklardır. Aşklar, alkol, nikotin, ahlaki değerler, uyuşturucular... Hepsi de birer pranga olabilir her an, insanın ayağına. Zevk veren prangalar. Ortak özellikleri, varlıklarının verdikleri zevkin uzun bir süre sonra hissedilememesi, yokluklarının ise derhal kalpte bir ağrı yaratmasıdır. Bağımlı insan atlı karıncaya binmiş gibidir. Ne bir varış noktası, ne de bir ilerleme vardır hayatında. Herkes ilk başladığı yerde, midesi kaldırana kadar döner durur... İnsanın kendiyle mücadelesi, bağımlılıklarını yok etmesiyle başlar. Yıllarca uğraştım hepsinden vazgeçmek için. Yıllarca teker teker vücudumu ve beynimi kaplayan bu kabukları soydum. Ama her erken koparılmış kabuk gibi izleri kaldı zihnimde. İnsanı hayvan yapan bağımlılıklardan tamamen kurtulmanın tek yolunun ölmek olduğunu geç de olsa anladım.